- 436 Okunma
- 0 Yorum
- 2 Beğeni
GÖKKUŞAĞI 6-10 sayfa
tehlikelerinden bahsetmezdi. Aslında kimi zaman, evde sanki fazlalık gibiyim diye olumsuz duygulara kapıldığım olurdu.
Bir gün balık oltama bir su kaplumbağası yakalanmış, kancamı da iyice yutmuştu. Başka kancam olmadığı için kancayı mutlaka çıkarmalıydım. Kötü bir kararla her zaman yanımda taşıdığım çakı bıçağı ile kaplumbağanın kafasını kesip kancamı çıkardım. Kaplumbağa ölünce de çok üzülmüş, iyi bir şey yapmadığımı o an anlamış, ancak ben de yapacağımı yapmıştım. Hayvanın ölüsünü toprağa gömerken kendimi affettirmek ister gibiydim ve bu olay belleğimin bir köşesinde yıllarca bir acı hatıra olarak kalmıştı.
Bazen geç vakte kadar kaldığımızda, ırmak kenarında ki acımasız sivrisinekler kâbusumuz olur, beni ısırdıkça çok yerim kaşıntıdan kabarırdı. Eve yorgun bir şekilde gelince elimi ayağımı bile yıkamadan, yemek dahi yemeden uykuya dalardım. Zaten pek ilgilenen, arayıp soranda olmayınca ne yaptığımdan kimsenin haberi olmazdı. Hani bu durum benimde işime gelmekteydi. Çocuk aklı, özgür olmak ne iyi diye düşünürdüm. Dersleri sevmediğim için okul dışında kalan zamanımı çoğu kez bu şekilde, farklı yerde ve farklı oyunlarla geçirirdim.
Kardeşim yürümeye başladığı zaman benim onunla ilgilenmemi istediklerin de canım çok sıkılır, kaçmak için bahaneler aradım. Bir keresinde kardeşimi de yanıma alarak arkadaşlarla oyun oynamaya gitmiştim. Oyuna başladıktan sonra kardeşimi unutmuştum. Sahipsiz kalan çocuk emekliye, emekliye, düşe kalka eve dönerken bir eşeğin altında kalmış biraz hırpalanmıştı. Komşular kardeşimin bağırması üzerine onu alarak eve götürmüşler. Bunun üzerine evdeki herkes beni çok azarlamış, hakarete uğramıştım. Babamda diğerleri gibi beni dövmemiş ama dövmekten beter etmişti. Bu olay beni çok ama çok üzmüş, derinden yaralamıştı. Zaten pek sevilmediğim için iyice gözden düşmüştüm. Ancak bu olaydan sonra kıymetli kardeşimi oyala diye bir daha bana vermediler. Bu durum beni bayağı rahatlatmış, ayak bağımdan kurtuldum diye de sevinmiştim.
Günler ayları, aylar yılları kovaladı durdu. Artık ilkokulun son sınıfına gelmiş birazda serpilmiştim. Boyum uzamış, Annemin güzelliğini de almış olmalıydım ki kadınlar benim için ilerde çok yakışıklı olacak diye söylenirlerdi. Çok arkadaşım yoktu, hele biraz arsız oldun mu arkadaş bulmak da zordu. Ama halamın oğlu İsmail’le akran sayılırdık ve çok iyi anlaşırdık. Zaten onlarda olmasa yaşamak benim için zor olurdu. Çocukta olsam birilerine ihtiyacım vardı.
Okulda okuduğum yıllarda her hangi bir etkinliğe katılmaz, yapılanları izler, bayramlarda diğer öğrencileri seyreder, bazen onların arasında olmak, bir kez olsun bir şiir okumak isterdim. Ama bu hevesim hiçbir zaman gerçek olmadı.
Okulumuzun son aylarıydı. Bir müsamere yapılacağı söyleniyor ve oyun için eli ayağı düzgün bir erkek çocuk aranıyordu. Diğer sınıfların öğretmenlerinden biri, sıra aralarında gezerken olduğum yerde durdu ve beni göstererek;
---Hikmet’i seçin, Demişti. Bana da bir görev verecekler diye çok sevinmiştim, ama ne fayda, bizim öğretmen hakkımda öyle anlamsız ve gereksiz sözler söyledi ki çok utanmış, hemen oracıktan kaçmak istemiştim. Ben gerçekten bu kadar kötü ve işe yaramaz birimiydim diye saatlerce düşünmüş, nedenini bir türlü anlayamamıştım. Tamam, derslerime çalışmıyordum, ilgim yoktu ama buna rağmen notlarım hiçte kötü değildi. Kimselere, çevredekilere de zararım olmazdı, ama sevgi zorla olmuyor herhalde diye düşündüm. Sevmiyorlar beni ne yapayım diye kendimi oyalamaya çalışmıştım.
