5-Deus Ex Machina
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Güneş Keşiş Dağı’nın arkasından karanlığı kırmaya başladığında ordumuz dağın batı yamacını çoktan geçmek üzereydi. Çiğ düşmüş ıslak çimler yürümeyi zorlaştırsa da, askerler gayet muntazam ilerliyorlardı. Tam bi sessizlik hakimdi. Sessizliği bozan tek şey bülbüllerin birbirleriyle yarışırcasına mest eden şakımalarıydı. O an belki de buradaki çoğu kişinin duyduğu son güzel şeyin bu bülbüller olacağını düşündüm. İster istemez acıyla gülümsedim. Sonuçta hükümdarından en düşük rütbeli askerine kadar tamamen kardeş kardeşe bir savaş olacaktı. İsa Çelebi’nin paralı askerlere ağırlık vermiş olmasını umdum.
Şehzade en önde mağrur bir şekilde ilerliyor yanında ben ve diğer beyler, ardımızda süvariler ve onların ardında da yaya askerler geliyordu. Önümüzde yürüyen rehber çoban yaya olmasına rağmen yorulmadan ve gayet çevik bir şekilde ilerliyordu. Söz verdiği gibi bizi bir günden az bir sürede dağın ardından dolaştırmış ve Nilüfer çayına ulaşmıştık. Ancak bahar aylarından olsa gerek ovada yoğun bir sis mevcuttu. Öyle ki çayın ötesini bir perde misali kapatmıştı. Şehzade bu durumu gördüğünde canı sıkıldı. Sisin dağılması öğle vaktini bulabilir, bu süre zarfında bütün planımız suya düşebilirdi. Şehzade’nin sıkıntılı halini görünce yüzüğü avucumun içine alarak dua etmeye başladım. Bir süre gözlerim kapalı bu şekilde dua ettikten sonra yüzümü okşayan serin bir rüzgarla gözlerimi açtım. Arkamızdan esen rüzgar sisi dağıtmaya başlamıştı. Gülümsemem Şehzade’nin içimi okumaya çalışan bakışlarıyla yarıda kaldı.
Sis kalktığında ise bizi başka bir sürpriz bekliyordu. Karşımızdaki manzara karşısında Şehzade dahil herkes şaşkınlık içerisindeydi. Çünkü çayın hemen ardında bizimkinden üç kat fazla görünen bir ordu bekliyordu. Asıl şaşırtıcı olansa İsa Çelebi’nin sancağının yanı sıra Karamanoğlu Mehmed Bey’in ve Romalı paralı askerlerin sancağının da olmasıydı. Beyler homurdanmaya başladı:
-Beyim ağabeyiniz haber almış olmalı.
-Beyim çok önceden alınmış bir istihbarat gibi duruyor.
-Hemen geri çekilip biz de paralı asker desteği almalıyız beyim.
-Beyim..
"Susun!!" diye gürledi Şehzade. Beyler bu bağırışla afalladı. Daha önce Şehzade’nin sesini yükselttiğine şahit olmamışlardı.
-Efendiler, bana ne oluyor ki gözlerinizde korku emaresi görüyorum. Kaçmaktan çekilmekten bahsedersiniz, hem de bunca sıkıntıdan sonra.
Beyler mahcup şekilde boyunlarını büktüler. Şehzade sesini daha da yükselterek ordunun duyabileceği şekilde konuşmaya başladı:
-Günlerce yolculuk ettik, uzunca mesafe katettik, kimse sonunun kolay olacağını söylemedi. Burda ya ölürüz ya da muvaffak oluruz. Her halükarda Osmanoğlu yaşayacak. Buraya kadar gelip bizi koyup gidecek olan olursa, savaştan sağ çıkmamam için dua etsin.
Askerler kılıçlarını ve mızraklarını kalkanlarında şakırdatarak Şehzade’ye destek verdiler. Şehzade başıyla onaylayarak bana döndü:
-Ee Mirza Bey sen ne diyorsun?
-Karşımızda bizim üç katımızdan fazla bir ordu var beyim.
-Ne yani sen de mi korkuyorsun?
