- 800 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
DOĞU BATI MÜCADELESİ
DOĞU- BATI MÜCADELESİ
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd alemlerin rabbı olan Allah’a salat ve selam onun kulu ve resulu Hz. Muhammet Mustafa s.a.v. in üzerine onun al ve ashabının üzerine ve onun yolundan giden mü’minlerin üzerine olsun.
Konumuz Doğu Batı mücadelesi. Aslında Böyle bir mücadele yoktur. Çünkü dünya yuvarlaktır ve kendi etrafında dönmektedir. onun içindir ki Doğu ve Batı terimleri İzafi ( gerçekte yok olan ama var olduğu kabul edilen) kavramlardır. Ekvator çizgisi meridyen ve paraleller gibi. Öyleyse bu kavga nedir.
Bu kavga aslında Küfür ile imanın, hakk ile batılın şirk ile tevhidin mücadelesidir. Bir fransız veya ingilizin onların menfaatlarına dokunmadığı ve zarar vermediği sürece doğuyla bir alıp vermediği yoktur. Bir Fransız Doğuda yaşayan bir fransıza asla savaş açmaz. Velevki onlar gibi giyinip onlar gibi yaşamasada. Çünkü giyinmek yemek içmek iklimlere ve tabiata bağlı şeylerdir. Çöl ortasında yaşayan bir fransız Pariste yaşayan diğer bir fransız gibi Balık yemesi ve Grand Tuvalet smokin giymesi düşünülemez. öyleyse yukarda dediğimiz gibi bu kavga menfaatlerine ve batıl ideolojilerine karşı sürdürülen bir kavgadır. Bir gerçek vardır ki Batının menfaatlarına zulüm düzenine dokunmadığı sürece Doğunun yaşayışına da müdahele etmez.
Rivayet edilir ki "ingilizler Irak’ ı işgal ettiğinde Bağdat’a sör Hamilton vali tayin edilir. sör Hamilton ilk sabah bir acaip sesle uyanır. Hemen sokağa fırlar ve oradan geçen birine " bu ne sesidir" diye sorar Adam "Bu ezan sesidir efendim Müslümanları namaza çağırır" der. Sör Hamilton "Bu namaz İngiliz imaparatorluğunun menfaatlerine ve buradaki sömürgesine zarar verir mi?" diye sorar. Adam "Hayır efendim bu sizin menfaatlerinize zarar vermez." Banunun üzerine sör Hamilton "O halde kıyamete kadar namaz kılın biz size dokunmayacağız." İşte Batının istediği İslam modeli. Bu nedenledir ki asırlar boyunca Hristiyanlık daima İslam’a saldırmıştır.
Hristiyanlık altı yüzyıldan fazla bir zamanda doğduğu yer olan Ortadoğuda sağlam temellere sahip hale geldi. Daha sonra birden bire Hz. Muhammed .s.a.v. adında ki peygambere vahyolunan bir din Arabistan da ortaya çıktı ve 23 sene gibi az bir zamanda tüm ortadoğuya yayıldı. Hristiyanlık ilk defa doğduğu yerde tehdit ediliyordu.Çünkü İslam diğer dinleri Yani ehli-kitabın mesajını tamamlamak için geldiği iddaasındaydı. Hristiyanlar 3 seçenekle karşı karşıya kalmıştı. İlk olarak Hristiyanlar herşeye rağmen aynı ilaha ve kitap ehlinin tüm peygamberlerine inandıkları için onları hoş karşılayabilirlerdi. Fakat bunu hiçbir zaman yapmadılar.
İkincisi ise ilk tercihten kaynaklanan bir tehlike vardı. Eğer hristiyanlar İslam’ı aynı ilahtan gelen bir din olarak kabul ederlerse o zaman Allah başka bir peygamber göndererek ehli kitaba gönderilen mesajı tamamlamak için gelmiş bir din olarak kabul edecekleri ve müslüman olmak zorunda kalacakları anlamına geliyordu. bu ise rahiplerin ve kilisenin resmi nufuzunu ve menfaatlarını tehdit ediyordu.