Okulumuz bitmiş yaz tatili gelmişti. Arkadaşlarımın çoğu gideceği yeni okullardan bahsediyorlardı. Babaları onları kasabadaki ortaokula vereceklermiş. Bende heves etmiyor değildim ama derslerime karşı ilgisizliğimden hep şikâyet eden babam bir gün bana, seni ortaokula göndermeyeceğim. İyi okumuyorsun, seninle uğraşamam dediğinde, artık benim için okul hevesi kısa zamanda bitmiş, babamın benim için ne yapacağını merakla beklemeye başlamıştım. Öyle ya! Köyümüzde iyi okumayanlar ya çoban, ya çiftçi, ya da ilçede çırak oluyorlardı. Benim geleceğim ne olacak diye beklemeye başladım.
Tatil başlayalı bir iki ay olmuştu. Bu arada bende tarlamızda çalışan işçilerle beraber işe gidip gelmekteydim. Bahçe işlerini hiç sevmezdim, ama denileni yapmaya da mecburdum. Derken bir akşam babam beni çağırdı.
---Hikmet gel hele oğlum?
---Buyur baba?
---Seni ilerdeki köylerden bir şoförün yanına muavin olarak vereceğim haberin olsun,
Dedi. Ne diyeceğimi bilemiyordum. İyi mi? kötü mü? Gerçi köyün yakınından geçen kamyonları arabaları gördükçe saatlerce onları izler, hep buralardan gitmek isterdim, Çok uzaklarda sevginin olduğu bir yer vardır diye düşünüp dururdum. Şimdi, düşlerim gerçek oluyordu ve babam beni göndermeyi düşünüyordu. Yinede içime bir korku dolmuş, ama belli etmemiştim.
---Nasıl istersen baba,
Diyebildim. Babaannem biraz istekli olmasa da üvey annem ve dedem bunun doğru olduğunu söyleyerek babama destek vermişlerdi. Artık evimizden yavaş yavaş ayrılacak, kendimi yeni bir dünya da bulacaktım. Babamın durumu iyi olduğu halde beni evden uzaklara göndermesinde Dedemin ve üvey annemin etkisi olduğunu anlamak zor değildi. Zaten sevilmediğimi bilmiyor değildim, dolayısıyla beni başlarından uzaklaştırıyorlardı.
Çok geçmedi, bir günün akşamında babam bana dönerek:
---Hazırlan Hikmet, yarın işe başlayacaksın bu nedenle git kendine giyecek bir şeyler hazırla.
Heyecandan gece boyunca doğru dürüst uyuyamamış, korku, endişe, sevinç karışımı duygular içinde geç saatlerde uyuyabilmiştim. Erkenden kalkıp sabah yemeğimi yedikten sonra babaannemin yardımıyla giysilerimi ve fazladan bir iki çamaşırımı bir torbaya koyarak evden ayrılıyordum. Evdekilerin ellerini öperken gözlerinde bana karşı bir acıma ve merhamet dolu bir bakış bulamamıştım. Babaannem beni öperken:
---Dikkatli ol oğlum kendine iyi bak olur mu?
Artık bilinmeyenlere doğru, ağır ağır gidiyordum. İçimden arada bir geriye dönüp bakmak geliyor ve ara sıra bakıyordum da. Hala küçüktüm, hala çocuktum. Yuvadan, evden ayrılmak, tanımadığım insanlarla yaşamak, buralardan gitmek, benim için önemli bir olaydı. Tüm geleceğim bundan sonra şekillenecekti, hiç olmazsa sevgi dolu bir kucaklaşma olsaydı içimdeki korku ve endişeler çok fazla olmazdı.
İlçeye gitmek için minibüse bindik. Yirmi dakikalık bir yolculuktan sonra İlçemize gelmiştik. Burası Turhal’dı ve hayli hareketli bir ilçeydi. Ova bir yere kurulmuş olduğu için, düzgün sokakları, geniş parkları vardı. Nüfusu gün geçtikçe artarak, şehrin çevresinde yeni mahalleler kurulmuştu. Köyümüzden de buraya gelip yerleşenler çoktu. Bir kısmı fabrikada çalışıyor, kimileri ticaret yapmakta, kimileride sanatkârdı. Uzaktan şeker fabrikasının ağır ağır yukarı çıkan dumanı görülüyordu.
Minibüsten inince babam yakındaki bir kahveye gideceğimizi söyleyerek yola koyulduk ve birkaç dakika sonra kahveye vardık. Hava sıcak olduğu için insanların bir kısmı dışarıda sabah çayını içiyordu. Babam bir kişinin oturduğu masaya doğru giderek,
---SelamünAleyküm, Cemal,
Diye selam verdi.
