- 1214 Okunma
- 2 Yorum
- 2 Beğeni
KAFİYE MESELESİ (1)
Mustafa CEYLAN
*****************************
Kafiye meselesi bizim şiir dünyamızda uzun yıllar gereksiz ve anlamsız tartışma konularından birisi olarak, bir hayli zamanımızı almış ve halen de almaya devam etmektedir.
Dün, "göz kafiyesi" meselesiyle tartışarak doldurmuşuz zamanlarımızı da kafiye nereden nereye gelmiş, hiç dikkat etmemişiz.
Bugün, gene kafiye tartışmalarımız var. Şimdi de "kök"ten mi "ek"ten mi meselemiz var.
Maşallah, o kadar çok kafiye hamallığı yapıyoruz ki, kafiyemizi eskitiyor, yıpratıyor ve halini hatırını bile sormuyoruz. Sonra, güya hece şiiri yazacağız ya, önce kafiyeleri alt alta yazıp arkalarını emme basma tulumbalarla doldur babam dolduruyoruz, sonra da koltuğumuzda kaykılıp internet sitelerinde koşumuza devam ediyoruz.
Bu mesele çok canımızı sıkmaya başladı.
Hattâ kafiye’nin bile canı sıkılıyor, farkında bile değiliz.
Aşk mı mesele, Karacoğlan’dan ödünç kafiyeler, arkası parmak hesabı doldur, doldur, doldur...
Kafiye nedir?
Kelime değil mi?
Kelimenin o mısraa içindeki durumu, konumu, uyumuna asla bakmıyoruz.
Sonra,
Kafiye, mecburi işaret levhası. Dönüşü olmayan yol...
Şiirin daha kolay ezberlenmesi için kendini ortaya atan son ses, son vurgu...
*
Bana göre, her kelimenin bir AĞIRLIK MERKEZİ vardır. Ve gene bana göre kafiye, o ağırlık merkezinin aynılığı ile olmaktadır.(Bunu açıklayacağım-az sabır...)
*
Fakat,
Genç şairlerimizin daha sıkı ve daha dikkatli olmaları için, bizler, onlara hep (kök)ten kafiye yapmalarını tavsiye etmişizdir ve de etmekteyiz. Zaman içinde, "kafiyenin şiirde sadece âhenk ve ses uyumu-ritm unsuru" olduğunun bilincine vardığında o genç şairimiz, elbette benim gibi kocamışlara gülüp geçmektedir.
Sonra, kendisi de kocaldığında, arkadan gelenlere, bizim ona yaptığımızı yapmaktadır.
Doğru da yapmaktadır...
Aslında, bugün yaşamakta olduğumuz problem KAFİYE İLE REDİF arasındaki kargaşadır. Redifin ne’liği, niteliği ve sesinin mıknatıslığı meseleyi karıştırmaktadır. Bence gençlere anlatılacak ilk husus, redif ile kafiye arasındaki fark olmalıdır.
*
İnanın bıktık gayri, (L)ağırlık merkezli kafiyelerle yazılmış şiirlerden.
Bununla ne mi demek istiyorum?
Şu:
(güL geL,seL,eL)...LLLL yani..
Kusura bakmayın rahatsız oluyorum,gına getirdiniz valla, LLLLL sesiyle. Oysa ALFABEMİZ de sadece L sesi mi var?
Geçtiğimiz yıllarda, KAFİYEMATİK diye bir makina icad edeyim şu KAFİYE HAMALLARI na da, işlerini kolaylaştırayım diye düşünmüştüm.