Hristiyanları cezbeden üçüncü seçenek ise İslama kulak asmamak ve eğer mümkünse orta doğudan silip atmaktı ve nitekim yüzyıllar boyu bunun için uğraştılar.
Hz İsa a.s. gökyüzüne yükseltilmesinden sonra Hristiyanlık içinde çıkar çevresi olarak rahiplik ortaya çıktı. Roma’da ki Papa katolik rahipliği için en yüksek devlet memuru haline geldi. İslam ise bu rahip sınıfının statüsünü tehdit etmeye başladı bu yüzden rahipler asla islamın ne dediğini anlamaya çalışmadılar. Batı tarihinde bu rahip sınıfı muazzam bir güce sahip oldu öyle ki papalar İslam’a karşı ne zaman savaş çağrısı yapsalar krallar soylular ve şövalyeler ve tüm halk itaat etti. Hristiyan rahiplerden bir kısmı islamı incelediyseler de daima önyargılı taraflı ve kendi çevrelerini memnun etmek içindi. Ve bazıları bunu meslek haline getirdi. Bunların en ünlüleri Jhon of Damascus (Şam’lı Jhon) aziz Peter ve reform hareketinin öncüsü Martin Luther’dir.
Jhon of Damascus 675 yılında şam da doğdu. Uzun yıllar Emevi saraylarında yaşadı. Daha sonra keşiş oldu. Psikoposu tarafından rahip olarak atandı. Hristiyanlar arasında İslam konusunda ilk otorite ve öncü olarak görülür. onun yazdığı kitap çok büyük kabul gördü.
Jhon of Damascus Kur’anın vahyolunmadığını sonradan yazıldığını Bahira adlı bir keşişin buna yardım ettiğini söylüyordu. Ayrıca Hz. Muhammed .s.a.v. in yapmacık bir dindarlıkla halkı kandırdığını sonrada Peygamberliğini ilan ettiğini söylüyordu. Aynı zamanda Cinsel düşkünlüğü olan biri olan biri diyerek Resulullah s.a.v. in kişiliğine saldırıyordu.
İslamı sayısız cariye ye birden çok zevceye izin veren bir din olarak göstermeye çalıştı.
İslama en şiddetli saldırı ise bir fransız olan Pierre Maurici’den (d.y. 1084) geldi Aziz peter olarak bilinen Maurici’nin tek derdi. İslamı bir takım yöntemlerle Halkın itibarından düşürmek idi. Kendisini bu konuya atamıştı. Ona göre (haşa) Hz Muhammed s.a.v. ne bir peygamber ne de Tanrının elçisi idi. Fakat aldatıcılıkla meşgul ve habis birisi idi. Şeytanın Müridi idi. Peter için Kur’an Vahyolunmamış Bahira adında dininden çıkmış bir rahip ile beraber yazılmıştı.
Daha sonraları Jhon’un ve Aziz Peter gibilerinin bıraktığı misyon’u Martin Luther ( d.y. 1483) devam etti. Onlardan asırlarca sonra Orta çağda Luther O sıralar Avrupayı tehdit eden Müslüman türklere karşı İslam’a saldırdı. Ona göre Türkler İncilde Gog diye bahsedilen Tanrının ordusuna karşı duran Şeytanın yönetiminde olan bir milletti.
Müslüman türkleri dolayısıyla Tüm Müslümanları ve İslamı şöyle Tasvir ediyordu. Türkler sizin evinizi veya malikanenizi yakar yıkar malınızı mülkünüzü gaspeder sizi hançerleyerek öldürür çit ve kazıklara oturtarak işkence eder. veya tutsak edilerek Anadoluya (Türkiyeye) götürülürsünüz gündüz gece çalıştırılır sopayla dövülür orada bir köpek gibi satılırsınız diyordu.