-Haşa beyim, bir fikrim var. Kuzey tarafına bakarsanız nehrin sığlaştığı kısmı görürsünüz. Eğer erken davranıp orayı ele geçirirsek karşımızdaki ordunun üstünlüğünü büyük ölçüde kırmış oluruz. Zaten Romalı askerler ağır zırhlı, sığlıkta oldukça zorlanacaklar. Asıl endişe etmemiz gereken Karamanoğlu’nun okçuları. Onlar için bir süvari birliği ayırmalıyız.
Fikir Şehzade’nin hoşuna gitmişti. Hemen emirleri vererek orduyu sığlığa yönlendirdi. Bizim harekete geçmemizle karşımızdaki orduda da hareketlenmeler başladı. Şehzade elli kişilik bir süvari birliğini Karamanoğlu okçularının hareketlerini izlemekle ve buna göre hareket etmekle görevlendirdi.
Tam istediğim gibi az sayıda olmamız işe yaradı ve sığlığa önce vardık. Okçuları yerleştirerek mızraklılardan ilk darbeyi karşılayacak kalkanı oluşturduk. Süvariler ardları sıra bekliyor. Ayrıca ayrılan 50 süvari ise her an hızlıca harekete geçmek üzere fırsat kolluyordu. O sırada yaklaşan ordunun önünde Hürmüz ve adamlarını gördüm. Karamanoğlu Mehmed Bey ordunun başında Hürmüz’ü göndermişti. Hürmüz belli bir yerden sonra ilerlemedi ve orduyu yönlendirdi. Paralı askerler sığlığa giremediklerinden kuzey cenahta bekliyorlardı. İsa Çelebi’nin askerleri ortadan hızla geliyorlar, Karamanoğlu’nun askerleri ise güneyden destekliyorlardı. Karamanoğlu okçuları doğuda küçük bir tepeciğe yerleşmişler, uygun anı kolluyorlardı. İsa Çelebi’nin süvarileri mızraklı siperlerimize yıldırım gibi çarptı. Ancak sığlığı geçemediler. Ardından okçularımız süvarileri ok yağmuruna tuttu.
Süvariler kısa süreli bir dağınıklığın ardından tekrar hücuma geçtiler. Savunmada açtıkları gediklerden yaya askerler hücuma geçiyor, onlar da bizim yaya askerlerimizle göze göz dişe diş bir mücadeleye giriyorlardı. Bu esnada Hürmüz ve adamlarının garip şeyler yaptığını farkettim. Daha ne yaptıklarına anlam veremeden, askerlerin arasında dolaşan karaltıları farkettim. Bunlar duman şeklinde korkunç ifritlerdi. Hürmüz yine yapacağını yapmış savaşa kara büyü karıştırmıştı. İfritler çok hızlı hareket ediyor, askerlere musallat oluyorlardı. Savunma hattımız yarılmış, askerler dehşete kapılmışlardı. Ne kılıç ne de oklar ifritlere tesir ediyordu. Kaçınılmaz bir bozgun söz konusuydu. İfritlerden daha farklı ve daha korkunç olan bir tanesi hedefine kilitlenmiş gibi doğruca Şehzade’ye geliyordu. Şehzade çaresiz atını mahmuzlayarak ifrite doğru bir hamle yaptıysa da ifrit Şehzade’yi atından düşürerek bir yılan gibi sardı ve boğmaya başladı. Tüm bunlar saniyeler içinde olmuştu ve bakakalmıştım. Korkuyla titredim ve kendime geldim. Kılıcımı yüzük takılı olan elime alarak "Ya Allah!!" diye bağırarak ifrite saldırdım. o anda elim tıpkı Musa Peygamber’in beyaz eli gibi ışık saçmaya başladı ve ışık anında ifriti yuttu. Şehzade’nin şaşkın bakışlarını aldırmadan kendisini yerden kaldırdım ve diğer ifritlere doğru hareket ettim. Kılıcımı vurduğum ifrit yokoluyor, elimden çıkan ışık hüzmesi daha da güçleniyordu. Bunu gören Şehzade’nin askerleri, cesaretlerini toplayarak peşim sıra saldırıya geçtiler. Önce sırasıyla ifritleri yokettim, diğer süvarilerse yanımda at sürerek piyadeleri eziyorlardı. Ordumuzun dağıldığını gören paralı askerleri sığlığı geçmeye çalışırken yakaladık ve onları da oracıkta darmadağın ettik. Karamanoğlu okçularına ayırmış olduğumuz 50 kişilik süvari, paralı askerlerin dağılmasıyla hızla Karamanoğlu okçularını bozguna uğrattı. Hürmüz ve adamları bir anda savunmasız kalmışlar, gafil avlanmışlardı. Yanımdaki süvarilere onları işaret ettim ve üzerlerine gittik. Oracıkta Hürmüz’ün on adamının işini bitirdik ve Hürmüz garip bir şekilde yine ortadan kayboldu. Aramak için fazla oyalanamadık çünkü İsa Çelebi’nin ordusunun büyük kısmı hala duruyordu.
