- 2565 Okunma
- 17 Yorum
- 5 Beğeni
Hoşgeldin bebek
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Epeyce bir süredir, Edebiyat Defterinin bu güzel sayfasına, dostlara selam kabilinden bile olsa bir yazı düşürmeye muvaffak olamadık maalesef.Biz diyelim iş yoğunluğu, hayat yorgunluğu, siz deyin tembelliğin dik alası. Lafın özü; sebep çok, icraat yok...
Memleketin dört bir yanı sıcaktan kavrulurken, sabahın erken saatlerinde başlayıp, kuşluk vaktinde kadar devam eden yağmurun serinlettiği havayı, yarı açık balkon penceresinden yüzüme üfleyen kadim dostumuz Karayelin sunduğu serin atmosfer, bu yazı yazma konusunda bir kaçışın olmadığını fısıldıyor artık kulağıma.
Ev ahalisi de, hareketli geçen bir günün ardından, ve de bitişiğimizdeki modern caminin genç müezzininin, güzel sesi ile icra ettiği saba makamındaki sabah ezanı okununcaya kadar uyuma imkanı bulamadıklarından olsa gerek, derin bir uykunun kucağında kaybolup gitmişler. Oldukça hoş bir sessizlik hüküm sürmekte etrafta.
Evimizin önünden akıp giden küçük dereyi mesken tutan ve hoş vıraklamaları ile bu apartman denizi arasında bizlere doğanın güzelliğini hatırlatan kurbağalarımızda dahi bir ses yok. Onlar dahi derin uykulara çekilmiş olmalılar.
Evet, şimdi yazı yazma zamanı dedik ama, bu kez çok özel bir durumla karşı karşıyayız. Öyle al kalemi eline, aklına geleni, gönlünden coşanı döşe gitsin gibi bir lüksümüz yok. Bu gün, özel bir gün; bu yazı, özel bir yazı. Kelimeler özenle seçilmeli, cümleler güzel kurulmalı. Tüm kahramanların portreleri itina ile çizilmeli; tasvirler, cap canlı resmedilmeli. Noktasından virgülüne, başlığından son satırına kadar, müstesna bir durumun, muhteşem bir olayın ölümsüzleştirilmesine katkıda bulunmalı yazı.
Zira, günün birinde başını alıp zamanın, uzun seneler ötesine, bu gün yaşamakta olan bizlerin asla erişmemizin mümkün olamayacağı uzak bir yerlere gittiğinde, bıyığı henüz terlemekte olan bir genç delikanlının, ya da hayat ile mücadelenin yorucu muharebesine tutuşmuş bir aile babasının, veyahut da torunları ile vakit geçirme mutluluğunu en ince detayına kadar yaşama çabasındaki bir yaşlı dedenin, ansızın bir yerlerden çıkıp gelerek, hayatının tekdüzeliği üzerine bomba gibi düşen ve kahramanı kendisi olan bir enteresan hikaye ile karşılaştığında, cümlelerin arasından fırlayarak bir buruk tebessüm olarak yapışıp kalmalı dudaklarına okuduğu kelimeler. Ya da bir kaç damla göz yaşı olarak hayat bulmalı gözlerinde. Edebiyat ve tarih el ele vermeli, değer biçilemeyecek bir hediye sunmalı ona. Bir anın, çok özel bir zaman diliminin ölümsüzleştirilmesine şahit olmalı.
Sabahın sekizinden, akşamın altısına kadar açık havada, güneş altında iş kovalamak gerçekten zor zanaat. Hele de yaşınız kemale erişmiş ise, hele de mütemadiyen 96 basamağı çıkmak ve inmek zorunda iseniz, işiniz gerçekten biraz daha zor oluyor. Bunu hoş bir deyimle özetlersek,’Adamın imanı gevriyor.’
Yüce Yaratan, her şeye bir kolaylık getiriyor sonuçta, kulunun imdadına yetişiveriyor başı sıkıştığında. Bu kez de öyle oldu, Haziran ayının ikinci, Temmuzun da ilk yarısına denk gelen Ramazan ayını, başka yöreleri bilemem ama, biz Doğu Karadenizliler için beklenmedik, alışılagelmediğimiz ölçüde serin kıldı, güzel kıldı. Günler hoş geçti, geceler hoş geçti, Oruç hoş geçti. Allah’a şükürler olsun.
On Temmuz Cuma günü, diğer günlerden farklı idi. Günlerdir gök yüzümüzü kaplayan ve yağmur taşımayan beyaz bulutlar, gölgelerini üzerimizden çektiler; alıp başını başka coğrafyalara göç ettiler; güneş ile, onun yakıcı, bunaltıcı ışınları ile baş başa bıraktılar bizi. Sonuç? Perişan vaziyette tamamlanan bir iş günü, yorgun argın eve zor kapağı atabilmek...