Şu halde hristiyanların islam’ın tedkikinde kullandığı tüm yöntemler yalan iftira ve polemikten öteye gitmiyordu. O halde nedir bu polemikler.
1- İlk önce kaynak niteleğindeki yazarların kullandığı meteryaller kasıtlı bir biçimde düzenlendi Kuran ve Hadis konusunda araştırma yapmak yerine üretilen delillerin çoğu söylentilerden seyyahların izleniminden ve hatalı tercümelerden oluşuyordu.
2- Bu çalışmaların hepsi kendi çevrelerini memnun etmek için yazılıyordu.
3- 3. olarak bu polemiklerin çoğu Mübalağa (abartma) idi. İslamın cinsel düsturlarını ele almada ve tüm diğer yönlerde alaya maruz kaldı. Vakalar az yada çok çarpıtıldı. neredeyse tanınmayacak hale geldi.
4- Hristiyanlık saldırıları o kadar körleştiki bazen sırf eğlence için İslam ı yalan yanlış anlattılar. Eğer islamın lehinde iki vaka ile karşılaşan bir araştırmacı en az itibar kazandıranın en doğru olduğu faraziyesi ile hareket etti.
Bu husumetlerden kaynaklanan bakış açısı Avrupalıları Müslümanlara karşı savaşmaya hazırladı ve harekete geçirdi.
Haçlı seferleri ve katliamlar.
İstanbul’da ki başkentiyle Doğu hristiyanlık çok güçlü bir hale geldi. Çünkü Bağdat’ta ki güçlü İslam devleti zayıflamıştı. Bu fırsattan yararlanmak isteyen Hristiyanlar, Hristiyan Barışı (pax cristana) yı güney batı Asya ve tüm Ortadoğuya yaymak istiyorlardı. Fakat bu görevin ifası Müslüman Selçuklu Türklerince engellendi. 1071 de Malazgirt’te Alparslan Romen Diyojen’i yendi.
1081 de Alexius Commeus Bizans tahtına geçti. İstanbul’un Türkler tarafından tehdit edildiğini hissetti ve Papa II. Urban’a mektup yazarak şöyle diyordu; "İstanbul’un putperest (Türklerin) eline geçmesindense kendisinin (papa) eline geçmesi geçmesi daha iyi olacağı için asker yollamasını istiyorum" ve şöyle devam ediyordu "Bu şehirde (İstanbul’da ) Kurtarıcının (Hz İsa. as.) pekçok Kutsal emaneti vardır" diyordu. Bu talep 1095 in Kasım ayında Fransa Clermont ta yapılan bir genel toplantıda Alexius ’un çağrısı cevap buluyordu. Papa şöyle diyordu; " Ey savaşmak için boş nedenler arayan hristiyan savaşçılar gidin barbarla savaşın gidin kutsal toprakları kurtarın. Eğer kan dökmeniz gerekirse kafirlerin kanı ile yıkanın"
Ve ilk haçlı seferinin hazırlıkları başladı. Haçlı seferi çağrısı tüm Avrupada yankılandı. Krallar Şövalyeler askerler kadar sıradan hristiyanlar (kadınlar gençler) de savaşmak için askere alındılar. Her bir köy kasaba ve şehirde rahipler Haçlı Seferleri için halkın askere alınması için aktif görev aldılar. Papa II. Urban’ın çağrısına verilen cevap öyle hızlıydıki Peter ve Hermit gibi bazı rahipler ordu kurmak için tüm Avrupa’yı baştan başa dolaştılar.
Haçlılar 1096 da Ortadoğu ya doğru yola çıktılar. İstanbul yolu üzerinde bulunan Hristiyan köylerine dahi saldırdılar. Karşılaştıkları zaman Türkler üzerine pek dehşetli bir şekilde saldırdılar ve toplu olarak kılıçtan geçirdiler. Bunların bir kısmı Bizans İmparatoru Alexius tarafından kurtarıldı.