Kafiyematik şu:
ab
eb
ib
ıb
ob
öb
ub
üb
-
ab-ac
eb-ec
ib-ic
ıb-ıc
ob-oc
öb-öc
ub-uc
üb-üç
-
ab-ac-aç-ad
eb-ec-eç-ed
ib-ic-iç-id
ıb-ıc-ıç-ıd
ob-oc-oç-od
öb-öc-öç-öd
ub-uc-uç-ud
üb-üç-üç-üd
-
ab-ac-aç-ad-af-ag-ağ
eb-ec-eç-ed-ef-eg-eğ
ib-ic-iç-id-if-ig-iğ
ıb-ıc-ıç-ıd-ıf-ıg-ığ
ob-oc-oç-od-of-og-oğ
öb-öc-öç-öd-öf-ög-öğ
ub-uc-uç-ud-uf-ug-öğ
üb-üç-üç-üd-üf-üg-üğ
-
ab-ac-aç-ad-af-ag-ağ-ah-aj-ak-aL
eb-ec-eç-ed-ef-eg-eğ-eh-ej-ek-eL
ib-ic-iç-id-if-ig-iğ-ih-ij-ik-iL
ıb-ıc-ıç-ıd-ıf-ıg-ığ-ıh-ıj-ık-ıL
ob-oc-oç-od-of-og-oğ-oh-oj-ok-oL
öb-öc-öç-öd-öf-ög-öğ-öh-öj-ök-öL
ub-uc-uç-ud-uf-ug-uğ-uh-uj-uk-uL
üb-üç-üç-üd-üf-üg-üğ-üh-üj-ük-üL
-
ab-ac-aç-ad-af-ag-ağ-ah-aj-ak-aL-am-an-ap-ar-as-aş-at-av-ay-az
eb-ec-eç-ed-ef-eg-eğ-eh-ej-ek-eL-em-en-ep-er-es-eş-et-ev-ey-ez
ib-ic-iç-id-if-ig-iğ-ih-ij-ik-iL-im-in-in-ip-ir-is-iş-it-iv-iy-iz
ıb-ıc-ıç-ıd-ıf-ıg-ığ-ıh-ıj-ık-ıL-ım-ın-ın-ıp-ır-ıs-ış-ıt-ıv-ıy-ız
ob-oc-oç-od-of-og-oğ-oh-oj-ok-oL-om-on-op-or-os-oş-ot-ov-oy-oz
öb-öc-öç-öd-öf-ög-öğ-öh-öj-ök-öL-öm-ön-öp-ör-ös-öş-öt-öv-öy-öz
ub-uc-uç-ud-uf-ug-uğ-uh-uj-uk-uL-um-un-up-ur-us-uş-ut-uv-uy-uz
üb-üç-üç-üd-üf-üg-üğ-üh-üj-ük-üL-üm-ün-üp-ür-üs-üş-üz
--------------------------------------------veya
BUNUN TERSİ....
Yani,
ba-be-bi-bı-bu-bü-bo-bö
z’ye kadar devam eder....
Bunu otomatik bir makinaya taşıyayım istedim de, projem yarım kaldı. Ama, bu işin peşini bırakmayacağım. Halk ozanlık geleneğine özenen, ASLA DOĞAÇLAMA yapamayan, ama KAFİYE HAMALLIĞINDA ÇOK BAŞARILI olanlara bir hizmet olarak sunacağım.
*
8 sesli harfimiz
21 de sessiz harfimiz var.
Peki, asırlardır kullanılan kafiyeleri kullana kullana bazı kelimeleri yorduğumuzu hiç düşünmüyoruz, neden acaba?
Babayiğitsen, BAKİR, AZ KULLANILMIŞ sesli-sessiz harflerin oluşturduğu kafiyelerle şiiirini nakışla da seni meydan görsün...
*
Ve baktım, bu tutku devam ediyor ve bu tutku hece şiirimizde kendini tekrara, KELİME DAĞARCIĞI KIT OLAN , en fazla 300 kelimesi olan KELİME FAKİRİ HECECİYİ "kafiye hamallığı" na sürüklüyor, hattâ YAZILAN ŞİİRLER BİRBİRİNİN KOPYASI GİBİ...SONRA, Soğanın zarı ağzımızda ve öz yok maalesef. Sonra ŞAİR ÇOK, ŞİİR YOK...
Ve baktım, KARACOĞLAN, YUNUS, DADALOĞLU vb NE KADAR ÜNLÜ ozanımız-şairimiz varsa KAFİYELERİNİ VE UYAK(4.MISRALARI)nı arşivledim. Yanyana getirdim hepsini.
Ve ardından, hangi KÖKLE KAÇ ADET KAFİYE üretilebilir onu çıkarma savaşına girdim.
Vardığım nokta, KAFİYE’nin özü, konumu ve bugüne kadar gelişimini göze aldığımda bugün HECE ŞİİRİ yazdım diyenlerin bir çoğunun PATİNAJ yaptığını gördüm. "Hattâ ben de senelerce patinaj çekerek zaman harcamışım, ona üzüldüm...."
*
Daldım gittim kafiyenin ardından TÜRK ŞİİR TARİHİ’ne...
İlk şairimize vardım.
APRINÇUR TİGİN’e, ÇUÇU’ya...