Bir elimde artık kurşun gibi ağır gelmeye başlayan bilgisayar çantası, diğer elimde tozdan rengini yitirmiş pabuçlarım, adeta yıkılır gibi daldım giriş kapısından içeri, salondaki üçlü koltuğa zor attım kendimi. Atmasına attım da, daha soluklanmaya fırsat bulamadan yağmur gibi yağmaya başladı eşimin fırçaları ki; ne kaçmak, ne de kurtulmak mümkün bu sağanaktan. Öylece bir güzel ıslanıverdik sözün kısası fırça yağmurundan. Neymiş efendim? Neden selam sabah vermeden, ev ahalisinin hatırını sormadan, tüm bireylere mutluluk tebessümleri dağıtmadan saldırıvermişim içeriye? Bilmiyor ki; dilim damağım kurumuş; hararet tavan yapmış: yorgunluktan dizlerimin bağı çözülmüş; şu illet hastalığa inat terk etmediğim oruç nedeni ilede, kan şekerim de yerlerde sürünmekte. Hal hatır soracak vaziyet mi kalmış bende?
Neyse efendim... Evimin serin, huzurlu ortamına atmışım ya ben kendimi, artık hiç önemli yoktur böyle esip gürlemelerin, fırtınaların, boranların. Gün boyu muharebe ettiğim yoğun iş temposu yanında, bu tür alışılagelmiş atakları savuşturmak için harcadım enerjinin lafı bile edilmez. Hiç bir şeye, hiç bir salvoya, hiç bir esintiye aldırdığım yok, günün yorgunluğunu çıkarma peşindeyim ben.
Salona, televizyonu en uygun açıdan görebilme pozisyonuna göre yerleştirilmiş üçlü koltuğun küçük ve yumuşacık yastığını başımın altına itina ile yerleştirmiş, yürümekten bitap düşmüş zavallı ayaklarımı büyük bir zevkle uzatmış, kumandayı da tam tekelime geçirmiştim ki; içerideki odadan gelen gürültü ve hemen ardından yükselen eşimin feryadı ile yerimden fırladım.
’Bey, çabuk kalk!...Hastaneye gidiyoruz!...’
’Hayrola? Ne oldu yav?’
’Kızın suyu geldi. Doğum olmak üzere!’
Büyük kızım, İç Anadolu’nun küçük bir ilçesinde, sessiz, sakin, mutlu bir hayat yaşamakta. Ancak, maalesef en yakın doğum hastanesi, yaşadığı yere bir saat uzaklıkta. Dünya hali bu, bir aksilik olur, her iki can da tehlikeye girer endişesi ile, doğumun ebeveynleri yanında gerçekleşmesine karar vermişler ailece. Buradaki doğum merkezinin evimize 500 metre kadar yakında bulunması, sanırım bu kararı almalarında önemli bir faktör oldu. Alıp getirdi eşi on beş gün kadar önce, bir kaç gün kaldıktan sonra da geriye, işlerinin başına döndü ister istemez. Zira, doğum günü olarak 22 Temmuzu işaret etmekteydi doktorlar ve epeyce bir zaman daha vardı o tarihe.
Bizim ailede en son doğum olayı on dört yıl evvel gerçekleşmiş, oldukça zahmetli bir operasyon sonunda, bizim oğlan dünyaya teşrif buyurmuştu. Velhasıl-ı kelam, unutmuşuz o telaşları, o tatlı heyecanları. Bu nedenledir ki, biraz şaşkın, biraz da merakla beklemekteyiz doğum günümüzü tüm ailece. Misafirlerimizi rahat ettirebilmek için elimizden geleni ardımıza koymuyoruz. Oğlan, odasını ablasına terk etti, kendisi salona taşındı. Sık sık yaptığımız yakın çevremizdeki doğa turlarına son verdik, müstakbel anne ile aheste aheste gezinti seanslarına başladık. Öyle nezle, grip gibi bulaşıcı hastalara yakalanmak, istinasız tüm aile bireylerine yasaklandı; aksi taktirde evden kapı dışarı edilecekleri ihtarı verildi.
Derken o gün, gölgeler uzayıp, son oruç saatine ulaştığımız yorgun bir zaman diliminde, bütün plan ve programları altüst eden olay gerçekleşti. Bizim ufaklık, yaklaşık dokuz aydır ikamet ettiği mekandan sıkılmış olacak ki, erken gelmeye karar verdi dünyaya; kese, torba ne varsa vurup patlatıverdi. ’Yeter bu kadar yüzdüğüm, biraz da güneşleneyim artık.’ diye düşünmüş olmalı yaramaz.
Eşim, üç çocuk dünyaya getirmiş, bakmış, büyütmüş, adam etmiş. Az tecrübeli değil hani bu konularda ama, sözün doğrusu tüm güvenimizi boşa çıkaran bu kez. Resmen eli ayağı birbirine dolaştı; neyi, nasıl yapacağını unutuverdi. Onun telaşlı hali, kızımı da huzursuz etmedi değil. Bereket versin ki, hastane çok yakınımızda, hastayı emniyetli ellerine teslim etmemiz çok zamanımızı almadı.