1097 de Normandiya dükü Robert, Boulse Kontu Bologne ve fransız asilzadeleri tarafından yönetilen ordu Antakya, Urfa ve Kudüsü ele geçirdiler. ve Haçlı Krallıkları kurdular. 1118 de Filistin ve Suriye Haçlıların denetimine girdi. Yapılan katliam öyle büyüktü ki Haçlılar duruma hakim olurken Kudüs te ölen müslümanların kanlarının ayak bileği hizasına kadar çıktığı söyleniyordu. Bu doğru olsun yada olmasın gerçek olan birşey varsa o da ölü sayısının bir hayli kabarık olduğudur. Haçlı seferlerine iştirak edenler sadece krallar soylular eğitim görmüş askerler değildi.bilakis çoğunluk rivayetlere göre; suçlular bulaşıcı hastalık taşıyan katiller ana ve babasını öldürenler vatan hainleri ayyaşlar fahişe tüccarları kumarbazlar aktörler murted rahipler genelevde çalışan fahişelerdi. Böylesi bir güruh sadece tahribat yapmakla kalmadı Arap tarihçiler yamyamlık örneklerinin en dehşetlilerini kaydetti. haçlılar suriye yi istila ettikleri vakit Maarra şehri sakinlerini katlettiler. Fakat daha korkuncunu Frank vakanüvisti Rudolp of Caen şöyle yazıyor; "Askerlerimiz Maarra şehrinde Putperestler (müslümanlar) ın yetişkinlerini yemek kazanlarında kaynar suyla pişirip haşladılar. Çocukları şişlere geçirerek öldürdüler ve ızgarada pişirerek yediler. Ertesi sene Papa’ya gönderdikleri bir mektup ta Maarrada hüküm süren kıtlığın müslümanları yemek zorunda olduklarını yazıyordu. Daha sonra Nureddin Zengi tarafından Urfa ve Antakya ve selahaddin eyyübi tarafından Kudüs geri alındı. Bu hadise Papa 8. Gerogery tekrar müslümanlara karşı bir haçlı seferi çağrısında bulunmaya sevketti. İngiltere kralı I. Richard ( Aslan Yürekli Richard) Fransa kralı II. Philip ve Alman kralı Frederich İslama karşı bayrak açtı. Öte yandan Selahaddin Eyyübi Kudüsü haçlılardan kurtardığı vakit askerlerinin katliama girişmesine izin vermedi. Şövalyelere iyilikle muamele etti ve onları serbest bıraktı. Vergilerini ödeyemeyenlerin vergilerini ödedi. Bu yüzdendir ki Avrupalılar hala bu hükümdar a Müslüman olduğu halde hayranlık duyar.
Buna karşılık I. Richard yönetimindeki Haçlı ordusu 1191 de Akra da 2700 müslüman mahkumu katletti. Bu mahkumlar zincirlere bağlı şekilde dışarı çıkarıldılar ve kelleleri uçuruldu.
Selahaddin Eyyübi merhametli olmasına karşın Halkını ve müslümanları koruyan bir hükümdar dı Bu yüzden zalimlere asla geçit vermedi. Bunlardan biri Müslüman kervanlarını yağmalayan onları öldüren işkence eden el Karak prensi Humphrey di. Sultan Selahaddin (Allah’ın Rahmeti onun üzerine olsun) eğer onu eline geçirirseöldüreceğine yemin etti. 1187 de Hattin savaşında Latin Şövalyelerini esir aldı ve Humphery onun kılıncının tek darbesi ile öldü diğer şövalyeleri serbest bıraktı.
Dördüncü Haçlı seferindeHristiyanlar Hristiyanları katletti. Haçlılar 1203 de İstanbul a girdi Şehri yakıp yıktılar ve yağmaladılar.