Okçularımız sığlığı geçerek, İsa Çelebi’nin kalan birliklerini ok yağmuruna tutmaya başladılar. İsa Çelebi kaçanları tekrar toplayarak bu kez orduyu kendi kumanda ederek hücuma geçti. Ben de süvarileri üstlerine sürdüm. Bir yandan süvarilerimiz daha fazla olsaydı keşke diye hayıflanıyordum. Tam o anda savaşın kaderini değiştiren olay meydana geldi. Önce büyük bir uğultu ardından büyük bir toz bulutuyla Keşiş dağından inen büyükçe bir geyik sürüsü gördük. Yüzlerce, binlerceydi ve başlarında boynuzlarından oldukça yaşlı olduğu anlaşılan diğerlerinin en az iki katı büyüklükte bir erkek geyik liderlik ediyordu. Şaşkın bakışlar arasında sürü İsa Çelebi’nin kalan ordusunu bozguna uğratarak aynı hızla yollarına devam ettiler. Biz de hiç vakit kaybetmeden üzerlerine giderek kalanları esir almaya başladık. Saatler içerisinde savaş kesin bir yenilgiden bizim galibiyetimize dönmüştü. Ancak İsa Çelebi de elimizden kaçmıştı.
Şehzade kalan askerlerle yanımıza gelerek savaş meydanını ve esirleri kontrol ediyor. Az önce gördüğü manzaraya bir anlam vermeye çalışıyordu. Nehir kenarından duyulan bağırışlarla hemen kontrol etmeye gittik. Hürmüz sazlıkların arasından sıvışırken yakalanmıştı ve tehditler savuruyordu. Şehzade ağzı dahil heryerinin bağlanmasını emretti. Şehrin meydanında idam edilecekti.
Savaş meydanından ganimetler toplandıktan sonra şehre hareket ettik. İsa Çelebi’nin bozguna uğrayıp kaçtığını duyan şehir halkı direnmeden kapılarını açmış, bizi büyük bir kalabalıkla karşılamışlardı. Zaten Şehzade’nin arzusu da şehre zarar vermeden girmekti. Tam istediği gibi olmuş hükümdar gibi karşılanmıştı. Vakit ikindiden akşama dönerken şehrin meydanına Hürmüz’ün idamı için bir sahne kurulmuştu. Ben de bu arada ailemi sağ salim bularak hasret giderdim. Öldüğümü düşünüyorlardı, birden kanlı canlı karşılarına çıktığımda sevinçten çıldıracaklardı. Bir müddet hasret giderdikten sonra Hürmüz’ün idamının gerçekleşeceği yere gittim. Halk toplanmış Hürmüz yüksekçe bir sahneye çıkartılmış, yanında cellat baltasını biliyordu. Birazdan akşam ezanı okunacak, Şehzade’nin arzu ettiği gibi namaz Ulu Cami’de kılınacaktı. Şehzade Hürmüz’e sordu:
-Her ne kadar bir ateşetapan, adi bir büyücü olsan da son sözünü soracağım. Bize söylemek istediğin bir şey var mı?