Vakit de, ne vakit hani. İftar topu ha attı, ha atacak. Hastanenin giriş kısmandaki gösterişli pastanenin modern oturma guruplarından birinin etrafına kümelenen hastane personeli, iftarlarını yapmak için, Yıldızlı camiinin yaşlı müezzininin akşam ezanını okumasını bekliyorlar. Hoş bir serinlik çökmüş sıcak geçen günün ardından yöreye. Usuldan usula esmeye başlayan poyraz, denize sıfır inşa edilen bu güzel yapının, istisnasız tüm balkon ve pencerelerinden içeri süzülüyor, aralıksız çalışan klimaların oluşturduğu suni ve sevimsiz atmosfere inat, doğanın olanca güzelliğini, masrafsız ve zahmetsiz, şifa bekleyen hastaların yorgun soluklanmalarına taşıyor.
Bizim ufaklık durdu durdu, böyle bir zaman diliminde işte dünyaya teşrif etmeye karar verdi. Ne demeli? Bunda da bir hayır vardır demek ki. Öyleye, iftara boşuna denk getirmedi doğumunu kereta.
Hastanemiz, son derece modern, oldukça gelişmiş, çok düzenli bir hizmet merkezi. Gereken müdahale anında yapılıyor, ameliyat için hazırlıklar tamamlanıyor. (Çocuk, anne karnında ters durduğu için, normal doğuma değil de, sezeryana karar veriyorlar.) O anda, önemli bir ameliyatın yapılmakta olduğunu, ardından da bizim hastayı alacaklarını bildiriyorlar görevliler. Biraz canım sıkılıyor, işkilleniyorum durumdan.’Herhalde’ diyorum kendi kendime,’İftardan sonra yapacaklar operasyonu. O nedenle bekletiyorlar bizi.’ İçten içe sinirleniyorum doktorlara ama, öyle fazla da öfkemi dışa vurmak istemiyorum. Sonuçta, müstakbel torunumuza kavuşmamızı onlar sağlayacaklar, iyi geçinmek, gönüllerini hoş tutmak gerekli.
İftar saati de geliveriyor bu arada. Bir taraftan doğum telaşı, bir taraftan oruç açma gayreti... Kimimiz, elinde bir bardak su ile asansörde, kimimiz bir simit parçası ile merdivenlerde... Allah’ın işine bakın. Her şeyin bir güzelliği var gerçekten. Eşim ve kızım, tüm Ramazan ayı boyunca nefis, leziz sofralar kurdular ya evimizde, buna rağmen yılın belki de en güzel iftarı idi orada, o hastane koridorunda yaptığımız.
Uzunca ve sevimsiz bir zaman aralığı sonunda hastamızın sırası geliyor, beraberce ameliyathanenin olduğu ’-3’ katına iniyoruz. Özel olduğundan mıdır nedir, görevlilerin nezaketine gerçekten hayran kalıyorum. Devlet hastanelerinde alıştığımız o sevimsiz, tebessümlerini yitirmiş insan profili yerini, her zaman gülümseyen hemşireler, hasta bakıcıları, doktorlar almış burada. Tüm hastane pırıl pırıl, misler gibi kokmakta.
Oldukça küçük bir koridordayız. Sol tarafımızda sürgülü iki kocaman kapı, diğer tarafında ise asansör ve merdiven girişleri...Kapılar üzerinde, büyük, kırmızı puntolarla yazılmış ’AMELİYATHANE’ ve YOĞUN BAKIM’ sözcükleri insanın içini ürpertiyor ilk bakışta. Hiç de filmlerden alıştığımız , o geniş ve ferah ameliyathane girişlerine benzemiyor burası. Biraz hayal kırıklığı yaşamıyor değilim hani bu konuda.
Hastamızı öpüp koklayıp, yüreklendirici sözler fısıldayarak Ameliyathane kapısından içeri uğurlayana kadar çok dikkatimi çekmemişti bu sevimsiz koridor. Daha sonra, bitmek bilmeyen dakikaları saymaya başladığım anlarda, yelkovanın her devir yapışından sonra arttı sevimsizliği gözümde.Bir hapishaneden, hatta ve hatta bir hücreden farksızdı o penceresi olmayan bölümü hastanenin. Orada kaldığımız iki gün boyunca karşılaştığım tek olumsuz tarafı sanırım burası, bu sevimsiz koridor idi hastanenin.
Koridorun nihayetine yerleştirilmiş, ancak dört kişinin kullanabileceği oturma gurubu, gençli-ihtiyarlı bir grup tarafından istila edilmiş durumda. Yeni bıraktığım ve alabildiğine kırlaşmış sakallarım hürmetine biri kalkar da bana yer verir diye boşuna bekledim. Hatta ve hatta, içimden öfkelendim de orada oturan gençlere ama, bir müddet sonra işin mahiyetini öğrenince kendime çok kızdım gerçekten.
Bizden önce ameliyata alınan hastanın yakınları bunlar.Kolon kanser teşhisi bu gün konmuş ve ameliyata alınmış anneleri. Merakla, ümitle operasyonun nihayetlenmesini bekliyorlar. Her birinin ağlamaktan gözleri şişmiş, kan çanağına dönmüş adeta. On sekiz yaşlarındaki genç bir kız, başını yanında oturan gencin (Muhtemelen ağabeyi) omzuna dayamış, boş bakışlarla etrafını süzmekte. Ağabey ise, hayatın realitesi karşısında bir şeyler yapamamanın ezikliği içinde, öyle süklüm püklüm oturmakta, kardeşinin saçlarını okşamakta. İnanılmaz bir matem havası kaplamış ortamı, genç kızın arada bir iç çekişlerinden ve içeriden gelen bazı mekanik sesler dışında çıt çıkmıyor.