1280 de Osmanlı Devleti Dünya sahnesine çıktı Devletin sınırları hızla genişledi. Haçlılar yeni bir haçlı seferi düzenlediler. 1389 da Kosova da I. Murad tarafından bozguna uğratıldılar. ve ardından bir haçlı seferi daha düzenlemişselerde I. Beyazıd tarafından bu ordu 1396 da Niğboluda bozguna uğratıldı.
II. Mehmed in 1453 de İstanbul’u almasıyla yeni bir haçlı seferi düzenleyemeyen hristiyanlar günümüze kadar öfkelerini sürdürdüler. Bunun en son örneği 1992-1996 arasında yaşanan Bosna savaşıdır.
Seyyahlar Casuslar ve Misyonerler.
18.ve19. yy. da Bir hayli Batılı Seyyah İslam topraklarına yolculuk etmişlerdir. O zamanlarda böyle yolculukları zevkli hale getirecek ne eğlence yerleri nede böyle yolculukları kolaylaştıracak gelişmiş ulaşım imkanları vardı. Üstelik böyle yolculuklar çok tehlikeli hale gelebiliyordu. O halde seyyahları bu kadar sıkıntıya girmeye ve böylesi cesarete hazırlayan neydi. Bunun pek çok sebebi vardır. Öncelikle Kimi kendi kültüründen kaçmak istiyordu, Bazılarının derdi yeni yerler keşfetmek Bazılarının ki ün kazanmak Bazılarının ki ise kibar erkekler ve kibar bayanlar gibi boş zamanlarını seyahat ederek günün modasına uymaktı.Bu nedenlerde gerçeklik payı olmakla beraber Müslüman isimleri alarak Müslümanlar gibi giyinerek Bu kılıklar içinde serbestçe dolaşan ve yerel dilleri ana dili gibi konuşarak dolaşan seyyahlar için az önce söylediğimiz sebepler gerçek olamaz.
Aslında bu gibi seyyahlar açık olmamakla birlikte çoğu yıkıcı düşüncelere ve fiillere sahiptiler. Sonra eğer İslam’ı sevselerdi Müslüman olurlardı. En azından islam a düşman olmazlardı Fakat ülkelerine dönüp yazdıkları hatıralar Notlar ve kitaplarda bunun böyle olmadığını görüyoruz. Kitaplarına bakıldığında İslam a ve Müslüman halklara ne denli düşman oldukları açık bir şekilde görülür.
Madem halkından ve dininden nefret ediyorlardı o halde niçin bu topraklara seyahat etmek için bunca eziyete katlanıyorlardı. Bunun bir kaç sebebi vardı;
Evvela Kimileri Hristiyanlığın İslamdan üstün olduğunu kanıtlamak istiyordu. İkinci olarak Genişlemek isteyen yönetimlerin daha fazla büyümek istemesi yani ticari sömürü politik ve askeri istihbarat.
Misyonerlerin çalışma sahası ise yukarıdaki saikleri taşımakla beraber gayeleri daha çok Müslümanları Hristiyanlaştırması bunda başarılı olamadılar öyleyse onları dinden uzaklaştırarak seküler (dindışı) hale getirmekti.
Batılılar özellikle ingilizler bu çalışmaya çok önem verdiler. Londra Misyoner teşkilatı başkanı Hempher kitabında şöyle diyordu.
"Biz ingilizlerin Müreffeh hayat sürmek ve saadet içinde yaşamamız için Müslümanları arasına nifak tohumlarını ekmemiz lazımdır. Onların içindeki ihtilaf kıvılcımlarını tutuşturmalıyız. Biz Osmanlı Devletinin her tarafına fitne sokarak yıkacağız. Böyle yapmazsak İngilizler gibi küçük bir millet nasıl müreffeh bir şekilde yaşar ey misyonerler Bunun içindir ki İslam Dünyasına Nifak ve fesad ateşine vermeden onları tefrikaya sokmadan geri gelme"
Bu çağrıyı alan hempher ve onun arkadaşları çağrıya kulak verip bunun için bütün gayretleriyle çalıştılar.
