- 716 Okunma
- 0 Yorum
- 2 Beğeni
Gökkuşağı 1-5 sayfa
Saygıdeğer şair ve yazar arkadaşlarım, dostlarım değerli site yöneticileri;
Birkaç yıl önce yazdığım fakat çeşitli nedenlerle kitap haline getiremediğim ‘’romanımı’’ bilgisayarın disketinden kurtarıp sanal âlemde Edebiyat defteri sitesinde yayımlama kararı aldım. Bir edebiyatçı olmadığım için anlatım bozukluğu, imla hataları bakımından eksiklerin bulunduğu biliyorum. Eserimin son düzenlemelerini yaparak sayfalar halinde siteye koyacağım. Haftada üç gün beşer sayfa halinde siteye gelecek eser, bir hayli uzun. Hatalarının yanında sürükleyici olacağını tahmin ettiğim Romanımı beğenilerinize sunmaktan onur duyarım.
Roman kısaca, aşk, ihanet, psikolojik bunalımlar ve macera üzerine kurgulanmış olup, dört kısım halindedir. Kısımları ve isimleri şöyle:
Adı: GÖKKUŞAĞI
1.Kısım: Arayış
2.Kısım: İhanet
3. Kısım: Çile
4. Kısım: Gerçekler
Roman hakkında yorumları kısım sonlarında açacağım. Bu eser tamamen bir hayal ürünüdür. Roman ve uzun soluklu yazı okumayı sevenlerin ilgiyle takip edebileceği bir eser. Eseri düzenli takip edecek dostlardan eserimi paylaşmalarını isterim. Yirmi, otuz, yüz veya daha fazla sayıda okuyucunun eserimi okuyup paylaşması bile benim için mutluluk olacaktır.
Saygılarımla.
Mehmet Macit
GÖKKUŞAĞI
Roman
KISIM 1
Arayış
Uzun zamandır insanın kulaklarını ve ruhunu yoran motorun sesiyle yolumuza devam ederken, havada ki nemin yanında birde dayanılamaz sıcaklık bizleri iyice bunaltıyor, yağmur zaman zaman hızını azaltsa da hiç kesilmeden devam ediyordu. Cam sileceklerinin belli aralıklarla çalışmasına dalmış, belirsiz düşünceler içindeyken, ani bir sarsılma ile kendime geldim. Hava kararmaya başlamış, gün vaktinden önce akşamına kavuşmak üzereydi. Yol kenarlarında ki kısa, sık ağaçlar hayal meyal seçiliyordu. Böyle havaları, nedense hep kendime benzetirdim. İnsana sıkıntı veren bir hava ile birbirimize ne çok benziyoruz diye, duygularım garip düşüncelerle dolup taşardı.
Sarsılarak ağır ağır yola devam ederken yüreğim kazınıyor, açlığım iyiden iyiye kendini hissettiriyordu. Son yemek yediğimiz zamandan beri hayli vakit geçmiş olmasına rağmen, Cemal Amca: ‘’İlla istediğim yerde yemek yiyeceğiz’’ diye, ha bire yola devam ediyordu.
---Usta! Daha çok var mı?
---Patladın mı?
Bu cevap pek çok kere aldığım cevaplardan farksız değildi. Aslında böylesi cevaplara alışmış olduğum halde, yinede her olumsuz ve hakaret dolu cevaplarla, içim biraz daha kararıyor, dışarıdaki havaya benziyordum.
Cemal Amca, muavin olarak çalıştığım kamyonun şoförü ve sahibiydi. Kırk yaşında, esmer, kalın bıyıklı, biraz göbekli, kafasından hiç çıkarmadığı şapkası ile tipik bir Anadolu insanıydı. Bolca sigara içer, ara sırada iyi geliyor diye yemeklerin yanında bir iki kadeh rakı alır, buna rağmen alkollü olduğunu anlamak kolay değildi, ayrıca şoförlüğüne de diyecek yoktu. Keşke insanlığı da böyle iyi olsa, ne güzel adam olur diye düşünürdüm. Adam aksimi aksi, ağzı bozuk, küfürbaz, geçimsiz biriydi.