---Aleyküm Selam Hüseyin, hoş geldiniz buyurun oturun.
Babam sandalye çekerek otururken bana:
---Oğlum sende çek bir sandalye,
Demişti. Yanına geldiğimiz adam:
---Oğlum üç çay yap hele,
Diye içeriye seslenirken:
---Hikmet sensin demek,
Diyerek bana doğru gülümsedi.
---Sağlam gibi duruyor,
Dedi babama.
---Öyledir Cemal, sağlamdır, akıllıdır oğlum,
Ben daha kiminle tanıştığımızı bile anlamadan babam:
---Artık oğlan senin Cemal ona iyi bak. İyi bir adam ve iyi bir şoför yap,
Demişti.
Anlaşılmıştı artık, bu adamın yanında çalışacak, onun muavini olacaktım. Demek ki zamanı gelmiş, söylenenler yerini bulmuştu. Geleceğim yavaş yavaş şekilleniyor, uzun yıllar yanında çalışacağım adama merakla ve endişeyle bakıyordum. Sert görünüşlü bir adamdı. Acaba beni döver miydi? Çocukluk işte, aklıma hemen dayak gelmişti. Aslında dayağı hiç mi hiç sevmez, nefret ederdim. Biraz oturduktan sonra babam benimle vedalaşarak giderken elime biraz para tutuşturmuştu. Sanki bu para beni teselli edecekti. Köyde her ne kadar korkusuz yiğit bir çocuk olarak tanınmış olsam da, yinede evden ilk kez ayrılacak ve bilinmeyenlere doğru, yeni tanıdığım bir adamla yol alacaktım. Babamın ayrılmasından sonra duygulanmış, gözlerim dolmuş, akmak üzere olan yaşlarımı saklamaya çalışıyordum. Bana ilgiyle ve merakla bakan Cemal Amca:
---Sakın ağlama! Ağlayanı sevmem,
Deyince hem korkmuş, hem de utanır gibi olmuştum. Nede olsa daha on üç yaşıma yeni girmek üzereydim, henüz çocuk sayılacak yaştaydım.
Birazdan bizde kalkarak, yakında duruyor dediği kamyona doğru yol almaya başladık. On dakika yol almıştık ki:
---Ha bak işte! Bu bizim araba. Ona çok iyi bakacaksın,
Diyerek dikkatimi çekmek istemişti.
Biraz uzakta kırmızı renkli, parlak ve yeni bir araba duruyordu. Yanına yaklaşıp önünü okudum, Fargo diye bir süslü yazı yazıyordu. Herhalde adı bu olmalı diye düşündüm. Oturma yerinin yukarısında kasanın ön bagajında kocaman bir MAŞALLAH yazısı vardı. Çekine çekine yaklaştım. Sağına soluna dikkatlice baktığımı gören Cemal Amca:
---Meraklısın sende benim gibi. İyi o zaman anlaşacağız. İstersen bana usta diyebilirsin.
İçine bindik, arabayı çalıştırdı. Bu ses benim yıllarca duyacağım ve beynime kazınacak olan sesti. Arabayla tanışmamız böyle olmuş, yük alacağımız yere doğru gidiyorduk. Cemal amca genelde Turhal- İstanbul arası şeker taşıma işi yapmaktaydı. İş olduğu zamanlar diğer şerhlere de gittiği, hatta bazen iki üç ay bile dışarıda kaldığı oluyormuş. Yavaş yavaş Fabrikaya giriyorduk. Buralar benim için yabancıydı, ama alışacaktım, öğrenecektim her şeyi. Böylece muavinlik işim başlamış oldu. Yeni hayatım kim bilir bana neler getirecekti. Nerelere gidecek, kimlerle tanışacak, yeni arkadaşlarım olacaktı. Bir süre sonra yükü almış Turhal’dan ayrılmaya başlamıştık. Cemal Amca yol boyu bana arabada neleri yapmam gerektiğini, neleri yapmamam gerektiğini uzun uzun anlatmaya başlamıştı bile. Bir öğretmen gibi sürekli tekrarlamalar yapmaktaydı. Önümde uzanan yollarda sırlarla saklı bir geleceğe doğru yol alıyordum. Gelecek ama hangi ve nasıl bir gelecek?
