TÜRK ŞİİRİNDE AŞKA BAKIŞ
TASAVVUF EDEBİYATI VE AŞK
Tasavvuf aşkın üzerine temellenmiştir ve aşk deryasıdır. Mutasavvıf bu deryada bir damla, bir katre mesabesindedir. Mutasavvıfa göre evrendeki tek gerçek aşktır. Sevgilinin mutlak güzelliğinin her şeyde tezahür ettiğini, yansıdığını görmektir. Bu gönül gözüyle bir görüştür. Tasavvuf aşkın oluşmasında beşeri aşkın payı ne kadardır acaba? Süleyman Uludağ şöyle açıklama yapar: ‘Erkek, ilahi aşka kadın sayesinde ulaşır. Evvela kadına aşıkm olan erkeğin ruhu hassaslaşır, kalbi yumuşar, zihni saflaşır, önceden idrak edemediği kutsal gerçekleri kavrar. Böylece kadın aşkının mecazi olduğunu bunun bir hakikisi olduğunu anlar. Burada kadın aşkı bir basamak olur ilahi aşka yükselmek için. İnsan ilahi aşka böyle alışır. Sûfîler buna ebcet aşkı derler. Kur’an okumanın ilk safhasına benzetilir.
Bedri Noyan şöyle demekte:’ Aşk hem dert hem dermandır. Demiri hamur, taşı çamur gibi yumuşaktır. Âşıkta hata olmaz, onun yanlışı da güzeldir. ‘Kün’ diyen Tanrı’dadır sâfi aşk, o ‘kün’ ‘ol’ dedi ve kainat oldu. Bu öyle bir sevda ki meydana vursa rüsva eder, içinde tutsa helak… gönül ek, gönül biçersin.
Erenlerin safâ nazarı cennet bahçesinin gül kokusudur. Dosta bakan göz de yine dostun gözüdür. Sevgilinin yüzü Kur’an, sözü Kur’an’dır. Ferman da o, sultan da o. Hepsi birdir. Birisi ötekinin zuhûru olarak meydana gelmiştir. Gaybî’nin dediği gibi:
Aşk od’u evvel düşer mâşuka, ondan âşıka
Şem’i gör kim yanmadan yandırmadı pervaneyi
Aşk yolunda yane yane yürüdüğünü belirten Yunus Emre, ‘ne âkilem ne divane gel gör beni aşk neyledi’ dedikten sonra başka bir şiirinde aşk yolunda yürümeyenlere şaşkınlığını şöyle ifade ediyor:
Neylerler fânî dünyayı Allah sevgisi var iken
Ya dahi kanda giderler ol dost sevgisi var iken
Mutasavvıf Eşrefoğlu Rumî ilahi aşkın şöyle ifade eder:
Verip rahatları mihnetle alıp
Dün ü gün âh u hasrettir adı aşk
Bir oddur kim câna düşmüş yanadır
Yürek dolu hararettir adı aşk
Âşık Şem’î ilahi aşkı anlatırken adeta kendinden geçer ve ırmağına sığamayan bir ırmak olur:
Ben beni bilmem neyim dünyâ nedir ukbâ nedir
Söyleyen kim söyleten kim aşk nedir sevda nedir
Mey nedir sâkî nedir Mecnûn nedir Leylâ nedir
Kimse idrâk eylemez bu âlem-i eşyâ nedir
DÎVÂN ŞİİRİNDE AŞK
Dîvân edebiyatı şiirin hâkim olduğu bir edebiyattır. Aşkı hep ön planda tutmuş ve insanın beşeri yönünü ulvîleştirmeyi amaç edinmiştir. Bunu içindir ki divan şiirinde aşkla ilgili yüzlerce kelime bulunmaktadır. Hatta İskender Pala’nın tespitine göre sevgili kelimesini karşılayan yüzden fazla mazmun ve terkip vardır. Bu durum eskilerin yalnızca aşkla ilgilendiklerini değil, klasik edebiyatımızın aşka verdiği değeri gösterir.
Divan şiirinde genellikle aşk temasını işlemek için kullanılan bir şiir formu vardır. Bunların başında gazeller gelir. Bunun dışında kasidelerin giriş bölümünde aşk temasının işlendiği ‘tegazzül’ kısmı vardır. Ayrıca mesneviler de aşk temasının işlendiği nazım türleridir. Bir bakıma bu mesneviler dönem edebiyatının romanı sayılmaktadır. Başlıcalar: Leyla ile mecnun, Yusuf ile Züleyha, Vamık ile Azra gibi aşk hikâyeleri ve Hüsn ü Aşk, Şem-ü Pervane, Beng ü Bade gibi tasavvufi ve sembolik öyküler örnek gösterilebilir.
