- 492 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
YOL ARKADAŞI
İstanbul,yağmurlu kıştan kalma bir haziran gününü yaşıyor.Yapmam gereken işlerimi bitirdikten sonra dönüş vakti geldi.Yolculukları seviyorum. Benim için yolculuk yapmak,sadece bir şehirden başka bir şehre ya da bir ülkeden diğerine gitmek değildir.İnsan bu yolculuklar sırasında kendini,çevresini daha iyi görme,tanıma fırsatı bulur.Aslında görmesini bilirsen gidilen yol,çoğu zaman kendi içine yapılan yolculuklardır.
Yağmur hafif hafif çiseliyor. Taksiye yerleştikten sonra şoföre Taksim havataş diyorum.Başı ile hafif bir selam veriyor taksi şoförüm. Hayret konuşmayı çok seven biri değil.Genelde İstanbul taksi şoförleri ile ilk beş dakikadan sonra kanka olursunuz. Hemen her konuda bilgileri vardır.İstanbul’u,insanını,havasını ,suyunu,trafiğini bir anlatmaya başlarlar.İstanbul’u gezmeseniz bile artık taksi şoförünün gözüyle tanımış olursunuz. İlk soruları gitmek istediğiniz semte nerden gideceğidir.Sanki siz,semtleri ondan iyi bilirmiş gibi.Tabi en kısa yoldan dersiniz.Ama o bildiğini okur. Şimdi oraya girmeyeyim trafik çok yoğun diyerek kendi bildiği yoldan gider.Giderken de geçtiği semtlerin isimlerini söyleyip tanıtmayı da görev bilirler. Arada bir telsize cevap verirken de - Bu iş yapılmaz hanfendi. Görüyorsunuz işte.Trafik diye bir şey yok diye başlarlar.Kimileri de kendi hayat hikayesini anlatır.İlk zamanlar çok şaşırmış,hatta bu tavırlarını fazla laubali bulmuştum.Sonraları ben de alıştım.Konuşmuyorlarsa işgillenmeye bile başladım.Ne derdi var? Niye konuşmuyor diye.
Taksi şoförü Havataş’ın otobüslerini park ettiği sokağa gelene kadar konuşmadı.Kesin bir derdi var. Havataş durağına gelince Taksiden iniyoru.Yağmur dinmiş,Şimdi Antalya kimbilir ne sıcaktır diyerek tertemiz havayı içime çekiyorum.Mis gbi yağmur ve toprak kokusu içime doluyor.Yağmurdan sonra toprak neden bu kadar güzel kokar? Bir yerde okumuştum yazar da diyordu yağmurdan sonra toprak sevdiklerimizi aldığı için mi bu kadar güzel kokar diye.Acaba diyorum.
Otobüs yolcularını almaya başlamış.Bavulumu bagaja verip boş,cam kenarı bir koltuğa oturuyorum.Az sonra otobüs hareket ediyor. Taksim ve çevresi yeniden yapılandırıldığı için kocaman bir şantiye gibi.Tarlabaşı evleri,sokakları elden geçiriliyor.Kimi yıkılmak üzere nasıl hala ayakta diye şaşırıyorsunuz.Hatta üstten iki katı oturulmaz haldeki yıkık,dökük evlerin orta katlarında oturanlar olduğunu görünce şaşkınlığınız daha da artıyor.Otobüs ilerlerken Yavaş yavaş İstanbul,köprüleri ve denizi ile sizden uzaklaşıyor.Bir film karesi gibi başka başka mekanlara geçiyorsunuz.
Saatime bakıyorum.Ehh daha vaktim var.Hava alanına girip kontrollerimi yaptırdıktan sonra çhek-in yaptırırken cam kenarı olsun lütfen diyorum.205 nolu kapı yazan bileti alıp iç salona geçiyorum.Şimdi bir kahve molası.Kahvemi ve küçük bir dilim çikolatalı pastamı alıp koltuğuma kuruluyorum. Otobüs garajlarının aksine burada herkes sakin,uçağının saatini bekliyor.Otobüs garajlarında olan curcuna,telaş burada yok.Tertemiz lüks lavabolar,alışveriş yapabileceğiniz şık dükkanlar ,oturup zaman geçireceğiniz,küçük atıştırmalar yapacağınız kafeler mevcut.
Pencereden hava alanı,uçakların kalkış ve inişleri görülüyor.İnen Uçaklar,körüklerine kadar salına salına gelerek yerleşiyor.Aşağıda bir telaş,körüğe gelen uçaklardan bavullar taşınıyor.Uçaklar temizleniyor yeni bir yolculuğa hazırlanıyor. Zaman çok çabuk geçiyor.Uçak saatim gelmiş bile 205nolu kapıya yöneliyorum.