Hürmüz pis pis sırıttı. Tüm kalabalığı baştan aşağı süzerek gözleriyle beni buldu ve seslendi:
-Ooo Mirza Bey, görüyorum ki yine yerini sağlama almışsın. Ama üzülme er ya da geç o yüzük elinden alınacak. Senin gibi zavallıların taşıyabileceği bir şey değil o. Vaktin varken tadını çıkar...
Şehzade’nin el işaretiyle Hürmüz’ün sözü bitmeden cellat kafasını bedeninden ayırdı. Ardından tüm beylerle birlikte Ulu Cami’nin yolunu tuttuk. Yüzük bilgisinin ortaya çıkmasından rahatsızdım. En azından Hürmüz tarafından. Ben uygun bir fırsat bulduğumda herşeyi açıklayacaktım Şehzade’ye ama böylesi daha kötü bir sonuç doğurabilirdi. Bir şeyler sakladığımı öğrendiğinde Şehzade beni hoşgörmeyebilirdi. Bu düşüncelerle akşam namazını kıldıktan sonra cemaat dağılırken Şehzade bana kalmamı söyledi. Muhafızlarına da dışarıda beklemelerini emretti.
-Mirza Bey sanırım neden kalmanı istediğimi tahmin ediyorsun.
-Hürmüz’ün söyledikleri..
-Doğru değil mi?
- Evet beyim doğru, hep uygun bir an kolladım anlatmak için ama bir şeyler engel oldu, bunun için çok müteessirim.
- Yani seninle karşılaştığımdan beri yaşadığımız tüm o gariplikler..
-Evet beyim bu yüzük sayesinde, bir çok kez benim hayatımı da kurtardı. Hürmüz’ün söylediğine göre Süleyman Peygambere ait bir emanet.
-Yani mühr-ü Süleyman öyle mi?
-Evet beyim, sizinle karşılaştığımızda bunu Emir Timur’a götürüyordum. O an en iyi seçenek o gibiydi ancak sizi tanıdıktan sonra bunun size ait olabileceğini düşündüm ve hizmetinize girdim. Bunun da yardımıyla rakiplerinizi alt edebilir, kardeşlerinizi bir araya toplayabilirsiniz. Osmanoğulları tüm dünyaya hükmedebilir. Hem de sizin gibi dirayetli ve adaletli bir hükümdarın hükmü altında altın bir çağ yaşayabiliriz. Bu yüzük Allah’ın bir lütfu, bu küffardan bizim elimize geçmesi tesadüf değil beyim.
Bunları anlatırken yüzüğü Ulu Cami’nin ortasındaki şadırvanın taşına koydum. Şehzade’nin yüzü gülüyor, gözleri parlıyordu. Anlattıklarımın hayalini kuruyor gibiydi. Yüzüğe odaklanmıştı ve büyülenmiş gibiydi. Ben anlatmaya devam ediyordum. Sonra yüzüme baktı, ciddileşmişti.
-Mirza Bey, çok güzel bir hediye sunuyorsun bana ve bununla tüm bu karmaşaya son verebilirim. Allah’ın adını dünyanın dört bucağına ulaştırıp, adaletle hükmedebilirim. Ama hayır, hayır efendi Mirza, bu bizim için çok ağır bir emanet, bizim gibi sıradan insanların elinde bulunmamalı, hele ki tekrar yanlış ellere geçtiğini düşünmek bile istemiyorum. Biz Allah’ın izniyle arzumuza çalışarak, çabalayarak, savaşarak, kan ve ter dökerek, gerekirse kurbanlar vererek ulaşacağız. Öylesi daha kıymetli olacak emin ol ve doğru yoldan ayrılmayacağız, insanı yaşatacağız ki devlet yaşasın, bu anlayıştan uzaklaşmadığımız müddetçe evvelallah dünyaya bu yüzük olmadan da hükmederiz.
Bunları söyleyerek şadırvanın kenarından aldığı gürzü şaşkın bakışlarım arasında büyük bir hızla yüzüğe indirdi.