Şeyhî aşk yolunda cihan varlığının yokluk olduğunu bu yolda sabır ettiğini, yare gitmek için elindeki her şeyi verdiğini ve bunu kimsenin ilgilendirmediğini söyler:
Aşk yolunda cîhân varlığı çün yokluktur
Varımı yoğumu ger verem ü varam kime ne
Aşk, divan şairinin bir kısmına göre de bela, dert ve hastalıktır. Onun için aştan kurtuluş yoktur. Yapılacak şey Ahmet Paşa’ya göre ya tahammül ya da sefer:
Kıldım belâ-yı aşk ile sefer
Meşhûrdur ki âşıka yâ sabr u ya sefer
Divan şiirinde şairler, aşka bazen öyle dalar ki kendilerini ünlü aşk hikâyelerinin erkek kahramanı olarak görür hatta kendini önde görenler bile var. Örneğin kendini ‘rind-i şeyda’ olarak niteleyen Fuzûlî bu yüzden ‘halka rüsvâ’ olduğunu belirtirken bir şiirinde de Mecnun ile kendini şöyle kıyaslar:
Mende Mecnûndan füzûn âşıklık isti’dâdi var
Âşık-ı sâdık menem Mecnûnun ancak adı var
Aynı şekilde Nef’î ise Mecnûn’a tepeden bakmakta ve aşağlamaktadır onun aşkını:
Mecnûn ne bilir kaide-i nâz u niyâzı
Âşık mı sanır kendini o meczub-ı muhabbet
Bâkî, yaşadığı ihtişam dönemine uygun bir dille yüksek perdeden sevgiliye seslenmekte:
Ezelden şâh-ı aşkın fermânıyız cânâ
Muhabbet mülkünün sultân-ı âlî-şânıyız cânâ
Şeyh Gâlip, ilahi aşkın neşvesiyle yanıp kavrulan bir gönül eridir. Hüsnün aşkını gönlünde hisseder bu haldeyken her şeyin aşk ateşiyle yanıp kavrulduğunu ve savrulduğunu görmektedir:
Gül âteş gülbün âteş gülşen âteş cûybâr ateş
Semender tıynetân-ı aşka bestir lâlezar ateş
Maddesiyle, cismiyle dişiliğiyle bir sevgiliyi arzulayan, etiyle kemiğiyle sevgilinin aşkını şiirleştiren divan şairleri de var elbet. Bunlardan biri de Sümbülzâde Vehbi’dir:
Ne temâşâ-yı gül ne çemen ister âşık
Sînede bir meh-i gül-pîrehan ister âşık
Sözün özü şudur ki divan şairi aşkın ıstırabını çeker ve buna tahammül eder çünkü çile çekmek, aşk yüzünden acı ve ıstıraplar çekmek doğal bir sonuçtur. Aşığa düşen ‘cevr ü cefa’ya sabretmektir. Tıpkı adile sultanın dediği gibi:
Aşkta kanun imiş âşıklara cevr eylemek
Âşık oldur kim cefâ-yı yâre sabretmek gerek
HALK ŞİİRİNDE AŞK
Halk şiirinde aşk sık işlenen bir temadır ancak aşkın yanında ayrıca gurbet, ayrılık, ölüm kahramanlık gibi konular da sıkça işlenmiştir.