Hele yolda giderken, birine kızdı mı, en az bir saat kendi kendine küfür eder, sonunda bozuk sesiyle türkü mırıldanmaya başlar ya! İşte beni usandıran, içimi karatan anlar en çok böylesi zamanlardı. Kendimi motorun gürültüsüne verir, onun sesini duymamaya çalışır, aklımı başka düşüncelerle oyalardım ki, başka kurtuluş yolum da yoktu.
Bazen, illa sende bir türkü söyle diye tutturur, beni zorlardı. Hele ilk zamanlar;’’ Söylemezsen seni aşağı atarım ha!’’ Dedikçe, korkudan neredeyse altımı ıslatacak olurdum. O zamanlar henüz küçüktüm ve bu işe yeni yeni alışmaya çalışıyordum.
Cemal Amca, Tokat’ın Turhal ilçesinden hemşerimdi. Kazalarımız aynı olsa da, köylerimiz farklı yönlerdeydi. İlçede, evi, bağı bahçesi, birde ara sıra kullandığı traktörü vardı. Ben, bir kaç kez onunla beraber evine gitmiştim. Kendi gibi esmer ama güzel bir hanımı, benden küçük iki kız çocuğu vardı. Babalarında ziyade annelerinden çekindikleri açıkça belli oluyordu ve bir dediğini iki etmezlerdi. Babalarını çok sık görmedikleri için bütün günlerini, sıkıntı ve mutluluklarını anneleriyle paylaşmaları normaldi. Misafir olarak evlerinde kaldığım gecelerde bağırma ve tartışmaları çokça duyardım. Cemal amcanın aksiliğinin evinde de devam ettiğini bu seslerden anlamak mümkündü.
Hanımın tarafının kalabalık ve zengin olduğunu söyler, iç güveyi gibi bir durumda bulunduğunu, çok kere dışarıda olduğundan onlarla fazla problem yaşamadığını, ancak hanımını sevdiğini her zaman anlatırdı. Karısının ailesi ile aynı mahallede oturdukları için, eve gelip giderken zaman zaman onlarla karşılaşırdım.
Bende, Turhal ilçesinin Cemal Amca’nın köyüne uzak bir köyündendim, lakin bizim köyümüz ilçeye çok yakındı. Babam köyde hatırı sayılır bir aileden, Dedem, maddi durumu yerinde olan, aynı zamanda köyde sözü geçen biriydi. Babamla araları çok iyi olmamasına rağmen, aynı evde yaşamaktaydılar. Biri bizim köyde, bir diğeri de yakın bir köyde evli iki halam vardı. Halalarım beni gördükleri her yerde çokça sever, okşarlar, cep harçlığı verirler, oğlum diyerek öylesine içten bağırlarına basarlardı ki, bu durum beni çok mutlu ederdi.
Babam, askerliğini tamamlayıp geldikten bir iki sene sonra Dedem, babamı evlenme konusunda sıkıştırmaya başlar. Anadolu’da durumu iyi olanların çocuklarına şöyle allı şanlı bir düğün yapmak, kendi istedikleri kızı almak gibi istekleri eskiden beri vardı ve Dedemde böyle olmasını istiyor, ancak bilmediği bazı gelişmelerden dolayı babamı ikna etmekte zorlanıyordu.
Babam daha askere gitmeden önce köylerindeki bir düğünde, yakın köylerden bir kızı görür, araştırır ve kızla tanışır, sonunda anneme iyice sevdalanır, nihayetinde sevdalıkları bir hayli ilerler. Bizim köy ve yakın köylerde bu sevda dilden dile dolaşır olmuş. Dedem, evlenme meselesini açınca, babam dedeme annemden bahseder, annemi çok sevdiğini ondan başkasıyla evlenemeyeceğini ve annemi istemesini söyler. Fakat kız tarafının fakir olması nedeniyle Dedem, bu sevdaya hiç sıcak bakmadığı gibi, evin tek oğluna zengin bir gelin alma hevesinden kolay kolay vazgeçmek niyetinde olmadığını her defasında babama yüksek sesle dile getirmiş.