*
KAFİYE’nin "ne ve nasıl"lığına bakmadan önce, KAFİYE’nin YERİ-BULUNDUĞU YER konusuna eğilmeye çalışalım :
Kafiye’nin tarifi: Mısra sonlarındaki ses benzerliğine kafiye denir, değil mi?
Bu tarife göre
a)Mısra
b)Mısranın sonu
c)Ses
d)Ses benzerliği olacak
Bakalım bu tarif doğru mu?
Evet,
Normal-alışılmış ozanlık geleneğimizdeki "koşma" türüne göre doğru bir tariftir.
Fakat, geleneksel merkezi bozmadan, oradan hız ve ilham alarak, moderniteyi yakalayan şairler için bu tarİf NOKSANDIR.
Çünkü, ses benzerliği bir armoni-bir âhenk-bir müzikalite-lirizmi bulmak demektr ki, bu da sadece mısra sonunda olmamalı, mısranın ortasında ve başında veya mısranın herhangi bir yerinde de olmalıdır.
Daha da ileri giderek, kıta kuple-bölümler şiir sarayının sütunları ise, mısra da döşemesidir. Şu halde, âhenk bir güzellik ise sarayın döşemelerinde de olmalıdır.
*
Nitekim, Orta Asya’da Destan dönemimizde - mezar taşlarından elde edilen verilere göre, elde edilmiş ilk şiirlerimizde KAFİYELER MISRANIN BAŞINDADIR... Sonra, GÖÇLER sırasında kafiyeler de mısramız boyunca göç ederek yürümüş, MISRANIN ORTASINA GELMİŞTİR. İslâmiyet’i kabulümüzden sonra kafiye bugünkü yerine, yani mısra sonuna gelip oturmuştur. Şimdi, evet şimdi; bu üç-hattâ dört konumda da kafiye yaparak şiir yazanlar, şiirini KAFİYEnin YER TUTKUSU ve YERİNİ BIRAKMAM-BEN BURADAYIM diretmesini aşanlardır. Modern şiiri yakalayanlar, demek ki; asıl köklerimize inenlerdir.
1-Mısra Başı Meselesi;
(Türk şiirinin ilk örneklerinde kafiye, mısra başındaydı. Reşit Rahmeti Arat, "Eski Türk Şiiri" adlı eserinde, kafiyeyi nazmın en önemli şartlarından biri olarak görür ve tespit edilebilen ilk Türk şiirlerinde kafiyenin mısra başında kullanıldığına işaret eder. Osman Fikri Sertkaya bunları “baş kafiye” olarak isimlendirir ve baş kafiyenin göz için olduğunu düşünür. Buna gerekçe olarak; istisnalar olsa da baş kafiyenin aynı ünlü yahut ilk iki sesinin aynı ünsüz+ünlü ile olmasını gösterir. Mısralar ünlü ile başlıyorsa ünlünün yanındaki ses o kadar önemli değildir, lâkin ünsüz ile başlıyorsa ünsüzün yanına gelen sesin aynı olması gerekir ve ünlülerden ı/i, o/u ve ö/ü’nün farkı aranmaz.
Sözgelişi şu şiirde dörtlükler kö/kö/kö/kö, a/a/a/a, mun/mun/mun/mun
ve yı/yi/yi/yi sesleriyle başlatılmıştır.
kök kalık teg yuklunmaksız azsız suksuz
körgülüg neñ uşik ekşer tapgulugsuz
körser sizni yig yörügçe körmeksizin
körür olar kirtü arıg burkanlarıg
adruklarka tükellig bir tüzünümnüñ
ayagulug burkanıñlı ikegünüñ
atırtların adrukların kim yime neñ
ay teñrili aydınlı teg atırmazlar
.................................
mundag yañın kimler sizni kolulayu
munılayu körgeli neñ umasarma
munçakıa ömek öze kutrulurlar
muna bu mat muñadınçıg edgüñ erür
.................................
yılayu teg savka sözke tayaklıgın
yilvi teg ök tınlıglarka okıdgalı
yirtünçünüñ umugları birer ödte
yindem ermez nomlamakı nomlamazı
Bu kafiyeler, genellikle tek sese dayalı ve yarım (asonans) kafiye olarak karşımıza çıkar.