Bu seyyah ve misyonerlerin en önemlileri; Hempher.1690 Edward William Lane (1801-1876) Edward Henry Palmer (1840-1882) Richard Burton(1821-1890) William Blunt (1840-1922) Charles Dougty (1843-1926) dır. Bunların yaptıkları tahrifata geçmeden önce çalışma sistemlerini anlatmak istiyorum.
Müslümanlar arasında nifak ve ihtilafları canlandırmak bunun için kabile ihtilafları Arazi ihtilafları Dini ihtilaflar ve de milliyetçilik gibi meseleleri varsa canlandırmak yoksa ortaya çıkarmak Müslümanların kuvvetli taraflarını kırmak itikadlarını sarsmak Köylerde ve şehirlerde bulunan fakirliği bahane edip zenginlikten ve zenginlerden nefret ettirmek onların mallarını yağmalamaya teşvik etmek Tenbelliği teşvik etmek mümkün mertebe müslümanların cehalette ve uykuda tutmak zalim diktatör şah ve devlet başkanlarını başta tutmak müslümanların içinden misyonerliğe yardımcı eleman bulmak Fuhşu eğlenceyi sefahati yaygınlaştırmakdır. geçmişte olduğu gibi günümüzde de aynı şartlar altında misyonerler çalışmalarına devam etmektedirler.
Misyonerliğin ve Casusluğun ilk otoritesi sayılan kişi Hempher’dır. 1710 da İstanbul’a gönderilen Hempher daha sonra Basra’ya gider. Orada Muhammed adında birini kendi lehine çevirmek için çalışır. Muhammed’in kendini büyük görmesi,gururu,makam sever oluşu İslam ülema ve kaynaklarına olan düşmanlığı misyoner Hempher’ın işine çok yaradı. Hempher’in görevi Şii ve Sunni ihtilafını alevlendirmektir. Ardından Edward William Lane (d.y.1801-1876) Mansur efendi adını alarak Ortadoğu’da dolaştı. Mısır’da uzun süre kalan Lane Binbir gece masallarını ingilizceye tercüme etti. Kitabında Müslümanları tasvir ederken Erkekleri Hoppa, eğlenceye düşkün entrikacıolarak, Kadınları ise çapkın olarak göstermiştir.
Lane’in varisi Edward Henry palmer (1840-1882) kendisini şeyh Abdullah ismi ile tanıtmıştır. Palmer Göç Çölü adında bir kitap yazarak Arapları şöyle tasvir etmiştir. "Felaket şiddet ve ihmal saçıp yayan çapulcular ve korkunç bir bela"
İngiliz başbakanı Gladstone tarafından İngilizlere karşı isyan eden Urabi paşa’yı desteklemekten vazgeçirmesi için Arap kabilelerine gönderildi. Bölgedeki elli bin bedeviye dağıtması için kendine otuzbin sterlin verildi. söylenenlere bakılırsa görevinde başarılı olan Palmer Urabi Paşa’nın Tel el Kebir de İngiliz Generali Garnet Wolsele’ye yenilmesine sebep olmuştur. Fakat Daha sonra Çölde Bedeviler tarafından öldürülmüştür.
Fitne ve fesat taşıyan başka bir Misyoner Richard Burton (d.y. 1821-1890) idi. 1844 tarihinde General Charles Napier adına Pakistanın sind eyaletine giden Burton Mirza Abdullah ismini alarak bir iranlı kılığında dolaşmış 1853 de ise bir arap kılığına girerek Ortadoğuyu dolaşmıştır. Soylu Vahşi bir Müslüman imajı oluşturmaya çalışmıştır. Ayrıca İngilizlere eğer zayıf noktaları bilinirse Arapların kolaylıkla yönlendirilebileceğini söylüyordu. Burton şöyle devam ediyordu. " Onlara düzenli olarak para verin silahlandırın ve hatta adaletle davranın onlar size birşey yapmaz."
