- 480 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Aynam Olur musun
Hani evcilik oynar ya küçük kızlar… Aynen öyle bir acemilik ve özenle yerleştiriyorum eşyalarımı, sadece onları değil tüm duygusal yüklerimi de… Yeni bir evdeyim ne de olsa… Pencereler ardına kadar açık… Taptaze bir hava dolduruyor içeri. Aynen küçük bir kız gibi fincanlarımı yerleştireceğim az sonra dolaba. Komşuculuk oynamak için çok erken daha gerçi. Ama daha az önce karşı evdeki genç kadın “kahve keyfi için gelebilirim” der gibi gülümsedi, elimdeki fincana doğru bir bakış atarak. Ama her yer her yerde… Hiç de inandırıcı bir dekor sunmuyor evin bu derbeder hali. Kenardaki kanepede kahvelerimizi yudumlayabiliriz gerçi. Ama evcilik çağımızı çoktan geçtiğimizden olmayan şeyleri varmış gibi görmekte zorlanırız herhalde. Ne kadar umursamamaya çalışsak da hiç değilse hoş görünümlü birkaç eşya arar gözlerimiz. Evin ıssızlığında yankılanan seslerimiz büyür durur gitgide, an be an kelimeleri anlamlarından sıyırarak. Ne söylesek bomboş bir odanın yalnızlığını anlatıyordur sanki. Bu yüzden en iyisi bu cana yakın komşumu davet işini epey bir sonraya erteleyeyim. Yeni mobilyalar gelip de ev ıssızlığından sıyrılıp yuva kıvamına gelecek derecede ısındığında bizzat kapısına kadar bile gidebilirim onu davet etmek için.
İki ay sonra bu odada komşumla güzel bir kahve keyfi yapmak yine bu kadar önemli olacak mı, bilmiyorum. Ama şu an ona bakarken, beni çok güzel gösteren bir aynaya bakar gibiyim tıpkı. Beni hiç tanımayan birinin gözlerinde sohbet etmeye değer, hoş biri olarak yansımak kadar güzel bir kendinle yüzleşme şekli olamaz herhalde. “Ya umduğunu bulamazsa bende” demeyi en azından şimdilik bir yana bırakarak son derece davetkâr bir gülüş gönderiyorum kaşı pencereye.
“Birini yaşamına katmakla âşık olmak ne kadar benziyorlar aslında” diyorum fincanları rafa dizerken. Sis perdesinin azar azar çekilmesi gibi, her geçen gün daha belirginleşmesi, sırlarla dolu o bulanık resmin…
Hiçbir sır kalmayınca; gizemsiz, perdesiz cascavlak kalakalmışken ortada, yine böyle varlığımı onaylayan sevecen bakışlar gönderecek mi bana acaba? Yani benim asıl gerçeğim onun bende gördüğü gerçekle kesişiyor mu kimi yönleriyle, yoksa çok alakasız bir yerde mi, nasıl olsa yakında göreceğim.
Âşıksan, o sis perdesi çekilip hoşuna gitmeyen ayrıntılar sevdiğin insanın birer parçası olarak azar azar belirdiğinde; tıpkı komşunla görüşmeyi keser gibi onun da bir yanıyla temasını kesiyorsun gitgide. Tüm olumsuzlukları o yanına hapsedip diğer yana odaklıyorsun tüm sevgini. Yani ben iki ay sonra bu tatlı kadınla selamı sabahı çoktan kesmiş olabilirim belki… Ama sevdiğim adamın kimi yönlerine ne kadar kızsam da ona akşam yemeği hazırlamak için mutfakta saatler geçirmeye devam edeceğim. Çünkü aşk, hakkında siyah beyaz diye keskin ayrımlar yapamayacak kadar çok sayıda renklere haiz… Tam siyahında kayboldum derken, iki adım ötede hayatında görüp göreceğin en hoş tondaki maviye toslayabiliyorsun.
Eğer âşıksan dar, eğri büğrü bir sürü sokaktan geçip varacağı yeri bilen birinin emin adımlarıyla hiç yılmadan yürümeye devam eder gibi sen de büyük bir inatla sokakları adımlamaya devam edersin. Bazen güzel sokaklara, caddelere de çıktığın olur… Ama engebeli, adım atmanı güçleştirenleri çok daha fazladır nedense. Ama oradadır işte varmak istediğin mavi… Esintisini daha şimdiden duyabiliyorsundur. Denizi getiriyordur sana.