Bu nedenle evlerinde Babamla Dedem arasında uzun uzun tartışmalar yaşanırken, Babaannemin de babamdan yana tavır alması neticesinde daha fazla direnemeyen Dedem, Babaannemi, Babamı ve köyde ki halamı da yanlarına alarak, annemi istemeye karar verirler. Annemin babası ve annesi, Dedemin olumsuz tavırlarını bildiklerinden, kızlarına iyi düşünmesini söylerler. Fakat gençlerin dediği olur, annem sonunda dedemin evine gelin olarak gelir. Çok becerikli ve güzel olan annem, köylünün dilinden düşmezken, Dedem her nedense annemi bir türlü sevmemiş bu nedenle de Anneme ve onun ailesine değer vermemiş. Annemin kendi annesini uzun zaman görmediği çok olurmuş. Ben evliliğin ikinci yılında doğunca, dedem bana ismini dahi vermemiş, bana anne tarafımdan Hikmet ismini vermişler.
Ben daha üç yaşımdayken annem kardeşime hamile kalıp doğumda problem çıkınca kadıncağız dayanamamış, bebeğiyle beraber hayata veda ederek beni ve babamı bir başımıza ortada bırakıvermişti. Annemi bile doğru dürüst tanımadan, hayatın ilk acısını tatmış oldum. Hayatım boyunca yaşadığım sıkıntı ve acılarımın, içine kapanık, yalnız yaşamayı seven, asi ruhlu oluşumun başlangıcı bu tarih olmuştu, yıl 1956.
Bu arada Annemin babası Ahmet dedem ve anneannem kendi köylerinde mutlu, sakin bir hayat yaşarken, Annemin ölümü üzerine köyümüze gelerek, beni almak isterler, fakat babam buna razı gelmez. Ara sıra beni görmek için köyümüze gelir, Dedemi sevmedikleri için bizim eve gelmez, babaannem beni onların yanına götürürdü. Beni ne kadar çok sevdiklerini yıllar sonra anlayacaktım.
Ben zaman içinde büyüyüp aklım erdikçe evde yaşananları görüyor, söylenenleri duyuyor, lakin neler olduğunu tam anlamıyordum. Annemi deli gibi seven babam ölüm olayı üzerine birkaç yıl kendini toparlayamadı, hatta İşlerini bile ihmal etti. Benimle bile doğru düzgün ilgilenmiyordu. Belli ki acısı çok ama çok büyüktü. Sağ olsun babaannem, bana annemi aratmamıştı. Gücü kuvveti yerinde olduğu için bir anne sabır ve şefkatiyle beni kendi oğlu gibi besleyip büyüttü. Fakat dedem bana çok mesafeli duruyordu ki, bunu yaşadığım her an hissetim ve hep sevgisini bekledim, ama yıllarca boşuna beklemiştim.
Annemin ölümü, dedem için sanki iyi bir olaydı. Baştan annemi istememiş bu yüzden kendisini hep mutsuz hissetmiş olmalı ki, annemin ölümünden sonra sürekli olarak babama, yeniden evlenme meselesini açarak onu yeni bir evliliğe ikna etmek istemişti. Zaman içinde yarası biraz küllenen babam, herhalde ihtiyaç da duyduğundan, sonunda dedemin teklifine evet demişti.
Dedem daha önceleri kafasında yer etmiş aile kızlarına haber göndererek babama onlardan birini eş olarak beğendirmiş ve kısa süre içinde düğünleri yapılmıştı. Bu gelişme benim içinde evden koptuğum yılların başlangıcı oldu. Üvey annem alımlı, genç, yetenekli ama birazda zenginliğin etkisi ile tepeden bakan biriydi. Nedendir bilmem amma, bana sevgi dolu gözlerle baktığını hiç görmedim, tıpkı dedem gibi mesafeli dururdu. Nur içinde yatsın, Babaannem yok mu? O nerede ben orada. Babam yeni evliliğin etkisi ile beni tamamen unutmuş gibiydi. İşe gidip gelmekte, gelince de yeni hanımıyla odalarına çekilmekteydiler. Babamla aramızda oluşan uçurum yıllar geçtikçe daha da artmış ve aynı evde iki yabancı olmuştuk. Babam, bağ, bahçe, çiftçilikle uğraşıyor çok kerede ilçe merkezinde oyalanıyordu. Köy ilçeye yakın olduğundan hemen her gün ilçeye gidiyordu.