Halk şiirinde, güzellerin özelliklerinden bahsederken şairler, onların zulümlerinden, cefalarından, aşığa yüz vermeyişlerinden söz ederler. Hatta Karacaoğlan’ın dediği gibi güzellere dört şey âdet olmuş:
‘bir şive bir cilve bir eda bir naz’
Halk şiirinde sevgilinin boyu serviye, yüzü aya benzer. Âşık sevgiliyi en çok kendisinin sevdiği iddiasındadır. Buna rağmen sevgili, şairin günahını almaktadır. Gevherî, bunları şöyle anlatır:
Ne kaçarsın benden ey yüzü mâhım
Seni seven var mı benden ziyade
Rûz u şeb durmayıp alırsın âhım
Âşıkım ağlatma bundan ziyade
Sevgilinin temel özelliği halk şiirinde sadık olmasıdır. Sevgili ise Dertli’nin bir şiirinde belirttiği gibi kimi zaman aşığa ihanet edebilir:
Hâni yâ vasfettiğin dilber senin sâdık duyû
Dün gece ol dilberi bir bâdeye oynattılar
Seyrânî, bu durumu bir kırgınlık, benzetme havasıyla şöyle ifade eder:
Eski libas gibi âşıkın gönlü
Söküldükten sonra dikilmez imiş
Güzel sever isen gerdanı benli
Her güzelin kahrı çekilmez imiş
Halk şiirinde temel felsefe aşk ekseninde ‘gönül kimi severse güzel odur’ yani herkesin güzellik ölçüsü kendine göredir. Diğer bir değişle o, sevdiği için sevgili güzeldir. Âşık Veysel’in dediği gibi:
Güzelliğin on par’etmez
Şu bendeki aşk olmasa
Eğlenecek yer bulaman
Gönlümdeki köşk olmasa
Halk şiirinin son büyük temsilcilerinden Abdurrahim Karakoç ünlü Mihriban şiirinde aşk anlayışını zirveye taşıyor:
Yâr değince kalem elden düşüyor;
Gözlerim görmüyor, aklım şaşıyor
Lâmbada titreyen alev üşüyor
Aşk kâğıda yazılmıyor Mihriban…
TANZİMATTAN GÜNÜMÜZE ŞİİRDE AŞK
Dîvân şiirinden Tanzimat şiirine bir geçiş şiiridir Recaizade Mahmut Ekrem’in şiiri. Geçiş dönem temsilcisi olan şair ünlü beytinde şöyle diyor:
Sende mi hâlâ esîr-i zülf-i yâr olmaktasın
Uslan ey dil uslan artık ihtiyar olmaktasın
Gönül ihtiyarlığı kabul eder mi hiç? O, her zaman esir-i zülf-i yar olmaya hazırdır. Saçların ağarması, yaşlanmak gibi durumlar gönüle uzak hallerdir. Mehmet Çınarlı, bu duruma biraz daha netlik kazandırmakta ‘gülüm’ adlı redifiyle:
Saçlar ağardı, sanma ki yaşlanmışız gülüm
Vallahi neyse sendeki hoşlanmışız gülüm
Yıllar ilerledikçe gönül uslanır sanıp
Düşmüş büyük hatalara, aldanmışız gülüm
Sevda yeni bir oluşta, farklı bir oluşumda, ayrı zannedilen bir varlıkta yeniden doğmak gibi bir şeydir derken Cenap Şahabeddin , buna ‘ölme’yi de ekleyerek şöyle der:
‘Sevmek doğmak gibi, ölmek gibi bir şey’
İlhan Berk ‘anla ki ölüme benzer seni sevmek’ demektedir.
Yahya kemal ‘bir uykuyu cananla beraber uyumak’ olarak aşkı nitelendirmektedir.
Nazir Akalın, ‘sevgilinin gözlerini bir sevda uygarlığı’ olarak görür.
Hilmi yavuz, ‘uçurum gözlü sevgili’ diye nitelendirir.
Ahmet Arif,’yokluğun cehennemin öbür adıdır’ şeklinde sevgiliyi tasavvur etmiş.
Cemal Süreya, sevgilinin ‘kalkıp giden gözlerinden’ bahseder aşk adlı şiirinde. Hâlbuki şair, ‘ben senin gözlerinsiz edemem bilirsin’ derken ‘sevgiyeydi ilk açılışı sırf onaydı’ gerçeğini unutmadığını da belirtir.
Faruk nafiz, farklı bir biçimde ve güzellikte bunu karşımıza çıkarır:
Gözlerim gözlerinde dinlenirken eriyor
Eriyor yaklaşırken dudağına dudağım
Zerrelerim çözülmüş gibi sesler veriyor
Ben sıcak bir denize inen buzdan bir dağım
Enis Behiç Koryürek, ‘öyle bir duygu ki gelmez kaleme’ diyerek aşkın tanımlamaktan acizliğini itiraf eder. Ardından şöyle yazmıştır:
Dünyayı iki şeyden
İbaret bilirim ben:
Biri, her şey olan: sen!
Biri, sen olmayanlar!
Sevgili, şairin hayâl dünyasında hep başka başka karşımıza çıkar. Nazım Hikmet’e göre sevgili ‘bahar toprağı gibi’dir.
Necip Fazıl’ın şiirinde sevgili, ‘şeytanın bir günahı beklemediği kadar beklenendir.
Asaf Halet’e göre sevgili, ‘bir masal kızı’dır.
