BİR ALMANYA HİKAYESİ
BİR ALMANYA HİKÂYESİ
Son Almanya işçi kafilesinin uğurladığımızda 1970’leridi. Halil Amca da onların arasındaydı. Ama sevinçli değil, hüzünlüydü. Adeta sürgüne gidiyor gibi. Oysa gurbete gidiyordu. Gurbetle sürgün arasında bir fark mı var. İkisi de zorunluluk. Zorunlu olanlar hep zor gelir insana…
Halil Amca hem komşumuz hem de babamın arkadaşıydı. Üç kız çocuğu ve güzel eşinin bırakıp, dili ve yabancısı olduğu bir memlekete gitmişti. Üstelik gitmeden önce mesleğim olsun diye birkaç kurstan geçmişti…
Eşi Seval yenge boyu endamı yerinde balıketinde etkileyici bir kadındı. Birçokları “dünyaları verseler böyle bir kadınım olsun gurbete gitmem” diye düşünecek kadar. Erkekleri etkilediği kadar hemcinslerini bile etkilemiş birçok kadın eşleri için endişelendiğini o çocuk halimle izlemiştim. Hele düğünlerde Seval yenge öyle bir oynardı ki, kadınlar adını Twist Seval’a çıkarmıştı. Seval yengenin kızların en küçüğü iki yaşında ve diğerleri de iki yaş ara ile doğmuştu. Kadınlar “kadının kızgını kız doğurur” gibi bir tekerlemeyi sürekli tekrarlardı. Bazıları Halil Amca’ya bir erkek çocuk veremediğinden adamın küsüp Almanya’ya gittiğini söylerdi.
Aradan bir yıla yakın bir zaman geçti. Seval yengeye bütün komşular her şeyinde yardımcı idi. Kimimiz bakkalına gider, kimimiz pazarına gider, kimimiz odun kömürüne yardımcı olurduk. İşte bu yardım ekibinden genç yakışıklı Serdar Ağabeyimiz bir şekilde Seval yenge ile yakınlaşmıştı. Söylendiğine göre çarşı da karşılaşmışlar ve paketlerine yardım edip eve getirmişti. “İki genç insan bir araya gelince samanlık seyran olurmuş” öyle diyordu mahallenin çokbilmiş kadınları. Aslında bu yakıştırmalar daha çok iki genç insanın birbirine yakışmasından kaynaklıydı. Halil Amca, Seval yengenin yanında babası gibi kalıyordu. Sanırım arada on yaştan fazla bir fark vardı.
Serdar Ağabey genç yakışıklı boylu postlu aslan gibi delikanlı dedikleri karayağız biri idi. Askerden yeni gelmiş doğru dürüst işi de yoktu. İş arıyor fakat mesleği olmayınca ne iş bulması da zor oluyordu. Öyle inşaatlarda günü birlik işlerle haçlığını çıkarıyordu. Üstelik Serdar Ağabeyin mahallede bir yavuklusu vardı. Gülseren, taa çocukluktan Serdar Ağabeyi seviyordu. Beraber okulla gitmişler, gecekondu şartlarında ortaokula kadar okumuşlardı. Serdar’ın askerden dönüşünü dört gözle beklemişti. Bir iyi kötü bir iş bulduğunda evleneceklerdi.
İşte bütün bunlar yaşanırken, işgüzar komşular hemen Halil Amca’ya bir mektupla ve abartılı bir şekilde bütün olanları anlatmıştı. Almanya da eli para görünen Halil Amca hemen eve ve çocuklara para göndermişti. Üstelik çocuklara da üst baş, oyuncak öteberi birçok ihtiyacını göndermişti. Çocuklar bayram etmişti. Babaları kendileri için gittiğini anlamıştı. Üzülmüşler boyunlarını bükmüşlerdi ama değmişti. Artık onlara acıyan çocuklar kıskanır olmuştu. Ama bütün bunlar çok az sürmüştü. İşgüzar komşunun mektubundan sonra hemen her şey kesilmişti. Başta da mektuptu. Halil Amca yazdığı son mektup da, artık Seval diye bir karısı olmadığın söylüyor. “Allah belanı versin” diye sitemlerde bulunuyordu. Arkasında boşanma işlemini başlatacağını bildiriyordu ve çocuklara da babalığı boynuzladığın it baksın diyordu…
Halil Amca’nın ara sıra gelen akrabaları da ayaklarını kesmek için bahane arar gibi ayaklarını kestiler. Komşular “bizlerin yuvasını yıkacaktı, Serdar’ın kanına girdi de ucuz atlattık” diyenler mi? “Ateşi başına vurmuş” diyenler mi? Elin ağzı torba değil ki büzesin dedikleri gibi her kafadan bir ses çıkmakta idi. Bu arada Seval yengeye hiçbir işinde kimse yardımcı olmadığı gibi kimse de selam sabah vermiyordu. Ayni şekilde Serdar Ağabeye de kimse selam sabah vermiyordu. Kahveye bile gidemiyordu. Adı yuva yıkan yılan’a çıkmıştı. “Yılan gibi sızmıştı yuva’ya”, Kimisi de “kancık kuyruk sallamasa bu efendi çocuk böyle bir şeye tövbe varmazdı” diyenler…
Aylar geçtikçe Seval yenge o hayat dolu kadından eser kalmamıştı. Kocasının gönderdiği parayla kıt kanat geçiniyor. Başını yerden kaldırmıyor. Kimseyle konuşmuyordu. İşin kötüsü mahalleli çocuklarını da çocuklarıyla oynatmıyordu. Zavallı çocuklar olanlara bir türlü akıl erdiremiyorlar. Çocukça akıllarıyla mahalle’nin kendilerini kıskandığını düşünüyordu. “Kıskansınlar babası daha onlara neler gönderecek üç kardeşe üç pembe bisiklet gönderecek ve kimseyi bindirmeyeceklerdi.”