Son
YORUMLAR
Bence aşk aşkın tarihini yazmalsınız şu yüzük kısmı çok etkiledi beni.Kutsal emanetlerde izlemiştim ozamanda çok etkilenmiştim.anlatımınız tarih romanı gibiydi.sevdim ..
grafspee
Tarihin başına devlet kuşu konmuş gibi. Kaleminiz Türk tarihinin az bilinen bölümlerini muhteşem fantastik öğelerle dolduruyor. Kutluyor, çalışmalarınızın devamını okuyabilmek için sık sık sayfanızı kontrol ediyorum. Okuma zevkimi arttırdığınız için teşekkürler.
grafspee
Tereddüt tecrübeyi alt üst edebilir… Oysa yalnız bildiklerimiz içimizde hep birilerinin limanına demir atmış… Güç bu limanların en büyüğü.. Alım gücü,(para,altın,gümüş) vs doğurduğu gücün kölesi gibi…
Bunca savaşların tek kazananı güç değil mi? Gücün içinde bin bir türlü iç geçirmeler. Ve sonucun kime yarayıp yaramadığının ne önemi var. Ölenler yaşayanların ayakları altında can verdi.
İnanç uğruna, inandıklarını savunanlar haklı ya da haksız gücün esareti altında yaşamaya devam edecek. Bunun dışında yaşamanın başka yolu yok. Bütün güçleri temsil edenler dahi bu ağırlığın altında vebalıdırlar.
Sevgiler saygılar..
grafspee
güzel katkınız için teşekkür ediyorum, saygılar.
Okuru öyküyle bütünleştirmede gayet başarılı giriş, daha en başından itibaren mükemmel tasvirlerle ustaca, naif bir merak duygusuna yelken açıyor. Naif çünkü, kanlı bir savaş öncesinde bile yaşamın, o kendi dinamiğiyle, savaşa rağmen olduğunu ve hep olacağını, bu doğal olmayan halle alakasının olmadığını şakıyan kuş sesleriyle vücut bulan doğasıyla dikte ediyor.
İsa Çelebi'nin adının geçmesiyle, Fetret dönemini idrak ediyor bilen okuyucu ve bu, yazarın başarısıdır kuşkusuz, okuyucuyu daha da artmış merak duygusuyla, kollarına kendini bıraktığı sıradan merak duygusunun yanına öykünün nasıl bir yol izleyip, tarihi nasıl kucağına getireceğinin sabırsızlığıyla harmanlıyor. Bir özgünlük beklentisi akılların bir köşesinde sessiz dansına başlıyor. Hop, Karamanoğlu Mehmet giriyor farklı bir zamandan. İşte özgünlük dediğim, yazarın tercihi bu işte. Dönemler farklı ama, öyküyü böyle harmanlamak istemiş yazar! ÇÜNKÜ BU BİR ÖYKÜ! Ben tam da burada yazarın yazdıklarını bir tarih değil, edebiyat olarak görmeye, açtığı özgün kapıdan girmeye gönüllü oluyorum.
Ve yazar tarafından bir savaşın nasıl olup da sadece nicelikle değil, içine sinmiş akıl denen nitelikle kazanıldığında ikna ediliyorum, hem de gönüllü ve aynı fikirde olarak.
Savaşın galibine taraftar olup, aynı duygularla ben de rahatlıyor, yazarın önüme çizdiği yoldan betimlediği ilahi duyguların içine yavaşça süzülüp, onun bir parçası oluyorum.
Öyküyü her şeyiyle çok beğendim.Deyim yerindeyse dört dörtlüktü. Yazarına aşinayım, zira sürekli izlediğim, favorilerim arasında olan bir kalem. Oldukça özgün ve her öyküsünde kendisini daha da geliştirip, yeniliyor.
Eline ve yüreğine ve de kalemine sağlık dostum. İlham vericisin...
grafspee
insanı gururlandırması ayrı bir tarafa özellikle bir sonraki yazmak istediğim yazıların bir üst seviyeye taşınmasına yardımcı oluyorsunuz bu açıdan size çok teşekkür ediyorum.
öte yandan ayrıntılara olan dikkatiniz haliyle memnun ediyor. yazı içinde kaybolup gitmediği memnun oluyorum.
sizin de elinize sağlık üstad, öykü konusunda sitede ilham aldığım ender yazarlardansınız. selamlar saygılar.