Bir müddet sonra üzerinde ’YOĞUNBAKIM’ yazısı olan büyük sürgülü kapı açılıyor, hastayı ameliyat eden doktor gözüküyor. Hasta yakınları, telaş ve merakla hep beraberce etrafını sarıyorlar, ümit verici bir kaç cümlenin dökülmesini bekliyorlar dudaklarından ama, maalesef gerçeği saklama ihtiyacı hissetmeden, tüm olan biteni olanca çıplaklığı ile anlatıyor doktor.Anlattıkları da, hiç iç açıcı şeyler değil hani.’Üzgünüm!’ diyor. ’Tüm iç organlarını sarmış hastalık.Yapabileceğimiz çok bir şey kalmamış. Şu an yoğun bakımda, sadece bir kişi kendisini görebilir.’
Kulak misafiri olduğumuz bu hazin manzara sonucunda eşime dönüyor ve;’Şu Allah’ın işine bak!’ diyorum. ’Yüce Yaratan, burada, bu hastane odasında, belki de bir canı alırken, yerine başka bir can gönderiyor.’ Onlar üzgünler, göz yaşı döküyorlar. Başları önde ayrılacaklar bu hastaneden. Belki annelerini kaybedecekler ve onsuz yaşamamanın mahzun atmosferine kendilerini alıştırmaya çalışacaklar. Bİz ise, belki de biraz sonra sevinç çığlıkları atacağız: yeni bir aile ferdine, ilk torunumuza kavuşmuş olarak mutlu ayrılacağız buradan.Bebeğimizi bağrımıza basacağız sevinçle.’
Bu karmaşık duygularla boğuşurken biz, biraz heyecan, biraz da hüzünlü geçen bir yarım saatin ardından, o klasik ’vıyaklama’ sesi ile yerimizden fırlıyoruz hepimiz. Heyecanımız artık tavan yapmış durumda, kimse yerinde oturamıyor, küçücük koridorda volta atıp duruyoruz her birimiz. Bir on dakika sonra da, bu kez ’AMELİYATHANE’ tapısı açılıyor gürültü ile, getirip veriyor kucağımıza bizim oğlanı hemşireler. Öyle ufak tefek, kara kuru bir şey. Kucağınızda kıpırdayıp duran bu minicik şeyi seyretmek, hareket eden ellerini, şekilden şekle giren mimiklerini incelemek, sizinle aynı havayı soluduğu gerçeğinin farkına varmak, tarif edilmesi zor bir duygu atmosferine sürüklüyor insanı. Evlat ve torun sahibi olanlar, şüphesiz bu durumun çok yakından şahididirler.
Anneannesi be teyzesi alıp odasına çıkıyorlar torunu, oğlum ve ben kızımı bekliyoruz. Bu arada, yeni dünyaya gelen oğlunun fotoğrafını çekip, Ankara’dan yola çıkan babasına gönderiyor oğlum. Teknoloji ne kadar ilerlemiş. Eskiden ancak mektuplarla böyle sevinçli haberler gönderilebiliyordu.
Kısa bir zaman sonra kızım da çıkıyor ameliyattan. Biraz bitkin ama, gururlu bakışlarının tamamladığı ve mutluluğun en güzel tablosunu yansıtan tebessümler gezinmekte dudaklarında. Elini tutuyorum, duygu fırtınası esiyor gözlerimde, her zaman alışageldiği baba gözyaşlarından bir kaç tanesi daha süzülüp düşüyor yatağına .Her şey güzel, her şey yolunda. Mükemmel bir doğum operasyonu, her ikisi de çok sağlıklı.
Zahmet etmiyor bizlere oğlan. Karnını doyurdun mu, mışıl mışıl uyuyor. Ufak tefek ihtiyaçları görme telaşları, ilk torunu sevme seansları, yeni hayata alışma adımları. Zaman çabuk geçiyor, babası da çıkıp geliyor kendince hiç bitmeyecek gibi gözüken bir zahmetli yolculuk nihayetinde. Oğluna, ilk evladına kavuşuyor o da, baba olmanın o tarif edilmesi mümkün olmayan ilk duygu fırtınalarını yaşıyor.
Sevimli bir yorgunlukla geçen gecenin ardından, ertesi gün, yine oldukça sıcak bir Temmuz günü ikindi saatlerinde, azat ediyor bizi doktorlar ve Trabzon’un rutubetli havasına merhaba diyor bizim oğlan. Bir gün önce akşam saatlerinde ayrılışımızdan sonra, bu kez bir kişi fazla dönüyoruz yuvamıza.
Tatlı bir sevinç, tatlı bir heyecan var şimdi evimizde. Bebeğin keyfine diyecek yok. Hiç üzmüyor bizleri.
Diğerlerinden fırsat bulabilirsem, ben de bir ara doya doya seveceğim yaramazı.