Ahmet Muhip Dıranas’a göre ‘yaprak yaprak açan bir gül’dür sevgili. Ve şairin sevgiliden istedikleri bu özelliğiyle ilgilidir:
Yeşil pencerenden bir gül at bana
Işıklarla dolsun kalbimin içi
Açılan bir gülsün sen yaprak yaprak,
Ben aşkımla bahar getirdim sana,
Geçiyorum mevsim gibi kapından
Gözlerimde bulut, saçlarımda çiğ
Güneş ile gülmek arasında anlamsal ve işlevsel bir ilişki kuran Erdal Çakır, sevgili için çok farklı bir imge bulur:
Sen bir güldün
Güneşi iptal ettin
Güneş ve sevgili ilişkisi, Yunus’tan günümüze pek çok şairde farklı imge ve hayallerle karşımıza çıkar. Hasan Akay’a göre sevgili: ‘güneş gibi hem yakın hem uzak olandır.’
Turgut Uyar, ‘sevgilinin her yeri şiire uygundur’ diyerek şunu ekler: ‘Çekip götüren saçlarıdır o saatleri bir bir, dünyaya sizinle baktığımı bilmelisiniz…’
Cahit Sıtkı, sevgiliyi anlatırken doğanın sınırlarına dayandırır şiirini:
Rüzgârın en ferahlatıcısı senden esiyor
Sende seyrediyorum denizlerin en mavisini
Ormanların en kuytusunu sende gezmekteyim
Senden kopardım çiçeklerin en solmazını
Toprakların en bereketlisini sende sürdüm
Sende tattım yemişlerin cümlesini
Oktay Rifat, Fuzûlî ve Nedim’in kendisinde kanayan aşklarıyla yaşadığını söyler. Ona göre bu iki şair sevdazededir. Şair sevda ve türleri üzerine şöyle kafa yormuş:
Öyle sevdalar vardır, biter biter başlar
Buruk tatlar vardır, ağızda sürüp giden
Bir aşka vuran güneş kolayca batmıyor
Yanıyor bin kollu şamdanı, tutuşuyor
Ümit Yaşar, şiirinde sevgili tüm yönleriyle bulunur, hatta tüm şiirleri sevgili üzerinedir diyebiliriz. Ama kendisinin ifade ettiği gibi sevgili, ‘üzerinde nice şafakların söktüğü / sevgi denizine akan büyük nehirdir’
Bedri Rahmi, ‘Sevgi Üstüne’ adlı şiirinde, sevda üstüne söylenen her şeyin yalan olduğunu şöyle belirtir:
Kitaplara göre insan
Karanlıkta yüzen bin mumluk lâmba tutulmuş
Gözleri, yüreği kamışmış insandır
Aptaldır, hastadır, kahramandır
Bütün kitapları yakmalı
Sevda üstüne ne söylemişlerse yalandır
Günümüzde aşk kaldı mı? Aslında bu sorunu cevabı kendi içinde saklı. Yani aşk günümüzde kalmadı. B. Breht’in günümüz aşklarını anlatan bir ifadesi vardır: ‘bir anlık birlikteliktir, sevenler için sevda…’ Metin Altıok günümüz aşklarına şiiriyle daha farklı bakar:
Bu kekre dünyada yazık geçit yok aşka;
Bir şey paylaşacak acıdan başka
Behçet Necatigil günümüz sevdalarından birinin yabancısı olmadığımız öyküsünü anlatır ‘Gizli Sevda’ adlı şiirinde:
Hani bir sevgilin vardı
Yedi sekiz sene önce
Dün yolda rastladım
Sevindi beni görünce
Bir suçlu gibi ezik
Sana selam söyledi
Cahit Külebi, bir başka öykü anlatır, yine hepimizin kendini içerisinde bulabileceği bir öykü. On sekiz yaşlarında yaşadığımız bir lise aşkını hemen anımsarız bu şiirle:
Asardın okulu her sabah
Sen de âşıktan bir zamanlar,
Geceleri sokak sokak gezerdin Ellerin ceplerinde, yıldızları sayarak
İlhan Geçer, şiirlerinde karşılık görmemiş sevgilerden söz ederken melankoli lâbirentlerinde soluksuz bırakan türden sevgileri anlatır:
O şehirde gene şarkılar söyleniyordur
Karşılık görmemiş sevgiler üstüne
Işıkları sönmüş odamda
Yarım kalmış şarkımı duyuyor musun
Attila İlhan bir başka karşılıksız aşkı anlatır ve bu aşk hikâyesinde bir de hasımdan söz eder. ‘Üçüncü Şahsın Şiiri’ adlı şiirinde:
Gözlerin gözlerime değince
Felaketim olurdu ağlardım
Beni sevmiyordun bilirdim
Bir sevdiğin vardı duyardım
Çöp gibi bir oğlan ipince
Hayırsızın biriydi fikrimce
Ne vakit karşımda görsem
Öldüreceğimden korkardım
Felaketim olurdu ağlardım
Günümüz şairlerinden bazıları hayatı, yaşamayı aşkla özdeş tutarlar. Bunlardan biri de Arif Damar’dır:
Yaşamak, sadece sevmektir inan bana
Sevmeyenler, dünyamızda yaşamıyor demektir
Edip Cansever’e göre sevda ‘iyi şiirler gibi’dir. Hilmi Yavuz için ‘sevda derinler’dir. Bunu günümüz aşkları için biraz zor deriz. Ataol Behramoğlu’nun dediği gibi ‘çekip gitmek’ çok basittir:
Bu aşk burada biter ve ben çekip giderim
Yüreğimde bir çocuk, cebimde bir revolver
Bu aşk burada biter, iyi günler sevgilim
Ve ben çekip giderim, bir nehir akıp gider
Günümüzde aşk var mı? İnsanlar halen eskisi gibi âşık oluyor mu? Yoksa hemen biten sevdalara mı gebe yüreklerimiz? Yoksa Sıtkı Caney’in dediği gibi günümüzde ‘aşklar yarım yarım, aşklar yüzüstü / aşklar değişmiş, aşklar kudurmuş’ mudur?
Siz ne dersiniz?
KAYNAKÇA
ADA, Ahmet; Acıyla akran, Dayanışma Yayınları, Ankara 1983
Âdile Sultan, Divanı, Kültür bakanlığı Yayınları, Ankara, 1973
HAŞİM, Ahmet, Toplu Şiirler, Haz. Kenan Akyüz, Kültür Bak. Yayınları, İst. 1973
Ahmet Paşa, Divanı, Haz. Ali Nihat Tarlan, Akçağ Yayınları, Ank. 1992
AKIN, Gülten; Toplu Şiirler, YKY, İst. 1996
ALTIOK, Metin; Bir Acıya Kiracı, YKY, İST.1998
Âşık Veysel; Dostlar Beni Hatırlasın, İş Bankası Yayınları, İst. 1974
Bâkî, Divanı; Haz. Sabahattin Küçük, TDK Yayınları, Ank.1994
BERAMOĞLU, Ataol; Bir Gün Mutlaka, Adam Yayınları, İst.1995
BEYATLI, Y. Kemal; Kendi Gök Kubbemiz, Y. Kemal Enst. Yayınları, İst.1974
CANSEVER, Edip; Yerçekimli Karanfil, Adam Yayınları, İst.1995
SÜREYA, Cemal; 100 Aşk Şiiri, Yön Yayınları, İst.1991
ÇELEBİ, A. Halet; Om Mani Padme Hum, Adam Yayınları, İst. 1983
DAMAR, Arif; Eski Yağmurları Dinliyorum, YKY, İst. 1995
DIRANAS, A. Muhip; Şiirler, İş Bankası Yayınları, İst.1974
Dîvân-ı Muhibbî, Tercüman 1001 Temel Eser, İst. 1980
Fuzuli, Divanı, Dergâh Yayınları, İst. 1981
Hayalî, Divanı, Haz. Nihat Tarlan, Akçağ Yayınlar, Ank. 1992
İLHAN, Atila; Yasak Sevişmek, Bilgi Yayınevi, Ank.1971
KARAKOÇ, Abdurrahim; Vur Emri, Töre Yayınları, Ank. 1976
KÜLEBİ, Cahit; Bütün Şiirleri, Adam Yayınları, İst. 1994
SABA, Z. Osman; Turizm Bak. Yayınları, Ank. 1987
Nâbî, Divanı, Haz. Ali Fuat Bilkan, MEB Yayınları, İst.1997
OĞUZCAN, Ü. Yaşar; Acılar Denizi, Özgür Yayınları, İst. 1995
ÖZDEMİR, Asaf; Yalnızlık Paylaşılmaz, Adam Yayınları, İst. 1996
Şeyh Galip, Divanı; Haz. Muhsin Kalkışın, Akçağ Yayınları, Ank.1994
VAROL, Hasan; Ardıç Türküleri, Güneş Yayıncılık, Antalya, 1991
Yunus Emre; Divanı; Haz. Mustafa Tatçı, Akçağ Yayınları, Ank.1991