Yolcular uçağa alınmaya başlanmış.Kapının üst kısmında ışıklı bir yazı geçiyor Antalya. Sıraya girip bekliyorum.Hemen arkamda telaşlı bir ses dikkatimi oraya yöneltiyor.Şişman orta yaşlı bir kadın yanında kendinden daha genç duran belki de kardeşi bir erkeğe - İyi baktın mı ? Antalya uçağı mı ? Diye soruyor.Genç adam İkna edememiş olacak ki biraz sonra bana sesleniyor. - Hanfendi bu Antalya uçağı mı ? Evet diyorum.Kapının üzerinde Antalya yazıyor.Kadın gülümsüyor.Biraz da utanarak bekleyenlerimiz var.Yanlış binmeyelim de diyor.Gülümsüyorum.Yok yanlış değil ben de Antalya’ya gidiyorum diyorum.Rahatlıyor. Ben kapıdan geçip uçağa gidiyorum.
Oh yerim iyi.Uçağın ön kısmında pencere kenarı yerime yerleşiyorum.Biraz önce konuştuğum kadın ve adam ne tesadüf ki yanımdaki koltuğa gelip yerleşiyorlar.Yerleşiyorlar diyorum.Tam da yerleşemiyorlar.Kadın çok şişman olduğu için bir türlü kemer yetişmiyor.Bağlaması imkansız.Çocuksu bir telaş alıyor kadını.Ne olacak şimdi.Kemer bağlanmıyor diye.Bir şey olmaz çaresi bulunur.Şimdi hostes gelir.mutlaka bir çözüm bulur diyorum.Çok ikna olmuyor.Telaşla hostes arıyor.Yanındaki genç adam telaş etme,gelir şimdi dese de mani olamıyor.Biraz sonra hostes ek bir kemer getirerek sorunu çözüyor.
Şimdi rahatladı.Bana dönüp -Gaz bu gaz diyor şiştim de ondan diyor. Gülümsüyorum.Yine telaşlı çocuksu bir heyecanla uçakta fotoğraf çeksek kızarlar mı? diye soruyor.Uçak hareket etmeden çekebilirsiniz diyorum.Yanımızdan geçen hostese rica ediyor.Kızım çok merak eder,neden bir fotoğraf çekmediniz der, bir fotoğraf çekebilir misiniz?diyor.Hostes de bu çocuksu saflığı fark ediyor gülümseyerek tabi diyor.Az sonra Uçak harekete geçiyor.Pistin üzerinde hızla,kayar gibi gitmeye başlıyor.Yeterli hıza kavuştuktan sonra yavaşça burnunu havaya dikip,ağır gövdesini kendisine çekerek yerden ayrılıyor. Ve yavaşça yükselmeye başlıyor. Çok hoş bir duygu sarıyor yine beni.
Elini göğsüne götürüp bildiği bütün duaları okuyan kadına bakıp gülümsüyorum.Sevdim ben bu çocuk ruhlu kadını.Pencereden bakıyorum yükseldikçe aşağıdaki manzaradan uzaklaşıyor, top top bulutların arasına dalıyoruz.Her taraf pamuk denizi sanki.Ben manzaraya dalmışken tekrar sesini duyuyorum.Aşağıda evler görünüyor mu?diye soruyor.Yok diyorum.İnce çizgi halinde yollar,tümsek şeklinde dağlar görünüyor.Deniz değil mi bu mavilik diye soruyor.O anda görmediğini fark ediyorum. İçim cız ediyor.
Hay Allah !!! Nasıl da fark etmedim.Bunca telaşının nedeni görmemesiydi tabii.Çok üzülüyorum ama yapacak bir şey yok.Ona hissettirmemeye çalışarak manzarayı anlatıyorum.Çok hoşuna gidiyor.Kulaklarım uğuldamaya başladı.çantamdan sakız çıkarıyorum.ikram ediyorum.El yordamı bir tane alıyor.Al al yanındaki kardeşin mi? eşin mi ? ona da verirsin diyorum.Eşim diyor.Kısa bir şaşkınlık geçiriyorum.Yanındaki genç adam temiz yüzlü,yakışıklı sayılacak biri. Ya yaşından genç gösteriyor ya da kadından küçük.Kadın oldukça şişman belkide bu yüzden yaşından büyük duruyor.Esmer tenli,yuvarlak yüzlü,sevgiyle bakan ama baktığını gönül gözüyle görenlerden.Başlıyor anlatmaya. Sabah uçakla İstanbul’a gelmişler hastaneye.Randevu aldıkları için işleri rast gitmiş.Eşi her bir şeyi ayarlamış şimdi de dönüyorlarmış.İki çocukları varmış. Gözüm için gittik,iyi görmüyorum diyor.Soramıyorum.Ne oldu?sonuç ne diye.?O da açıklamıyor belki de sevindirici bir sonuç değil.