Bir zamanlar çocuktum. Sonra büyüdüm, ağabey oldum. Güzeldi ağabeylik. Zaman durmadı, akıp gitti denize koşan dereler misali. Gün geldi, baba oluverdim ansızın. Ardı ardına iki babalık daha yaşadım. Çocuklarım büyüdü, okullara gittiler, okullar bitirdiler, hayata atıldılar. İş güç sahibi oldular, büyüğüm evlendi, uçtu gitti evimizden.
Tüm bu olaylar, yaşlılık dediğimiz sevimsiz realiteyi taşıdı hayatımıza. Ancak, canlıların değiştirilemez kaderi idi bu durum ve bizler de boyun eğdik alnımıza yazılan kadere. Hayatı, elimizden geldiğince, becerebildiğimizce güzel yaşamaya çalıştık.
Ancak...
Bu ufaklık canımı sıktı benim biraz. Tamam, saçlarımıza, sakallarımıza yer yer aklar düştü ama, yani ihtiyarladığımızı tescillemenin ne anlamı vardı şimdi?
Resmen DEDE yaptı bizi valla.
İlk muhabbetimizde bu konuyu dile getirecek, sitemlerimi usulünce bildireceğim kendisine.
Hoş geldin bebek...
Dünyamıza hoş geldin...
Hayatımıza hoş geldin...
Ve,
iyi ki de geldin hani...
Hatta biraz geç mi kaldın ne?
Bir tutam hayat-12.07.2015-Trabzon
YORUMLAR
Bir tutam hayat
Bu defter bir aile gibi oldu zaten.
Gönül dostlarının yorumu düşünce,
sanki evimize ziyarete gelmişler gibi bir hisse kapılıyor insan.
Güzel bir duygu bu.
Çok sağ olun efendim.
Güzel dilekleriniz için çok teşekkür ediyorum kendim ve torunum adına.
Davi'ye alışmıştık.
Gülay Güzel'e de alışırız en kısa zamanda inşallah.
Biz de mi gerçek kimliğimize bürünsek acaba?
Davidoff
Misafirliğe gerçek kimliğimle gitmek istedim bende :)
nasıl bir hayat yaşar, nasıl biri olur, neler başarır, neler görür hepsi şu an bizim için muamma. inşallah hayırlı ve iz bırakan bir yaşamı olur. ama emin olarak söyleyebileceğim şu ki, doğumunu dede oldum diye geçiştirmeyerek bize harika tasvirlerle bir öykü sunan dedesi vark ve yine hayatının her dönüm noktasını Allah ömür verdikçe aynı şekilde yazıya dökecek bir dedesi var, çok şanslı bir bebek. hatta doğumu fotoğraflanan ya da kameraya alınan bebeklerden bile daha şanslı. Adıyla yaşasın inşallah hocam, elinize sağlık..
Bir tutam hayat
Doğumun yazıya dökülmesinin, fotoğraf ve filmden daha etkileyici olması.
Salim kafa ile düşündükçe, sana hak vermemek elde değil.
Ve,
bu sayfada kalem sallayan tüm yüce gönüllü insanların çocuklarına, torunlarına ne mutlu diyorum ben biraz daha ileri giderek.
Hiç şüphe yok ki;
onlar da hayatın bu önemli anlarını yazıları ile ölümsüzleştirmekteler, ölümsüzleştireceklerdir.
Bizler de,
Allah sağlık verir ise,
zevkle okuyacağız o yazıları.
Gün gelir, yine bu sayfadan,
çocuklarımız da, torunlarımız da okur inşallah.
Güzel yorumuna gönülden teşekkür ediyor,
iyi bayramlar diliyorum.
Bir tutam hayat
Ve,
bu güzel günümüze, sayfama düşürdüğünüz kısacık cümlenizle ortak olduğunuz için bir kez daha teşekkür ediyorum.
Çok sağ olun.
İyi bayramlar efendim.
Bir tutam hayat
Çok sağ olun.
Bu dede meselesine de alışamadım gitti vallahi.
hadi hayırlısı diyelim.
'' Hoş geldin Bebek''
Hoş geldin Cennet kokularında,yumuk ellerinde kadir gecesinin mutluluğunu getirdin,
Hoş geldin sevinçlerinde mutluluk, heyecan, sevgi, güzellikler getirdin.
Ailenin en kıdemli varlığı,RABBİM seni korusun gözetsin, hayırlı bereketli güzel bir ömrün olsun inşaallah,
maşaallah süphanallah,
Sizleri de tebrik ediyorum,bize yazınızın her satırında sevgi dolu yürekle torununuzu müjdelediğiniz için,
Allah bağışlasın Anne ve Babalı büyüsün,inşaallah,
Kaleminize yüreğinize sağlık,
Selam saygı dua ile,
Kadir geceniz de mübarek olsun.
Bir tutam hayat
Yazı büyük, küçük, uzun, kısa olmuş;
makale olmuş, deneme olmuş, hikaye olmuş, yada küçük bir yorum olmuş fark etmiyor.
Olay,
eğer gönül sesini taşıyor ise bakışlarınıza,
bir yerlerden bir serin esinti gelip yerleşiyor yüreğinize.
Mutlu oluyorsunuz bedava tarafından.
Ne demeli?
