- 1015 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
HER YAPRAK BİR SENADIR YARATAN'A
Moldavyalı güzeller güzeli Evgeniya’yı görenler o incecik belinin nasıl olup da upuzun bedenini dengede tutabildiğine şaşırıyorlardı. Vücudunun olağanüstü kıvraklığına tanık olduklarında ise bunun belinde bir yayın olabileceği mucizesine bağlayanlar bile çıkıyordu aralarında.
Zarif uzun bembeyaz boynu bir tanrıçanın kutsal güzellikteki başını taşıyor gibiydi. Simsiyah kaküllerinin gür kirpikleriyle iç içe geçip gölgelendirdiği yemyeşil gözlerine bakanlar ormanların gizemli koyu derinliğinde kaybolup gitmeyi kabulleniyorlardı sessiz bir boyun eğişle.
Bu satırlar Ay Işığı Bavulumda Tutsaktır adlı kitabımdan bir alıntıdır. Ele almak istediğim konuyla ilintisi yokmuş gibi görünse de.
Bence var.
Çünkü;
Mor sümbüllü Dağların yüce doruklarında
Sonsuz Ormanların koyu gölgelerinde
Deli bir Rüzgarın baş döndüren sarhoşluğunda
Yaman Sevdaların tutsaklığında yolları kesişenlerin
Erzurum’dan Sibirya’ya uzanan hikayesidir.
Geçenlerde yayınladığım bir şiir çalışmamda ise:
Yaşamın en değerli armağanıdır
İnsanoğluna AŞK
Layık olamazsan ona gereği gibi
Boşuna yaşamışsın demektir
Sana verilen bu ömrü…
demiştim.
Sayın bir üyemiz son iki dizeye atıfta bulunmuş;
“Bizim aşkımız da çocuklarımız ve şiir, boşa mı yaşadık sence? “ demişti.
Tabii ki boşa değil. Ona bakarsan bendeki Aşkların türü ve sayısını tahmin bile edemezsiniz.
Oysa bu anlamda bir aşkı, platonik olarak bile yaşamadım maalesef. Demiştim ben de.
Şimdi yeri ve tam sırası geldi.
Benim Aşklarımın en başında doğa sevgim gelir Ki...
Her geçen gün hatta her an katledilen o canım ORMANLARI. Acımasızca kesilen her türden tonlarca o mübarek AĞAÇLARI gördükçe yanan yüreğimin alevi gök yüzüne ulaşıyor dalga dalga.
Birçok semtin sırtını dayadığı o zümrüt yamaçların orta yerine kondurdukları kaçak villalara verilen
oturma izni ise, sitemlerimi mübarek katlara kadar ulaştırdığına inanıyorum.
Ben yersiz yurtsuz sahipsiz bir biçareyim aslında.
Çünkü:
ORMANSIZ BİR YURT , VATAN DEĞİLDİR.
Demiyor mu Mustafa Kemal ATATÜRK.
Binboğa dağlarının önemli yaylalarının bile katledildiğinden haberiniz var mı?
Bir gezgin: Gözlerime inanamadım ve adeta baktıkça, çıldırma noktasına geldim. Her beş/on adımda hunharca katledilmiş ardıç, kamalak ağaçları gördüm ki, kök ve bedenleri öylece duruyor. Hem de kalın `kutur`da! Kalınlıkları, iki insanın kol sarmalına sığmayacak bir çapta. Şu gün olmuş kütükler, hala çürümemiş. Bir de bu manzarayı, canlı ve yeşil şekliyle düşünün!. Acaba, gökyüzü görülesi miydi!. Veya, buralarda ay şafağı nasıl söker, yıldızlar nasıl kaybolurdu!. Kim bilir.
Fakat, yine de dağlar ve yaylalar çıplak surette bile güzeldi. Sabahtan akşama kadar dolaşmaktan bedenen yorulsak da, kar ve kaynak sularının delişmen akışına gönlümüzü kaptırarak, ruhen dinlendik. Ayrıca, enva-i türlü çiçek topladık. Kardelenler, sümbüller, nergisler ve çirişler yaylaların vazgeçilmez süsüydü. Ya o, yabani atlar!. Daha yeni doğurmuş genç kısraklar ve peşlerinde yavru taylar, görülmeye değerdi.
…
Fundalıklar, çok özel iklim ve toprak şartlarında yetişen bitkilerdir. Bu yüzden dünya üzerinde son derece dar bir yayılış alanına sahiptirler. Türkiye de, bu tür bitki örtüsünün doğal yayılış gösterdiği ender ülkelerden biridir. Maki ve fundalıklar, biyolojik çeşitlilik açısından son derece önemli olmasına karşın yasalarımızda orman rejimi dışında tutulmuş ve bugüne kadar kendi kaderine terk edilmiş alanlardır. Bu durum, bu tür özel doğal yaşam ortamlarının başka amaçlarla işgal edilmesini ya da tahrip edilerek yok edilmesini kolaylaştırmıştır.
