- 3149 Okunma
- 2 Yorum
- 2 Beğeni
SAYGINLIĞIN ALAMET-İ FARİKASI
Günlerce düşünmeye mahal vermeyecek kadar keskin ve kısa bir cevap gerektiren bir soruya yanıt bulmakta zor olmasa gerek.
"İNSANA SAYGINLIĞI MEVKİSİ Mİ KİŞİLİĞİ Mİ KAZANDIRIR?"
Bana göre itibarı insan kendi kazanır. Mevki ise o kazanılmış saygınlığı sadece daha güvenilir kılar. Velev ki hem saygınlık hem de mevki bir şekilde elde edildi. Gün yüzü görmemiş bir doğru olması nasıl imkansızsa "Haydan gelen huya gider." misali bir şekilde ve bir yerlerden patlak vermeyecek mi sanar insanlar acaba?
O kadar kolaydır ki kendini allayıp pullayarak hayat vitrinine koymak ve GÖZ boyamak. Mesela ben bile kendimi Kaf Dağı’nın varisi ilan edebilirim değil mi ama!!!
Ya da ne bileyim çok okumuş, gezmiş, görmüş, geçirmiş ilan edebilirdim. Lakin, "Dağ dağa kavuşmaz ama insan insana kavuşur." hayat felsefemizde baş sözlerden biri olması asabiyle, hem haddimizi bildik yıllardır hem de yalan ve hilenin eninde sonunda ele ayağa dolanacağını biliyoruz, şükürler olsun.
Şimdi her dem insanlık, saygınlık deminde yüzme öğrenmeye meraklılara sormak gerek:
HANGİ SAYGINLIK İNSANIN ÖNÜNE HEP ENGEL ÇIKARIR?
Maalesef benim hayat felsefem bunun çok komik olacağını haykırdı hemen. Ama niyetin belirlediği akibet meselesi ise insanı şaşırtan, sadece AMENNA VE SADAKNA demekte boynumuzun borcu olur. Çünkü, insanın alasının içte ve görünmez olduğuna vakıfız şükür.
İtibarlı kişiliğe sahip biri nasıl oluyor da hep bayanlardan engel vetosu alıyor dersiniz?
Hatta şu kadarını söylemek gerek ki, bulup bildiklerimle öğrendiklerim akla ziyan bir kişilik çatışması işaret ediyordu. Tüm bunlara rağmen hep yüreğimin sesini dinleyip güvenmek akabinde de affetmekte yegane hatam oldu benim.
Geçmişte kaldı (kalsın) dedim. Öncesi ilgim alanına girmemeli dedim.
Lakin, varken yokmuş gibi davranılıp Nicelerine yakılan yeşil ışıklar ve yetmez gibi saygı saygınlık dersi verilmeye yeltenilip, fındığı geçtim de bade kırmaya kalkışılması ise ister istemez insanı büyük bir onur savaşı içine itiyor insanı.
Tek istediğiniz güvenip gözünüzü kırpmadan verdiğiniz on üç yürek sesiniz içinizi yakmaya başlıyor.
TEK İSTEDİĞİNİZ O ON ÜÇ YÜREK SESİNİZİN AZAT EDİLMESİ İKEN HEM DE....
Yalanların doğurduğu yanlışlar işin aslını bilmeden tek taraflı hükümle yürüme meraklılarını da o vebale ortak ediyor. Hele ki, o kulaktan dolma bilgilerle Allah korkusu düşünülmeden vebalin en büyüğü alınıyorken...
Öyle ki, muazzam bir yalan deryasında yüzmeye çok heveslenilmiş belli iken, atılan her kulaçın, dibe vuruşa katre katre zemin hazırlayışı bile çok net bir şekilde göz ardı ediliyor...
İşin ucunda GERÇEK BİR İTİBAR söz konusu zannediliyor maalesef...
Netice itibarı ile biz hayatımız boyunca ne yapışkan bir ruh aleminden olduk ne dilimiz ve beynimiz şirazeden çıkmıştır ne mevki aşığı ya da meraklısı olup saygınlığı bursa aradık ne de KİMLİĞİMİZ OLAN KİŞİLİĞİMİZDEN taviz verdik.
SEN EY İNSANOĞLU, benim sayfalarımı değil sana yalan yanlış aktarımda bulunanın sayfalarını araştır çok şey bulacaksın emin ol.
Tekrar söylüyorum, tek derdim on üç yürek sesim ve seslendirmelerimdir...
Sonrası umurumda bile değil. Çünkü GİT DİYEN BENİM.
Telefondan ancak bu kadar yazabildim. Affınıza sığınıyor Ankara’dan selam ve saygılar sunuyorum tüm dost yüreklere...
HÜZÜN ŞAİRİ: N Y
YORUMLAR
Kalemine ömrüne bereket ablam kıssadan hise diyor yazı ben sana padişah olamazsın demedim adam olamazsın dedim diyor insanoğlu dışı gön içi kan pıhtısı dolu dışardan göründüğü vasıfları bazen gerçekte taşımıyor ve ya taşıyamıyor malesef kutladım ablam selam ve dualarla hayırlı Ramazanlar hoş geldin safalar getirdin ankaramıza