Burton’a kısmen Muhalif olan William Blunt (dy. 1840-1922) Araplara karşı ölçülüydü. Bu onlara sempati duyduğundan değil, Arapların Türklere karşı ayaklandırmak istemesindendi. Bunu gerçekleştirebilmek için Araplara " Çölün Asil İnsanları" diyordu. Arabistan’ın Osmanlılardan kurtarılması gerektiğini söyleyerek İngiltere nin menfaatlarına hizmet ediyordu.
Charles Doughty (dy. 1843-1926) kendi adına benzediği için isim olarak Halil’i seçmişti. Arabistan’a seyahatler yapmıştır. Daha sonra Kaleme aldığı Arabistan Çöllerine seyahat adlı kitabı son derece basit ve insafsızdır. Arapları antik insanlar olarak görüyordu. Ayrıca kibirli zalim nezaketsiz küstah korkunç yüzlü canavar olduklarını düşünüyordu.Şöyle söylüyordu "Arapların dini kılıç dinidir ve kılıçla adam edilmelidir."
İngiliz olsun yada olmasın ele aldığımız bütün seyyahlar ırkçı ve emperyalisttir. Sömürgeciler ele geçirdikleri hiçbir fırsatı kaçırmadılar. Dini siyasetten ayıran din dışı sekülerist doktrinler ithal ettiler. Bunun en bariz örneği Türkiyedir. Türkiyenin ihtiyaç duyduğu yönetim sistemini ithal eden yerel yöneticiler sömürgecilere hizmet etmiş laiklik demokrasi cumhuriyet gibi sistemlerle ülkeleri ve devletleri gizlice sömürdüler ve halen sömürmektedirler.
Bunun en son örneği kültürel asimilasyondur. Örneğin günümüzde revaçta olan güzellik yarışmaları bu asimilasyona güzel bir örnektir.
İlk Güzellik yarışması 1926 yılında Cumhuriyet Gazetesi tarafından 500 liralık ödül verilerek düzenlendi. Daha sonra Dünya Güzellik yarışması düzenlendi ve Cumhuriyet gazetesinin düzenlediği yarışmaya 8 kişi başvurdu daha sonra Keriman Halis birinci seçildi. Belçika da düzenlenen yarışmanın birincisi belliydi. Oda Türkiye güzeliydi. Konuyla ilgili olarak Juri başkanı Jurilere yaptığı konuşmada şöyle diyordu;" Sayın Juri üyeleri bugün Avrupa’nın ve Hristiyanlığın zaferini kutluyoruz. 1350 senedir dünya üzerinde hakimiyetini sürdüren islamiyet artık bitmiştir. Bir zamanlar sokağı bile kafes arkasından seyreden Müslüman kadınların temsilcisi Keriman mayo ve sütyenle aramızdadır. Onu kraliçe seçeceğiz ondan daha güzeli varmış yokmuş önemli değildir. Bu sene Avrupanın ve hristiyanlığın zaferini kutluyoruz. bir zamanlar fransa da oynanan dansa müdahale eden Kanuni Sultan Süleymanın torunu Mayo ve sütyenle bize kendisini beğendirmeye çalışıyor onu birinci seçiyoruz.
İşte şu ana kadar anlattığımız Bunca bilgi Hakk ile Batıl Mücadelesinde ne durumda olduğumuzu gözler önüne seriyor. Ne yapmamız gerektiğini bariz bir şekilde ortaya koymaktadır.
Bize düşen görev Bu Davay-ı İslamiyye için durmadan çalışmak ve bu yoldan asla vageçmemektir.
Not: Bu konuşmayı 20/03/1997 yılın Bursa İmam Hatip Lisesi kantininde yaptım ve Kaynak Asaf Hüseyinin Doğu Batı Mücadelesi ve İhsan süreyy sırma nın İngiliz Misyonerler ve ajanlar adlı kitaplardır
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.