*
Ne var ki, mısra başında yer alan kafiyeler zamanla mısra sonuna kaymıştır. Arat, kafiyenin mısra başından mısra sonuna gelişini de vurguda arar. Arat’ın bu konudaki görüşleri şöyledir:
“Kafiyeyi teşkil eden hece ancak diğer hecelerden farklı ve daha kuvvetli telaffuz edildiği vakit bir ahenk unusuru olabileceğine göre bunların vurgu altında olması şarttır.
Bugün mısraların sonunda bulunan kafiye, Türkçenin bugün için tabiî olan kelime vurgusuna uymaktadır. Türkçede esas vurgu kelimenin sonunda, ikinci derecedeki vurgu ise, kelimenin başındadır. Kelime ortasındaki heceler umumiyetle vurgusuz olup, bu hususiyetlerden dolayı, telaffuzda çok defa düşmektedir. Eski Türk şiirinde asıl ahengin te’mininde esas unsur olan kafiye, mısraın başında bulunduğuna göre, bu ilk hecenin bugünkünden farklı olarak, vurgulu olması veya öyle telaffuz edilmesi icap eder.
Türk şiirinde kafiyenin mısraın başından sonuna geçmesini de bu vurgu keyfiyetinin inkişafı ile ilgili olacaktır.”
Arat, bu tespitinde son derece isabetlidir. Ancak şiirde kafiyenin mısra başından mısra sonuna kaymasını salt bu sebebe bağlayamayız.
Arap ve Fars gibi diğer kültürlerle temasımız sonucu onlardan aldığımız edebi şekil ve şiir tekniklerinin de bunda rolü olduğunu göz ardı etmememiz gerekir. Nitekim......Divanü Lügati’t-Türk, Kutadgu Bilig, Atabetü’l Hakayık’ta bunun ilk örneklerini görmekteyiz. Mısra başı kafiyelerinin sona kayması birden olmamış, yüzyıllar boyu sürmüştür. Bilinen ilk Türk şairlerinden Aprınçur Tigin, Pratyaya Srı, Kamala Ananta Srı ve Sılıg Tigin’in şiirlerinde açıkça görülen bu gelenek, sonraları mısra içlerine daha sonra da mısra sonlarına kaymıştır. Adını zikrettiğimiz bu şairlerin ve adları tespit
edilemeyen diğer şairlerin hemen hemen bütün şiirlerinde hep mısra
başı kafiye geleneğine uyduklarını görürüz.
(Kaynak: dogankaya.com/fotograf/turk_halk_siirinde_misra_basi_kafiye.pdf)
"Gerek mısraların başında gerekse mısra içlerinde aynı sesleri taşıyan kelimeleri bir araya getirme gayreti Yusuf Has Hacib’in Kutadgu Bilig adlı eserinde da karşımıza çıkar. 6645 beyitten müteşekkil olan bu eserde bu tarzda ortaya konulmuş 2000’den fazla
beyit vardır. "
"Başkafiyeler Dede Korkut kitabında da karşımıza çıkar. "
"Eski gücünden çok şey kaybeden mısra başı kafiyeler bugün
muhtelif Türk cumhuriyetlerinde nadir de olsa hâlâ kullanılmaktadır.
Sözgelişi Azerbaycan’da ve Kazakistan’da anonim ve sahibi belli
ürünlerde şu örneklere rastlarız:
*
Azerbaycanlı şair Molla Cuma’yı gerek mısra başında gerekse mısra sonunda aynı sesi kullanma gayreti içine girer. Prof. Efediyev tarafından tertip edilip basılan Molla Cuma-Eserleri, adlı kitapta konumuzla ilgili olarak pek çok şiir vardır. Şiirler; f, z, d, k, m, g, l n, y, r gibi seslerle vücuda getirilmiştir. Molla Cuma’nın bu şiirleri.......... Âşık Paşa’nın şiirleriyle benzerlik göstermektedir. Ancak molla Cuma, Âşık Paşa’dan farklı olarak mısra sonlarında da mısra başında kullandığı sesi kullanmıştır. "
"Azerbaycan’da saya geleneği sırasında söylenen manzum parçalarda da mısra başı kafiyelerine rastlarız. "
"Kazakistan’daki edebî ürünlerde çok miktarda mısra başı kafiyeyi esas alarak söylenmiş örnekler vardır. Sağu Clenbaev’ın sekiz mısra ve yedi hece ile yazdığı şiirlerde bu tarzı tercih etmiştir. "
"Azerbaycan ve Kazakistan’da olduğu gibi Türkiye’de de aynı tarzda ortaya konulmuş örneklere rastlamaktayız. Ancak bu örnekler yok denecek kadar azdır. Var olmaları da; şairlerin şiirlerine ahenk katmalarının yanında, dikkat çekmeleri yahut elifname, şairname gibi türlerde adları aynı harfle başlayan şairleri bir araya getirme mecburiyetinden doğmuştur."