Çocuklar diyor daha küçük.Büyük onbir yaşında küçük hala emiyor.Ondan bu kadar kilo aldım diyor.Sevecen,konuşkan bir kadın.İlk kez uçağa bindim diyor.Çok heyecanlıyım.O sırada servis başlıyor. Bir piknik pakati.Sandeviç,yeşillik,patlıcan ezmesi,ve tatlıdan ibaret. Bir Kahve alıyorum.O zamana kadar konuşmamıza katılmayan,sesizce dinleyen eşi,çocuğuna yardımcı olurmuş gibi bir şefkatle paketten yiyecekleri bulmasına,yemesine yardımcı oluyor.Sanırım çok az görüyor.Bir karaltı gibi.Yiyecekleri denk getirmeye çalışarak büyük bir iştahla yiyor.
Eşini takdirle izliyorum. Sevgi ve şefkatle sabırla yardımcı oluyor.Belli ki yaşamları böyle geçiyor.Yemeğini bitirdikten sonra yine anlatmaya başlıyor.
Kendilerininmiş evleri. Çok şükür iyiymiş durumları,dükkanları da varmış.Allaha şükür diyor.Geniş bir gülümseme ve huzur yayılıyor yüzüne.Benim yemem gerek diyor. Küçük emiyor.Beslenmem lazım diyor.Bak diyor bu var ya bu, çok yufka yürekli.Çocuklarına çok düşkün.Kızı sorar şimdi uçakta ne yediniz diye? Boğazından geçmez ondan yemiyor diyor.Kıza götürecek o paketi.Bakıyorum gerçekten kocası pakete hiç dokunmamış.Bize çok düşkün diyor.Yazık kimsesi yok.Anası babası yok yetim bu.Ondan bu kadar bize düşkün diyor. Sanki kendi eksikliğini kocasının kimsesizliği ile dengelemeye çalışıyor.Ne güzel diyorum.Çocuklarına ,eşine değer veren,adam gibi adam diyorum.Mutlu mutlu gülüyor.
Daha iyi anlıyorum ki kadının ne olursa olsun mutlu olması erkeğe bağlı.Kendini seven,olduğu gibi kabul eden bir erkeğin yanında kadın her koşulda mutlu oluyor.Aşağıda neler gördüğümü soruyor.küme küme dağları,ip gibi ımakları,küçük bir çanağa benzeyen gölleri pamuk şekere benzeyen bulutları anlatıyorum.Çok keyif alıyor.
Daha önce akıl edemediğim için kendime kızarak hadi yer değiştirelim buraya sen otur diyorum. Yok böyle daha iyi.zor olur şimdi kemeri zor bağladık zaten diyor.Keşke oturmadan önce deseydin diyorum seninle yer değişirdik.Aklıma geldi ama erkek yanında oturmak istemezsin diye düşündüm diyor.Gülüyorum.Uçakta öyle bir ayrım yok.Hem neden oturmamayım ki diyorum.Gülüyor he o zaten senden küçük diyor.
Gülmemek için kendimi zor tutuyorum.Bu saf,güzel,iyi niyetli yol arkadaşımı çok sevdim. Asıl görmek gönül gözüyle görmektir.Gönül gözüyle görenlerin saflığı,sevgisi vardı yüzünde.Nice gören duyuları körelmiş insanlara inat hayata dört elle sarılmıştı.bir müddet sonra uçak inişe geçmeye başladı Antalya hava limanına geldiğimizi bildiren kaptanın sesi ile heyecanı daha bir arttı.Çocuklar bekler şimdi diyor. Uçaktan inip bavulumu almak için bagaj kapısına yönelirken mutluluk nedir?diye soruyorum kendime;
"Mutluluk günün ilk aydınlığında, gecenin son karanlığındadır.
Özlenen sevgilinin dudaklarındadır.
Bir annenin okşayışında, bir babanın bakışında, bir çocuğun gülüşündedir"
Mutluluk,güzel göz alıcı kırmızı bir güle koşarken,ayağının altında ezilen papatyaları görebilmektir.
Küçük şeylerdir aslında bizi mutlu eden.Hayattaki küçük şeyleri kaçırmadan,birbirine değer vererek yaşamaktır asıl marifet.
Canan YÖNTER
YORUMLAR
Çok güzel, öykü tadında bir gezi yazısı okudum. Yazıdaki duygular gayet ustaca verilmiş. Okuyucu yazarla aynı duyguya çabucak ve kolaylıkla geliyor.
Teknik bir kusuru var, o da; cümleler çok üst üste, okuyucunun gözlerini zorluyor. Bol paragraf ve paragraf aralarını açmanız hem yazıyı daha estetik bir görünüme sokar hem de okuyucuya nefes aldırır.
Çok keyif aldım, kaleminize ve yüreğinize sağlık.