Bu harika dilekleriniz için size çok teşekkür ediyorum.
Kendim ve torunum adına.
güzel heyecan, yeni bir yaşam, yeni minik bir el ve kokusu çok güzel bir bebek. ömrü uzun olsun.
Bir tutam hayat
küçücük bir cümle ile ne güzel özetlediniz.
Minik bir el,
bir değişik koku.
Yeni bir yaşam,
tebessümlerle dolu günler.
Çok sağ olun.
Hayırlı bayramlar diliyorum efendim.
Aynur Engindeniz
Hayırlı olsun, hayırlarla büyüsün yavrucak inşallah. Zalim karşısında poyraz, mazlum karşısında meltem olsun inşallah adı rüzgar torununuz...
Trabzon'uma sevgiler bu arada. Size de saygılar.
Bir tutam hayat
Ne kadar hoş dilekler bunlar.
Hayatının sloganı olsun bebeğin bu cümle.
Trabzon selamınızı aldı efendim. Bilmukabele.
Hayırlı bayramlar diliyoruz sizlere.
Oy oy oy beklenen sevgili geldi en sonunda ha! haydi gözümüz aydın yüce ‘’ALLAH’’(c c) sağlıklı mutlu huzurlu bir yaşam sürmesini nasip etsin İNŞAALLAH çok sevindik çok mutlu olduk Gökhan hocam. Ha! bu arada desenize başrolde sevgili poyraz bebeğin olduğu yazılar hatta yazı dizileri bizleri bekliyor oh oh harika çokta güzel olur her halde,yanlız hocam sizden ricam klasik torun muhabbetine olduğu gibi, efendim benim torunun pipisi çok güzel görseniz bayılırsınız ya da yok efendim bizim torun, yattığı yerden işe dimi karşı duvara kadar kavuşturuyor şeklinde muhabbetlere dönüşmesin lütfen yani)))
Yazınızın her anında bizlerde o güzel heyecanları yaşadık kendinize özgü anlatımınızla bizleri de heyecanlı koşuşturmaların içine dahil ettiniz kaleminize gönlünüze sağlık hocam.
Tekrar gözünüz aydın Gökhan hocam torununuz ailenize Ramaza’ı şerifin güzel bir hediyesi olmuş ne mutlu şimdi size Gökhan dede mi diyeceğiz? Gökhan dede??? hımmm çık! ı-ııh siz alışsanız da biz zor alışacağız bu dede olgusuna Gökhan hocama devam dostum.
Bizlere müjde varen yazınızı ve torununuzu kutluyor minik bebeğmizin yanaklarından kocaman öpüyorum.
Saygı sevgi selamlarımla
Serhat BİNGÖL tarafından 7/13/2015 3:42:37 PM zamanında düzenlenmiştir.
Serhat BİNGÖL tarafından 7/14/2015 8:03:38 AM zamanında düzenlenmiştir.
Serhat BİNGÖL tarafından 7/15/2015 10:30:20 AM zamanında düzenlenmiştir.
Bir tutam hayat
Olayın henüz tam kavramış,
duyguları tahlil edebilmiş değilim.
Buradaki arkadaşların ballandıra ballandıra anlattıkları dede-torun muhabbetlerine başlayamadık biz henüz.
Yaramaz, ha bire besleniyor, ha bire uyuyor.
Saki yemek ve uyumak için gelmiş dünyaya.
Yav,
bu dede meselesi de garip bir durum.
Birden bire ihtiyarlamış hissi uyanıyor insanda.
Yani,
bir ayağınız çukura düşüveriyor anında.
Hayırlısı diyelim bakalım.
Umarım ve dilerim, güzel günler yaşarız bizim ufaklıkla.
gerçi yakında terk edip gidecek ya bizi,
galiba alışık olduğumuz özlemlerden daha değişik,
daha katlanılması z0or olacak onunki.
Ne yapalım?
Biz de Kemal Hocam gibi, gerekirse yakınına bir yere taşınırız.
Sırf onu sevmek için.
Çok teşekkür ediyorum yeniden güzel yorumuna.
Çok sağ ol.
'' Hoş geldin bebek ''
Umarım hayatını hoşluklar tamamlar. Ve bu acı dünyanın kıyısında, köşesinde yaşarken, insanca ve insani duygularla dünyaya katkı sunar.
Her şeyden önce, bize asıl anlatmak istediğin duygulara gelmeden yaptığınız tasvirler gerçekten çok güzel. Sanırım yazınızı asıl okutan bu cümleler.
Tebrikler...
saygılar,sevgiler dostuma...
Bir tutam hayat
Yazı hakkındaki düşüncenize gelince;
Her zamanki gibi haklısınız yine.
Benim de çok içime sinmedi doğrusu.
Hatta son kısmına,
''Dilediğimiz gibi güzel olmadı yazı, umarım yıllar sonrasından sitemler gelmez.'' diye bir not düşmüştüm.
Sildim sonradan bu notu.
Sözün özü,
düşüncelerimiz, fikirlerimiz çok çakışıyor sizinle.
Teşekkür ediyorum uyarınıza.
Usuldan usula o kısımları düzelteceğim.
Ne de olmasa çok yaşayacak bu yazı.