İşte aşkı arkadaşlıktan üste çıkaran şey de budur. Çünkü dostluk denen süreçte o esinti daha bir uzaklardan gelir sanki. Yollar denize çıkmıyordur. O yüzden çıktığın yolculukta aşktaki gibi geçtiğin yerleri öyle kolay kolay umursamazlık edemezsin. Çünkü varacağın bir yer, bir son nokta yoktur. Çünkü dostluk varılacak bir yer değil, düpedüz çıktığın o yolculuğun ta kendisidir. Bu yüzden ayağın bir çukura takıldığında es geçemezsin hemen öyle. “Olmamalıydı bu çukur burada” dersin. Mavinin yokluğundadır bu. Geçtiğin yolların; tüm çukurları, engebeleri affettirecek bir sona varmamasından…
Salona döndüğümde karşı komşum pencerede değildi artık. Ama ben onun hayatıma şimdiden sızmaya başlayan varlığını hissedebiliyordum. İşi zordu müstakbel arkadaşımın. Ne yapsa yarışamayacaktı kalbimi gümbür gümbür attıran bu emsalsiz duyguyla. Misafir için hazırlık yaparken yardım edecek, zeytinyağlı dolmalar saracaktı benle birlikte saatler boyunca belki. Gözyaşlarımı silecek, kocamla ilgili şüphelerimi dinleyecekti. Evet, o şüpheler hep olacaktı. Dışarıda bir sürü güzel kadın vardı çünkü. Bir erkeğin iradesini zorlamak için yarışan bir sürü tuzak…
Laptop’uma kaydı birden gözlerim. Tuzak kelimesinin cisimleşmiş bir hali olarak tatlı tatlı gülümsüyordu bana bomboş odanın bir köşesinde. Böyle bir ıssızlığı varlığıyla bir parçacık olsun doldurabilen her şey koca bir tebessüm değil miydi zaten? Tuzaklar her yerdeydi, bunu söylüyordu laptop’um bana, koca odayı bir anda dolduran ışıl ışıl varlığıyla. “Senin için de aynı şeyler geçerli!” diyordu. “Hadi çekinme söyle, internete girmek için can atmıyor musun şimdi? Sayfana yeni yüklediğin resimlerine gelecek övgü dolu yorumları düşündükçe kalbin gümbürdemeye başlamıyor mu?”
Sınırı geçmek öyle kolaydı ki! Bir övgüye teşekkür edip geçmek yerine durup orada kalmak… “Ben asla kalmam!” dedim. Bağırdım demek daha doğruydu aslında. Öfkelenmiştim çünkü. İnsanın duygular karşısındaki aczine öyle kızıyordum ki! Kocam da ben de o aciz, bir anlık bir kalp çarpıntısının peşinden sürüklenip gidebilecek milyonlarca insandan sadece ikisi değil miydik?! Gitmeyebilirdik de tabii. Ama bu o kıpırtının, heyecanın bir süre için de olsa irademizi ele geçirmeyeceği, barikatlar kurmak için canhıraş tüm gücümüzü seferber etmemize yol açacak kadar bizi allak bullak etmeyeceği anlamına gelmezdi ki! Hep bir savaş olacaktı içimizde. Hep bir yenilgi ihtimali…
Karşı pencereye baktım, şirin komşumu görürüm ümidiyle. Gülüşüne tutunmaya ihtiyacım vardı. Şu yerleşme işini bir an önce haletmeliydim. Onu ilk fırsatta davet edecektim çünkü. Uzun süre yalnız kalmak ruha çok ağır geliyordu. Oradan buradan söz eder, birbirimize kim olduğumuzu hatırlatırdık durmadan. Kendini unutmak, onca duygu içinde kaybolmak öyle kolaydı ki! Aynalara ihtiyaç vardı.
İşte gelmişti sevimli komşum. “Aynam olur musun” dedim ona bakışlarımla. Daha doğrusu içimden öyle geçirerek baktım. Cevap sıcacık bir tebessüm şeklinde geldi.
Aynam Olur musun Yazısına Yorum Yap
"Aynam Olur musun" başlıklı yazı ile ilgili düşüncelerinizi ve eleştirilerinizi diğer okuyucular ile paylaşın.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.