Babamın ikinci evliliğinin üzerinden iki yıl geçmiş olacaktı ki yeni bir erkek kardeşim dünyaya geldi. Evde yeni bir arkadaşım olacağı için çok sevinmiştim. Sık sık kardeşime yaklaşıyor uyumasını, ağlamasını seyrediyor fakat dokunamıyordum çünkü kızıyorlardı. Kardeşimin doğumundan birkaç ay sonra okul yaşım geldiği için bu sene okula başlayacaktım. Okul benim için yeni heyecanların, umutların başlangıcı olacak diye tarifsiz bir sevinç duyuyordum.
Okul köyün hemen yanı başında, biraz yamaç bir yerde bahçesi duvarla çevrili, hafif sarı kırmızı karışımı bir renkte, üzeri kiremitlerle kaplı büyükçe bir binaydı. Beş tane sınıfı, bir müdür ve beş öğretmeni bulunuyordu. Arka tarafına da birde lojman yapılmıştı. Okulumuzun bahçesi büyük ve çeşit çeşit ağaçlarla doluydu. Okulda görev yapan öğretmenler, zaman içinde pek çok ağaç dikmiş ve büyütmüşlerdi. Köylülerde okula değer verdiklerinden okulumuz korunmuş ve güzel bir bahçeye sahip olmuştu. Tatillerde bile çocuklar bahçede oyun oynar, vakit geçirirler, okulu kollar, zarar vermekten çekinirlerdi.
Günler geçmiş, sabırsızlıkla beklediğim okula başlama günüm gelmişti. Büyük bir heyecan içinde, yeni arkadaşlarımı bulacak, yeni şeyler öğrenecektim. İçimde büyük bir coşku ve sevinç fırtınası yaşıyordum. Okulun ilk günü babam bana gerekli kıyafetleri almış, elimden tutarak okulun bahçesine getirmişti. Ahmet dedem ve anneannemde açılışın olduğu bu ilk gün yanıma gelerek bana kalem defter silgi verip, cebime de bir miktar harçlık koymuşlardı. Bu gün beni sanki daha bir farklı sevmişlerdi, yoksa büyüdüğüm için daha iyi mi anlamıştım bilemiyordum, ama sevgi dolu gözlerle bana bakıp, sevip okşamalarını, hayatım boyunca unutamadım. Acaba onların yanında yaşamış olsaydım, farklı bir hayatım olur muydu? Diye yıllarca düşünmüştüm.
Okula başladığım için artık uzun süre evden ayrı kalıyordum. Öğlen sonu, saat üçe kadar okula gidiyor, okul çıkışı da arkadaşlarımla akşam karanlığına kadar evlerin bahçelerinde oyun oynuyordum. Okulda tanıdığım yeni arkadaşlarımla, öğrendiğimiz oyunları oynamak için, okulun çıkış zilini dört gözle bekler olmuştum. Doğrusu bu yenidünyamı çok sevmiştim. Ne yazı ne kışı, ne sıcak, nede soğuk, sahibi olmayan bana dokunmuyordu artık. Sahibi olmayan diyorum çünkü beni daima kollayıp koruyan babaannemde ben okula başlayınca diğer kardeşimle ilgilenmeye başlamış, hal böyle olunca da zaman içinde eski ilgi ve alakası da kalmamıştı. Üvey annem zaten bana karşı her zaman soğuk durmuş, hiç sevgi göstermemiş, ancak bazı üvey anneler gibi dayak atmak, yemek vermemek gibi davranışlar içinde olmamıştı. Bu bile benim için büyük bir nimetti. Hiç bir zaman önüme, diğerlerinden eksik yemek çıkarmaz, herkes ne yerse bana da mutlaka aynısını verirdi. Dedim ya, bu bile bana yetmekteydi. Ancak çocuk olmam nedeniyle, daima bir ilgi, sevgi dolu bir bakış beklemiş, ama o ilgiyi hiçbir zaman görememiştim.
Neden bilemiyorum, hep yüzü asıklar sanki beni buluyordu. Okulumuzda ki altı öğretmenden en sevimsiz ve aksi öğretmen bizim öğretmendi. Sürekli azarlar, bağırır, elindeki küçük sopası ile canımızı yakardı. Bekâr genç ve yakışıklı biriydi. Sevdiği bir bayan öğretmenle evlenemediğinden çok sinirli olduğunu, üst sınıflardaki öğrencilerden duyardık.