Az buçuk güzel olsun, değil mi?
Aa Maşallah! Yahu benim gözümde sen daha dünkü çocuktun! Dede mi dedin?.Vay be..
E ben de Bibi oldum desene EYVALLAH.
Tüm aileye hayır huzur iyilik ve güzellik getirsin inşallah.Erdemli ahlaklı iyi bir insan mutlu bir birey olsun dilerim.
Gözünüz aydın canım kardeşim.
Bir tutam hayat
Daha dün evlendik, yeni doğdu çocuklarımız.
Okul, sınav, diploma, düğün-dernek derken,
bir baktık dede oluvermişiz.
Ne demeli?
Darısı bu güzelliği henüz yaşayamayanların başına.
Güzel dilekleriniz ve güzel yorumunuz için çok teşekkür ediyorum efendim.
Hem kendim, hem de torunum adına.
Dedelik iyidir. Babalıktan bile...Evlatlarımızın ne zaman büyüdülerinin farkına varamıyoruz.Ama torunlar? Milim milim büyüdükçe kollarımızda, aldığımız keyif de büyüyor. Cenab-ı Hak, torun lutfedince, kudret-i İlâhîyi, Rabbimin bin bir isminin güzelliğini yakından müşâhede ettim. O ilk gülüşleri, dede-torun birbirine alışınca size sarılışları, sizdeki şefkati hissedip size atılmaları yok mu…Bir gün oğlum sordu, "yahu baba, sen bizi büyütürken hiç öpmezdin. Bu veledi ise şapur şupur, yarappi şükür, deyip deyip öpmektesin! Bu ne iştir böyle?” Güldüm. Ona, “ dSizi büyütürken bene çocuk sayılırdım. Acemiydim yani... Artık yaşlandım ve her şeyin yumuşak olanına düştüm. Sen sert kabuklu fınduk gibisin, o ise fındık içidur, da!...İşte bu kadar...“ Evvet, evlatlar, kardeş çocukları, sizleri elbet seviyoruz ve hep de seveceğiz. Amma velakin, torunlarımızla aramıza girmeyin lütfen; çünkü, önümüzde takla da atsanız, onları sizden daha fazla seveceğiz”…
ALLAH, ANALI BABALI VE SAĞLIKLA BÜYÜTSÜN. SİZİN DÜNYANIZLA ONUN DÜNYASI HEP İÇİÇE OLSUN İNŞALLAH... GÜNE GELEN YAZINIZI KUTLARIM...SAYGILARIMLA...
Bir tutam hayat
İlgiyle okudum yorumunuzu.
Ben,
henüz daha o tariflediğiniz güzelliğin tadını alamadım.
Ufak tefek ya,
korkuyorum biraz herhalde.
Umarım ve dilerim, çok uzak olmayan bir zaman diliminde,
anlattığınız ve yaşamaktan zevk aldığınız o ilişki bizim de hayatımızı sarıp sarmalar.
Gerçi,
bizim torun da kısa bir süre sonra alıp başını gidecek ya...
Artık,
belki ardı sıra yollara düşeriz biz de sizler gibi.
Güzel yorumunuza,
dede-torun ilişkisinin lezzetini aktardığınız, hatta yaşattığınız güzel cümlelerinize teşekkür ediyorum.
Hepimize,
torunlarımızla geçireceğim mutlu anlar diliyorum.
Çok sağ olunun efendim.
Adamın kanında olursa yazarlık, torununun gelmesini de böyle verir işte. Yazı bittiğinde ben torunun ne kadar şanslı olduğunu düşünüyordum. Hatırlarım da ben gibi orta yaşı çoktan devirmişlerin doğdukları zamana ait ne kadar az bilgisi vardır. Belki bir kaç siyah beyaz fotoğrafla durumu anlamaya çalışırlar ama, insan eskiyi de şimdiki halden koparıp betimlemede çok da başarılı olamazlar. Geriye ebeveynlerin gerçekle harmanladıkları çok geride kalmış, artık buğulu bir perdenin arkasında kalmış anılarla anlattıklarıdır yetinmek zorunda olduğu.Doğduğu zamana ait hava nasıldı, insanlar nasıl yaşardı, çevre nasıldı, nelere üzülür, nelere sevinirlerdi gibi bir yığın soru, cevapsız, cevap varsa da çok yetersiz.
Şimdi değerli yazarın torununu ve doğduğu anı bu kadar güzel betimleyen yazısını düşünün? Yahu bundan güzel hediye olur mu? Her şey ama her şey en ince detayına kadar öykülenmiş.
Evet, torununa kavuşmuş değerli yazar çok şanslı ama torunu da şansta ondan aşağı kalmaz di mi?
Ben her ikisinizi de, torununa hoş geldin bebek, ömrün uzun olsun, size de hayırlı, uğurlu olsun diye kutluyorum.
Bir tutam hayat
bu güzel yorumun ana fikri idi benim de hareket noktam yazıya başlarken.
Ancak,
çok içime sindiğini,
tam arzu ettiğim gibi kaleme alabildiğimi söyleyemeyeceğim.
İkinci bölümü ile biraz daha uğraşmam gerekecek.