Günler ayları kovalamaya ve bende yeni işime alışmaya çalışıyordum. Zor ve yorucu işti ama seviyordum. Gezmek, benim en hoşuma giden şeydi. Cemal Amca bana araba ile ilgili pek çok bilgi vermişti. Şimdi yaşayarak bu bilgileri daha iyi öğreniyordum. Yolumuz genelde Ankara, İstanbul, Samsun, Trabzon ve Tokat hattından oluşuyordu. Bazı zamanlar iş olmadığında, bayramlarda eve gelmekteydim. Evde artık misafir gibiydim. Bazen de anneannemlerin köyüne gidiyor onlarla kalıyordum. Zamanla biraz daha büyümüş ve kendi başıma kararlar vermeye başlamıştım. Nereye ve ne zaman gideceğim gibi. Kendi elbiselerimi kendim alıyor, bazen evdeki kardeşime harçlık bile veriyordum. Uzaklardan gelirken eve küçük hediyeler, yiyeceklerde almaya başlamıştım.
Arkadaşlarımdan epeyce ayrı kalsam da, köye geldiğimde onlarla buluşup neler yaptığımı, nerelere gittiğimi anlattıkça, beni kıskandıklarını biliyordum. Ama benim eksikliğimi onlar hiç anlayamazlardı. Evime bir yabancı gibi gelmek, sevgiyle bakan bir çift göz, saçlarımda şefkatli sıcacık bir elin gezintisini bulmak, imkânsız gibiydi. Benim en iyi dostum altımızdaki araba olmuştu.
Bir süredir Cemal Amcaya usta demeye başlamıştım hem kolay hem de bana daha bir güzel geliyordu. Usta ile uzak yerlere gidişlerimizde bana garip gelen, ama hiçbir zaman sormaya cesaret edemediğim bir şey görüyordum. İlgilenmiyor görünsem de merak ya, hep aklıma takılmıştı. Şöyle ki: Usta Ankara’ya, İstanbul’a, Trabzon’a, giderken, yanına kapalı bir çanta veya sıkıca sarılı bir paket alıyordu. Ben onlara hiç bakmazdım, bakamazdım da zaten. Herhalde Usta’mın eve aldığı hediyelerdir diyordum. Ayrıca baktığımı anlarsa ayıp olurdu. Çokta sert bir adamdı ve ağır sözler söyleri vardı, bu yüzden azarlanmak istemiyordum. Ustam benimle tam bir usta çırak ilişkisi yaşıyordu. Ben onun para işlerine, aldığına, verdiğine bakmaz yalnızca araba ile ilgilenirdim. Ne samimi nede uzak… Beni sevdiğini hiçbir zaman anlayamamıştım, belki de hiç sevmemişti.
Neyse, yıllar böylece geçmiş araba sürmeyi, trafik kurallarını, araba tamirini, şehirleri iyice öğrenmiştim. Yaşım on yediye gelmişti bile. İyi yemek yediğimden ve babama çektiğimden olacak, kalıplı ve kuvvetliydim, ayrıca emsallerimden olgun duruyordum. Benim için çok kere yakışıklı diyorlardı. Büyüdükçe daha farklı olmaya başladığımı bende anlıyordum. Uzun boylu, koyu yeşil gözlü, açık tenli, siyah saçlı güzel bir delikanlı olmuştum. Çok fazla konuşmaz, genelde az gülen biriydim. Şartların etkisi altında sert mizaçlı biri olarak görülüyordum, aslında hiçte öyle biri değildim.
Konakladığımız yerlerde kamyoncularla otururken, atılan kahkahalara katılmazdım. Bu nedenle benimle fazla şakalaşmazlar, samimi olmazlardı. Temiz giyinmeyi çok severdim. Her zaman üzerimde temiz elbise bulunurdu. Sigaraya başlamıştım, ancak az içiyordum. Artık iyiden iyiye beliren sakalımı da düzenli kesiyordum.
---Aha geldik, karnını doyur bakalım.
Dediğinde kendime gelmiştim.
---Deminden beri düşünüp durmaktasın, ne oldu sana rahatsız mısın?
---Yok, iyiyim biraz dalmışım,
Dedim. Arabamız yavaş yavaş konaklama yerine gelip yerini almıştı. Motoru durdurup aşağıya inmiştik ki, birden yanımıza sivil bir taksi gelmiş ve içinden inenler bize doğru hızlı bir şekilde yönelmişlerdi. Gelenler temiz giyimli üç kişi olup ciddi duruyorlardı.
---Cemal Kırıntı sen misin?
Diye Ustaya seslenmişti biri.
---Evet benim,
Dedi, ardından:
---Hayırdır ne oldu?
Diyen Ustamın yüzüne bir an baktığımda şaşırmıştım. Gayet soğukkanlı korkusuz bir adam birden değişmişti. Lokantadan gelen ışığın vurduğu yüzü bozuktu, sanki korku izleri vardı. Ne oluyordu kimdi bu adamlar. Bildiğim kadar,
devam edecek
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.