"Kırşehir’de yatmakta olan Âşık Paşa (1272-1333), Garipname’sinde, şiirlerini Arap alfabesindeki harf sırasını esas alarak bablara ayırmış ve her babda, şiirleri, ilgili harfe göre isimlendirmiştir. Sözgelişi; şiirde mısralar elif ile başlatılmışsa bu şiir, “babü’l- elif; ra ile başlatılmışsa, “bübü’r-ra” olarak isimlendirmiştir. Şiirlerin tamamı yedişer dörtlüktür."
Özetle:
1. Bugün genellikle mısra sonlarındaki kafiyeler eski Türk şiirinde mısra başında yer alıyordu. Cümlede vurgunun sona kayması ve başka kültürle temas sonucu mısra başlarında yer alan kafiyeler, mısra sonuna kaymıştır.
2. Genellikle dörtlükler halinde yazılan ve mısralardaki hece sayıları eşit olmayan ilk Türk şiirlerinde sadece mısra başı kafiyelerle yetinilmemiş, mısra içindeki kelimelerin başında da aynı seslerin kullanılmasına özen gösterilmiştir.
3. Mısra sonu kafiyeleri geçiş döneminde -Dede Korkut’taki örneklerde görüleceği üzere- önceleri rediflerle sağlanmış, bu şekil sonraki dönemlerde inkişaf göstererek kafiye+redif şekline dönüşmüştür.
4. Başkafiyelerin ve aynı sesle başlayan kelimeleri bir araya getirme kaygısı, şiirde ahenk sağlama ve göz için kafiye yapma düşüncesiyle doğrudan ilgilidir.
5. Sonraki devirlerdeki şairlerin bir kısmının mısra başı kafiyelerine ilgi duyması, yazdıkları şiirlere dikkat çekmek yahut elifname örneğinde olduğu gibi aynı harflerle başlayan şairleri bir araya getirme kaygısının zorlayıcı rol oynamasıdır.
6. Mısra başı kafiyeler sadece sahibi belli ürünlerde değil, aynı zamanda atasözü, deyim, tekerleme, yanıltmacalarda, manilerde, şaman dualarında ve saya gezmede olduğu gibi geleneklerin icrası sırasında da kullanılmıştır. "
(Kaynak:Doğan Kaya, a.g.e)
*
2-ÇOK KAFİYE:
"Hemen her alanda olduğu gibi halk şairleri, zaman zaman arayış içinde olmuşlardır. Bu arayış daha ziyade şiirin yapısında kendisini göstermiştir. Muhtelif mısra ve hece sayılarında şiirler söylemekle kalmamış, yeni kafiye arayışlarına da girmişlerdir. Bunlardan birisi de çift hatta daha çok sayıda kafiye ile şiir vücuda getirmektir."
"Tespitlerimize göre çok kafiyeli şiirler iki, üç ve dört kafiyeli olarak karşımıza çıkmaktadır. Daha fazla sayıda kafiye ile şiir vücuda getirmek, taktir etmek gerekir ki şiirin dar kalıpları içerisinde hemen hemen imkânsız gibidir. Çünkü, şairin bu durumda anlamı tamamen feda etmesi gerekecektir. Anlamın tekniğe feda edilmesi ise, şairin
şairlik gücünün ve şiirin muhteva yönünden güçsüzlüğü demektir ki, bu da bir şair için hiç arzu edilmeyen bir durumdur.
Âşığın çok kafiyeye yer vermesi bazen karşılaşmalar vesilesiyle olur. Âşıklar, karşılaşmalarda rakibini bağlamak için, çeşitli yollara başvururlar. Bunun da lebdeğmez (dudakdeğmez), soru-cevap, dar ayak gibi usulleri vardır. İşte, karşılaşmada kullanılacak olan çok kafiye de bir bakıma dar ayak sayılır."
Türk Halk Şiirinde çok kafiyeli şiirler âşık karşılaşmalarının yanı sıra, müstakil şiirlerde de karşımıza çıkar.