Serdar Ağabey ise durumu çok daha kötüydü. Artık eve barka gelmiyor, gelse bile gece geç vakit geliyor. Sabah horozlar ötmeden önce kalkıp gidiyordu. Yaşlı annesi babası da çok zor durumdaydı. Serdar’a nasıl bakıyorlarsa onlara da öyle bakıyorlardı. Muhtar ve bazı yaşlılar iyilik olsun diye Serdar’ın anne babasına önerilerde bulunuyorlardı. Önerileri Serdar’ın boşanan bu kadının nikâhına alması ve çocuklara da babalık yapmasını istiyorlardı. Serdar Ağabeyin babası ne yapacağını şaşırdı. Oğlunun ne işi ne gücü vardı. Üstelik yarın bir gün Halil’in akrabaları evden de atarlarsa Seval’i üç çocukla nereye sığınacaklardı. Kendi evleri ancak kendilerine yettiği gibi Serdar asla bu mahallede durmazdı. Yani yukarı bıyık aşağı sakal misali çıkması zor bir durumdu…
Serdar Ağabey ve Seval Yenge’den kadar kederli birisi daha vardı mahallede. Gülseren yıllarca Serdar Ağabeyle birlikte olma hayali kuruyordu. Üstelik kendisini de Seval yengeden daha güzel buyuyordu. Serdar Ağabeyi hiç affetmiyordu…
Bir süre sonra sanırım Halil Ağabeyin akrabaları boşanmış olan Seval yengeyi evden çıkarmışlar. Bu arada Seval yengenin memleketten gelen kardeşleri ablalarını alıp gitmişti. Bu zor günlerde ne Seval yengeyi ne de Serdar Ağabeyi hiç yalnız bırakmadım. Her şeylerinde yardımcı oldum. Pusulalar ve mektuplar taşıdım. Serdar Ağabeyin verdiği paraları ilettim. Bir gün merakıma yenilerek, Seval yengenin mektubunu okudum. Mektupta kendisini evliliğe zorlayacak kadar merhametsiz olmadığından bahsediyordu. İkisinin de dünyası altüst olmuştu. Benim onlara sıkı fıkı olmamı annem babam bildiği halde en ufak bir telkinde bulunmuyorlardı. Beni özgür bırakmalarını onların Seval yengeyi ve Serdar Ağabeyi sevmelerine yoruyordum ki, öyleydi.
Aradan çok geçmeden Seval Yenge’nin köyünden ölüm haberi geldi. Bütün mahalle bu olaya üzülmüştü. Bazı komşular “Allah bu Almanya’yı icat edeninin de yuvasını yıksın” gibi sitemlerde bulunuyordu. Kimisi de “Almanya ya acı vatan dedikleri bundanmış” demişlerdi. Almanya üzerine birçok öykülerin anlatıldı, anlatılar aldı yürüdü. En sevinçli haberde Halil Amca’nın çocukları Almanya’ya yanına alacağı oldu…
Bir hafta sonra Serdar Ağabey’lerin evden bir feryat yükseldi. Serdar Ağabey kendini asmıştı. O dal gibi adama babam koştu. Darağacından indirdi. Bütün mahalleye bir hüzün çöktü. Mahalleli adeta yaptıklarında utanır gibi oldu. Bir sessizlik çöktü. Günlerce kimsenin sesi çıkmadı. Galiba bu olaydan en çok etkilenen ben oldum. Çocuk yaşta iki sevdiğim insanı kaybetmiştim.
Sanırım son Almanya işçi kafilesinden böylesi bir acı dram kaldı. O yıllarda Ankara banliyö trenlerinde satılan destanlara konu oldu. Bu dramda o destanları sonu oldu. Bir daha böylesi olayların destan olduğuna rastlamadım. Yıllarca o destanı saklamıştım. Bu acı olayı anımsatıyor diye yırtıp attım. Ama anılar yırtılıp atılmıyor…