Sevgili Mybull'da bu noktaya değinmiş zaten haklı olarak.
Bu güzel yoruma gelince;
Gerçekten,
benim yazıda anlatmak istediklerim olağanüstü güzellikte özetlenmiş.
Her birimizin hayatında önemli bir noksanlıktır bu durum.
Umarım ve dilerim,
uzun yıllar sonra bu yazıyı birileri ile paylaşırken torunum,
''Helal olsun dedeme yav! iyi ki o günü yazmış, o günü ölümsüzleştirmiş'' diye bir küçücük sevgi cümleciği sarf eder arkamızdan.
Ve dilerim, gün gelir,
buradaki tüm gönül dostlarından bu türlü yazıları okumak kısmet olur bizlere.
O güzel sevinçleri beraberce yaşarız.
Güzel yorumunuza çok teşekkür ediyorum efendim. Dileklerinize de.
Yeni bir bebeğin gelişini müjdelemeden önce
Yazının giriş bölümü hayal dünyanızın
Gönül zenginliğinizin ve hayal dünyanızın enginliğini
Yazıya dökmeniz harikaydı.
Okuyucuyu merak sarmalına düşüren renkli bir kişiliğin sergilenmesi
Taktire şayandi ne mutlu o bebişe böyle bir dedesi var.
Kim bilir ona ne güzel masallar ve hayattan ne enteresan anekdotlar anlatacak.
Ne demişti değerli insan SAkıp Sabancı
Evlat, faiz torunda faizin faizi.
Bende yavrumun yavrusu, yaşam sebebim derim torunlarıma
Evlâtlarıma göstermediğim töleransı onlara gösteriyorum
Anne ve babaları bize böyle davranmıyordun ama diye sitem ediyorlar.
Kutlarım sizi sevgili hayat dede olma zevkini yattığımız için
Bebişede uzun ve mutlu bır hayat dilerim analı babalı büyür inşallah
Hoşça kalın yeni dede saygılar
Minos tarafından 7/13/2015 2:55:10 PM zamanında düzenlenmiştir.
Minos tarafından 7/16/2015 9:13:35 PM zamanında düzenlenmiştir.
Bir tutam hayat
Zevkle okudum bir kaç kez.
Siz,
böyle güzel yazılar yazmalısınız sıkça.
İnsanların,
en azından buradaki kalem dostlarınızın sizden öğreneceği çok şey,
alacağı çokça hayat dersleri var.
Çok teşekkür ediyorum efendim bu güzellik ile sayfamı zenginleştirdiğiniz için.
Minos
Benim başa çıkamadığım bir huyum var.
Bir mevzuya kilitlendiğim zaman onu anlayıp pullamaya konsantre olamıyorum
Ne demek istiyorsam direk o noktaya varmak söyleyeceğimi bir an önce dile getirmek kısacası aceleci ve doğrucu bir karekterim var.
Zararını da görsem hiç umurumda değil binde birine sesimi duyursam
Meramımı anlatsam bana yeter.
Ne demiş atalarımız. Can çıkmadan huy çıkmaz değerli Engin yürek
Bayramınızı kutlar yorumunuzla ve aile fertleriyle çoşku dolu günler dilerim
Hoşça kalın
Allah hayırlı ömürler versin gözün aydın,
Bizim saçlar beyaz ama daha dede olmadık.
Eh bulmuşsun artık kendine meşguliyet,
İş yorgunluğunu alır gülümsemesi,
Akşam raporları alırsın ;uyudu mu şişini yaptı mı..
Hazırla artık bastonu dede ,elin alışsın..
Adını koymamışsınız,
Kahramanlık yaptıktan mı sonra alacak adını...
Tebrik ederim saygılarımla.
Bir tutam hayat
Karadenizden esinti olsun diye Poyraz koymuş annesi adını.
Bu arada kısacık cümlelerle sıraladığınız muhtemel maceraları tebessümle okudum.
Hepsi çok güzeldi.
Kulağıma küpe olsun, uygulayayım fırsat buldukça.
Zira,
pek alışamadım bu dede olayına henüz.
Ha!...
Bu baston olayı da canımı sıktı ha!...
Daha çok delikanlılık yapacağız yahu bizler.
Hoş geldin bebek. Sağlıklı ve mutlu ol hep, e mi...Ailene getirdiğin mutluluk daim olsun ufaklık. Ne mutlu sana ne mutlu ailene ve ne mutlu bizlere. Ömrün çok olsun senin ve hep gül. Gözyaşların sadece mutluluğuna eşlik etsin.
Hayırlı uğurlu olsun efendim. Maşallah, demek düşen payımıza.
Güzel bir yazı paylaşmışsınız bizleri de mutlandıran.
Saygı ve selamlarımla...
Bir tutam hayat
Çok sağ olun, var olun.
Dedeliğe henüz alışamadık,
güzelliğin tadını çıkarmaya başlayamadık.
Umarım uzun sürmez de bu alışma dönemi,
siz tecrübeli arkadaşların naklettiği güzel dede-torun, babaanne-torun, anneanne-torun muhabbetlerini yaşamaya başlarız.
Güzel yorumunuz için tekrar teşekkür ediyorum.