İlk şekillerini XIX. Yüzyıl şairlerinden Kusurî, Ayaşlı Fahrî (1845-1918), Silleli Sürurî (öl. 1855) ve Tokatlı Nuri (1825-1882)’de gördüğümüz bu tarz şiirler ne gaye ile yazılmıştır: Acaba bu yola şuurlu olarak mı baş vurulmuştur, yoksa böyle şiirlerin olması tesadüfi midir? Araştırmamız sırasında başlangıçta, konuyla ilgili üç-beş örnek şiir, bizi böyle bir tereddüde düşürdü. Örneklerin artmasıyla bizde, bu şiirlerin şuurlu olarak söylendiği kanaati hasıl oldu. Nitekim bir şiirinde Reyhanî ;
"İki satır üç kafiye açalım
Meziyet milliyet merhamet olsun"
diyor ve şuurlu şekilde aynı seslere dayalı üç kafiyeli bir şiir söylüyor.
Konumuzla ilgili olarak elimizde pek çok şiiri bulunan Sefil Selimî (1933- )’nin ifadeleri de kanaatimizi kuvvetlendirmiştir. 28. 8. 1988 günü kendisiyle görüştüğümüzde, yukarıdaki soruları yönelttik.
Verdiği cevap şu oldu:
“Bunu ben, bilerek yapıyorum. İki, üç hatta dört kafiyeli şiir söylemek çok zordur, hüner ister. Âşık şayet böyle bir şey söyleyebiliyorsa, usta biridir.” Öyle sanıyorum ki, çok kafiyeli şiirler, bu düşünceyle vücuda getirilmiştir. Şiirde çok kafiyeler, mısra içlerinde ve şiirin ayağında olmak üzere iki cephede kendilerini gösterirler. Kendi aralarında da iki, üç ve dört kafiyeli olarak çeşitlenirler. "
---------------------Devamı Var----------------------------
YORUMLAR
Yazdıklarınıza katılıyorum. Ancak çok eski, eski ve yeni şiirlerde kafiyelerin yer değiştirmesini doğru bulmuyorum. Kendi şiirlerimde kafiyeler satır başında, satır arasında veya sonunda olabiliyor.
Rastgele bir ayak satırını ele alalım;
''Gezdiğim yerlerde seni aradım...''
Kafiyeyi başa aldığımızda; gezdiğim, yazdığım, kızdığım, bezdiğim, bozduğum......yerlerde seni aradım.
Kafiyeyi ortalara aldığımızda; kırlarda, yerlerde, barlarda, turlarda, yarlarda........seni aradım.
Sona aldığımızda; aradım, taradım, yaradım, her adım, muradım........... olabilir.
Önerilerinizi uygulamak o kadar da zor değil. Ancak ustalarımız arasında bile ezbere kalıplarla ve ezberlenmiş kafiye yerleriyle yazanlar vardır.
Ayak dizesi dörtlük sonunda da olmayabilir. Dörtlüğün ilk dizesi ayak olarak kullanılıp, kafiyeler değişik yerlere uygulanabilir.
Bu tür çalışmalarınızı takdirle karşılıyorum. Balık vermiyor, balık tutmayı öğretiyorsunuz.
Teşekkür ve saygılar dostum.
Ben bu çalışmaya bir şiirimle katkı sunmaya çalışayım. Hece konusunda görüş bildirmek için yazının tamamlanmasını beklemek gerekir.
BÜYÜK ŞAİR
Üç beş şiir duymuş dönmüş şaire,
En büyük o meşhur olsun anında…
Alkış için haydi olun daire,
Boz bulanık şiir akar kanında…
Şiir seste uyum ölçü sanatmış,
Yetenekle bilgi görgü kanatmış,
Sabır emek güzellikte inatmış,
Boş şey bunlar susun onun yanında…
LİRİK duygu EPİK yiğit can sırdaş,
PASTORAL gör doğa çoban arkadaş,
SATİRİK kim? Alay etme atma taş,
Bil DİDAKTİK bilgi öğüt canında…
YARIM ve TAM olmaz öyle kafiye,
ZENGİN dersen tombul komşu Safiye,
TUNÇ amca da eski zehir hafiye,
CİNAS yatar Şakir dayı hanında…
Cantekin der; bekle biraz DURAKta,
Düzeni DÜZ ÇAPRAZ SARMA uyakta,
Şiir çiçek boy vermiyor çorakta,
Bilgi edep bir gün görsün tanında…