Ne kadar zamandır siteye gelip okumamışım meğer, ne kadar da uzak kalmışım buradan...
Şimdi kızdım kendime gerçekten.
Sürükleyici ve çok güzel bir çalışma olmuş.
Aktıkça içine çeken bir girdap gibi.
Sanırım diğer bölümleri de okumalıyım...
Baştan alıyorum :))
Ellerine sağlık.
Çok güzel bir çalışma olmuş.
Sevgiyle.
grafspee
yazının girdabına kapılmana, o havaya girmene memnun oldum.
umarım diğer bölümlerini de beğenirsin, zira bazı eksik parçalar eksik kalacak :)
çok teşekkür ederim, selamlar.
Çok güzel etkileyici usta emeği bir yazıydı.Kaleminize sağlık
Saygılarımla.
grafspee
Tarihi bir hikayenin böyle ilk ağızdan anlatılması,
gerçekten çok ilginç olmuş.
Yazarının duru ve akıcı anlatımı,
güzel bir tat bırakıyor okuyucuda.
Gizemli ve olağandışı olaylar da,
ayrı bir hava yaratmış.
Güzeldi.
grafspee
Söze şimdi nasıl başlanır, bilemedim gerçekten !
Emanete İhanet mi , emanete itibar mı ?
Öncesi ,insanları günü birlik hayattan kurtaran paranın akıbeti…En az yüzük kadar güç sahibiydi. Lakin yenildi mi? Asla !
Şimdi her şeye ,hiç bir şey eklemeden hikayenin en başına dönelim. Gücün ilk ve ebedi sahibi, ezeli akıbetin hiç bilinememesi… Biz bunca ölümlerin sonrasında ilahi adaleti bütün ölülerin dilinden toprağa döktükleri kanlardan anlayabilir miyiz? Bütün bu savaşların amacı ,aslında adalet mi yoksa adalete ulaşmak mı?
Yeryüzünde coğrafyaların dağıttığı bütün insan topluluklarının sahip olduğu en cüzi akıl, yine kendini korumak, yine kendisini koruduğuna inandığı korkusu olsa gerek.
Bütün bu güç savaşlarına rağmen, ölen bütün bedenler o sonsuz karanlığa hangi amaç doğrultusunda giderse gitsin, aydınlık ile karanlık arasında tek başınadır. Ne güç ne de para bu akıbetin ardından insana bir kılıf ya da bir giysi niyetinde olmayacak.
Hayat insana mahrem bir dokunuştu. Çırılçıplak uyandı ve çırılçıplak göç etti. Kim bilir üzerini örtenin günah mı, sevap mı olduğunu ?
Hani kendinden geçmek, hani kendine gitmek
Uyut beni
ey yüreği sökülmüş gevgev, ey hain bakir !
Uyan be insan !
Hayal gücünü seviyorum... Bravo !
The End...
sevgiler...
grafspee
ilây-ı kelimetullah diyoruz ama bu coğrafyada yüzyıllar boyunca müslümanlar birbirleriyle gayrimüslimlerle savaştıklarından daha fazla savaştılar. illa ki bir liyakat ve gücü tek elde toplama çabası olacak. ama bu filler tepişmesinde ezilen çimenler. şimdi hiçbirinin esamesi yok, akıbeti meçhul. sadece inanmak istediğimiz gibi umuyoruz, gerisini Yaratıcı bilir.
ve tıpkı dediğin gibi ister karun olsun, ister süleyman, ister iktidar olsun ister yüzük, çıplak geldik ve çıplak gidiyoruz. hesaplar dökülürken de herkes yine çırılçıplak olacak.
teşekkürler dostum, eline sağlık.
Okumaya sondan başlayacağım. O zaman bitmez.
Ya da yeni mâcera gelmeden okumak istemiyorum.
Son..
Bu kelime hep üzücü..
Yüzüğün başı dertte ama neden..
Dedim ya sondan başa..
grafspee
bazılarının sonu başka kurguların başlangıcı inşallah. saygılar.
**Havin_**
Evet, belki de en güzel yanıttı bu..
Ümitsiz kalmamalı .))
Beklenildiğini bilsin kalem..
Teşekkürle..