Anne beni KAR’la yıkama…
Sabah uyandığımda babam 42 kilometre uzaklıktaki şehre gideceğini kahvaltı sofrasına anneme anlatınca, evin en yaramaz çocuğu ben, atıldım baba beni de götür, bende geleceğim dedim. Annem “oğlum bu soğuk havada, bu karda kışta sen gidemesin” diye ikaz etse de ben inatla bende geleceğim deyince babamda “o zaman yüzünü gözünü atkıyla sar. Sırtına montunu giyin” deyince her sabah ahırdan inekleri çıkarıp dereye su içmeye götürdüğüm gibi giyindim…
Ayağıma annemin elleri ile ördüğü yun çorapları da giyindim. Ve babamı peşine duştum. Baban karda sağa sola yalpalayarak bata çıka yürürken, bende soğuk rüzgara ve yüzüme çarpan kar esintisine aldırış etmeden babamın ayaklarını bastığı yerlere basarak ilerliyordum. Bizim ev ile şehre giden yol arasında 5 kilometre mesafe vardı. Düzlükleri kayalıkları aşarak şehre giden asfaltta vardığımızda hafif bir ter vücudumda belirmişti. Ama iyiydim sadece biraz üşümüyordum. El ve ayak parmaklarımda biraz uyuşma vardı.
Yolda yarım saten fazla bekledik, yoldan geçen bir minibüs, otobüs ya da üstü açık bir kamyon bekliyorduk.
Yolda hiçbir vasıta gelip gitmiyordu. Bir ara babam eve dönmek için niyetlendi. “Oğlum hadi eve gidelim, araba falan bugün burada gelip geçmiyor” diyince ben baba şehre gidelim hevesimi yeniledim babamda geri dönme isteğini asfaltın üzerinde attığı voltası ile belli etmişti zaten.
Asfaltın üzerinde biriken karları kar savar savurduğu için bir set oluşmuştu. Ama karlar yağdığı için asfaltın kenarındaki setin gölgesine kar daha çok biriktiğinden asfalta sadece bir araba geçecek şekilde bir alan vardı. Ben gelecek arabayı süzerken kocaman bir tilkinin karşıdan karşıya geçtiğini gördüğümde nedense sılık çaldım, korkup kaçsın diye..
Babam yeniden bana seslendi “oğlum fırtına bastırmadan hadi eve gidelim dediğinde bir araba sesini duydum. Ve sesin geldiği yöne baktığımda karşıdan bir minibüs geliyor diye ben sevinirken babamda doğrusu çocuksu bir ruh hali ve sevinci ile minibüse doğru yürüdü ve elini kaldırarak dur dedi.
Minibüs durdu ve biz bindik minibüsün bütün koltuklarında kadınlı erkekli insanlar oturuyordu. Bir kadın “oğlum gel kucağıma otur” dedi. bende gidip dizlerinin üzerine oturdum. Minibüsün içinde gençten biri babamın yaşına hürmet gösterdi “dayı sende buyur buraya otur” dedi.
Babam teşekkür edip koltuğa oturdu. Başına sardığı atkıyı açtı, biraz ısındıktan sonrada. Cebinden tutun tabakasını çıkarıp bir sigara sardı. Benim önümdeki koltukta oturan babamın o zehir gibi dumanı tüterken, bizde şehre yaklaştık. Minibüste kısa kısa hal hatır sohbetlerinin ardından şehre gelmiştik. Minibüsten inen insanlar yanlarında ayaklarını bağladıkları kazları, tavukları alıp çarşıya satmaya götürürken, babam minibüsçüye kaçta döneceksin diye sordu. Babam dönüşte aynı minibüse bineceğimizi söyledi. Çarşıdan un, kuru kaysı evin diğer ihtiyaçları olan sabun, bulgur makarna gibi erzakları aldıktan sonra bir at arabası ile taşımacılık yapan biri dükkandan aldığımız un çuvalını ve diğer eşyaları arabasına yükleyerek, minibüsün yanına getirip bagajına yükledi.
Babamla birlikte somun ekmeğinin içine koyduğumuz helvayı da kahvede minibüsün kalkış saatini beklerken çayla yudumlayıp yedik. Ve minibüse bindik. Oda ne minibüse babamın amcasının oğlu da binmişti. Tesadüfen gördük. Dönüş yolunda yine bilindik hal hatır sohbetleri ile ineceğimiz yere geldiğimizde rüzgar karı savuruyor, nefes alamayacağımız bir fırtına vardı. Babam yere indirilen un çuvalını bir ipe bağlayım sırtına aldı. Boşta kalan ellerine iki çuvalın içine yerleştirilmiş makarna, bulgur, çay şeker torbalarını da alarak biz yola koyulduk. Babam yine en önde yürüyor, babamın amcası oğlu onu takip ediyor, bende en arkada yürüyordum. Soğuktan şehre bir daha gidersem iki olsun diyordum.
Ama ayaklarım ve ellerimdeki acılar artıkça artıyordu. Bir ara soğuğu hissetmiyordum. Anladım ki ayaklarım ve ellerim uyuştu. Yürüyorduk. Babam çok yorulduğu için bir kayanın üzerine oturdu nefeslendi. Bende oturdum. Öyle güzel bir uykum vardı ki sormayın kafamı karın o fırtınasına aldırış etmeden taşın üzerine koydum, sırtıma rüzgarı giymiştim. Babamlar ilerliyor ben gözlerimi açıp kapatıyordum. Ama yürümek yerine orada uyumak istiyordum. Öylede yaptım. Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum. Babamın amcasının oğlunun bana attığı tekmeleri ile uyandım. Bana ağza alınmayacak küfürler ediyordu. Benim gözlerimi açtığımı gördüğünde yüzüme karlar sürdü. Beni elinden geldiğince tokatlıyordu. Beni döven adama karşı küfürleri mi kuşandım. Ben küfür edince babamın amcasının oğlu senin Allah’ına kurban olayım, amcana ana avrat küfür et. Çünkü ben seni dövdüm. Sende bana küfür et o zaman dedi. Ve beni sırtına aldı. Sanki bir at gibi hızlı gidiyordu. Ben hiç durmadan beni döven ve sırtına bindiğim adama küfür ediyordum. Evin kapısına geldiğimizi bizim köpeğin sesinden anladım. Ardından Annemin sesini duydum “oğlum oğlum” deyip beni adamın sırtından almaya çalışırken, adam beni karın üzerine fırlattı. Yerde bani dövüyordu. Ağza alınmayacak küfürlerini yeniden savuruyordu. Oysa ben gözlerimi açamadığım bir uykudaydı. Sanıyordum ki rüya görüyorum. Gözlerimi açtığımda annem beni ahırda bir leğenin içine çırılçıplak yatırmış karla vücudumu ovalıyordu. Üşüdüğümü söylediğimde annem “hadi oğlum ayağa kalk, yatağına gel” dediğinde kalkmaya çalıştım ama ayaklarımı hissetmiyordu. Annem “al bu suyu iç” dedi ve bana eritilmiş kar suyunu azcık erittirdikten sonra el dokuma bir kilime sardı. Ve o bana küfür eden babamın amcasının oğluna hitaben “abi çocuğu al yatağına götürelim” dedi. Beni döven adam beni kucağına aldı. Bu seferde aslanım yiğidim diye öperek seviyordu. Uyumuşum gözlerimi açtığımda yatağın içinde bir yandan ter akıtıyor diğer üşüyordum.
Bunu niye anlattım can?
Anne beni karla yıkama üşüyorum üşüyorum şimdi….
Yazan Kamil Üci