Ancak ben ve birkaç arkadaşımda, hani iyi şeyler yapmazdık ve illaki öğretmeni kızdıracak bir yaramazlık bulurduk.
Kimi zaman sınıfa bir kedi getirir, kimi zaman bir arkadaşımızı ıslatır, defterleri ve tahtayı karalar, çok zaman ödevlerimizi yapmazdık. Öğretmen bağırdıkça hem korkar hem de içten içe gülerdik. Öğretmenimiz bazen bana, çok zeki bir öğrenci olduğumu söylemiş olmasına rağmen ders adına evde elime kalem almazdım. Neden bilinmez, öğretmenim azda olsa biraz benimle ilgilenmeye kalksa, rahatsız olur sıkılır, yakın olmak istemezdim. Saçlarımı okşayan sıcak bir elin şefkatini duymayalı o kadar çok zaman olmuştu ki galiba sevilmeyi unutmuştum. Gün geçtikçe yalnız dünyama daha fazla kapanıyordum.
Aradığım çok da fazla bir şey değildi. Evde bulamadığım içten bir sevgi ve şefkati okulda öğretmenimde bulurum sanıyordum. Ama nafile, düşlerim sona ermiş, yanıldığımı çok geçmeden anlamıştım. Belki de sorun kendimdeydi. Küçük sınıflarda okurken pek farkına varamamış, hep o şefkati beklemiştim. Ancak üst sınıflarda okurken, biraz da olayların farkına varınca içimde acılar, yalnızlıklar artmaya, büyük bir boşluk oluşmaya başlamıştı. Kendimce yaşadıklarımı sorguluyor, içten bir sevgiye ne çok ihtiyacım olduğunu az da olsa hissediyordum.
Kimseye çok fazla bir kötülüğümde olmazdı. Evde annesizlik, babadan ilgisizlik, okulda sevilmemek hep benim suçum muydu? Diğer sınıflardan bir öğretmen öğrencileriyle çok ilgilenir hepsiyle ayrı, ayrı konuşur, teneffüsler de bile onların yanında olurdu. Onlarla oyun oynarken uzaktan seyreder, çocuk aklımla onlara heveslenirdim. Şans burada bile bana gülmemiş yalnızlığımla baş başa kalmıştım.
Okula başladıktan sonra, evle bağlantımın azalması beni daha da özgür yapmıştı. Köyümüzün Yeşilırmak’a yakın olması nedeniyle okul çıkışlarında özellikle sıcak havalarda, Irmak kenarında arkadaşlarla buluşup, hem yüzer hem de balık tutmaya çalışırdık. Irmak kenarlarında sıralanmış kavak ve söğüt ağaçlarının dizilişi o kadar güzeldi ki tarifi bir hayli zordu. Kimi uzun kimi kısa, yeşil ve sarı karışımı yapraklara bezenmiş ağaçlar, sanki geniş bir yol varmış gibi düzgün bir şekilde sıralar halinde kıvrımlar yaparak uzaklara gitmekteydiler. Görünüşleri bana çok heybetli geliyordu. Bazen ırmak yukarı esen rüzgârın yapraklarda çıkardığı sesleri dinledikçe, tarifi imkânsız huzur duyardım.
Benimle konuşuyorlar gibi gelirdi bana. Farklı bir âlemden arkadaşlarımdı onlar. Irmak kenarlarında uyukladığım zamanlar bu sesleri, tanımaya fırsat bulamadığım annemin ninnileri ile karıştırır, kendimi onun kollarında sanırdım. Kimi zamanlarda ırmak içine uzanan dallarına çıkar, ileriye kadar gider, oradan suya atlardım. Irmak ve ağaçlar hayatımdı, neşemdi, arkadaşımdı benim.
Hele mandaların ırmaktan geçişleri yok mu? .Mandaların üzerlerine biner onlarla Irmağı geçer sonra tekrar geri gelirdik. Neşemizden, attığımız kahkahalardan, ırmak kenarları çınlardı. Bazı günlerde küçük oltalarımızla balık tutmaya çalışır, tuttukça da sevinçten coşar, kim çok balık tutacak diye bahislere girerdik. Tuttuğum balıkları asla atmaz, balıklarla eve gelirdim. Getirdiğim balıkları pişirir bana verirlerdi. Balık tutmaya gitmeme kimse bir şey demez,
devam edecek...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.