O kutsal ZEYTİN ağacının verimli hale gelmesi ancak 20 yılda mümkün olabiliyorken.
Tonlarcası rant uğruna bir günde acımasızca kesilip, katliama uğramış küçük masum çocuk bedenleri gibi yerlere seriliyor.
Çocuklar yakın gelecekte orman yerine çöl, ağaç yerine gökdelen resimleri çizecekler.
Her ne kadar ağaçlandırma çalışmaları fidan dikme eylemleri sürdürülse de, gidenin yeri asla dolmuyor.
Bu alanda yıllarca arkadaşlarımla verdiğimiz mücadele sırasında çok zor anlar yaşadık.Günlerce çadırlarda yağmur altında nöbet tutuğumuz alanlar, korular bu gün dev binalar ya da görkemli villalar olarak karşımıza çıkıyorlar.
Bu toplum hiçbir zaman gerçeği göremedi. Sevmeyi bilemedi. Yanlışı sezemedi.
Gelen-giden iktidarları suçladı işine gelmediğinde.
Oysa onları oralara kendi elleriyle yine kendileri getirdi.
Koskoca bir topluma karşılık bir avuç idareci, politikacı, siyasetçi. Yerel yönetimler ve bürokratlar.
Kimin dediği olur dersiniz?
Elbette ki toplumun.
Toplum başsız insanlardan oluşmuyorsa tabii.
....
Yalnızım gecenin ıssızlığında,
Taşlı bir yol ışıldar durur siste
Çevre suskun, kulak vermiş Tanrı’ya,
Yıldızlar konuşur birbirleriyle.
Gökyüzünde görkemli bir şölen var!
Toprak, mavi bir ışıkta dinlenir..
Kimi bekliyorum, aradığım ne?
Yüreğimi böyle daraltan nedir
Beklediğim hiçbir şey yok yaşamdan,
Geçmişten de pişmanlık duymuyorum;
Özgürlük ve huzurdur aradığım!
Unutmak ve uyumak istiyorum!
Ama benim uyumak istediğim
O soğuk uykusu değil ölümün...
Yaşam da uykuya dalsın içimde,
Usul usul inip kalkarken göğsüm;
Gündüz gece, tatlı ezgileriyle
Bir ses türküsünü söylesin aşkın
Yeşil dallarıyla ulu bir meşe
Eğilsin üstüme ve hışırdasın
Mihail Yuryeviç Lermontov
YORUMLAR
En büyük yatırım yarının büyükleri olan çocuklara yatırımdır,ağaçlar yok olur,ormanlar tükenir bunların hepsi geri gelir ama dibe vurmuş eğitim sisteminden geçmiş gençlerin ya zaptığı hasar giderilemez
dünün küçüğü bu günün büyüklerinin yaptıkları doğaya zarar olağan olmalı,insanların sokaklarda köpek gibi tekmeleyerek öldüren ,gözünü çıkaran o yaratık bozuntularını yetiştirildiği ve yetiştirilmeye devam ettiği
bilimden ,ilimden nasibini almamış beyin boşaltan kurumlar ayakta olduğu sürece daha kötülerine toplum hazır olmalı daha bu günler iyi günlerimiz,selamla.
DEVRİM DENİZERİ
Benden de selam olsun..
" İnce belli, selvi boylu Evgeniya... Nice kıvrak dansların esmer tanrıçası. Yeşil gözlerinde yolunu kaybetmiş bir orman perisidir yüreğim... Senin için aksaraylar yapacağım ormanlara. Yanan yüreklerde alevleri bulutlara uzansin yaktığım her ağacın... Senin gözlerinden daha yeşil hiçbir şey kalmasın!... Kıskançlıktan ölürüm yoksa!... "
****
Bir şarkı çalınmakta bir yerlerden...
“do re mi fa sol la si do…”
Sesim çirkin de olsa ne güzel eşlik ediyorum; dinle bak, duyuyor musun?
Yaz, tüm güzellikleriyle ruhumuzu sarmalıyor. Sindire sindire soluyorum Kaz Dağı’nın oksijenini. KOAH’lı da olsalar, akciğerlerimi hissediyorum.
Zeytin ağacındaki dallarla dans ederek kanatları ıslak bir kırlangıç, kışı sağ salim atlatabilmiş, sevinç çığlıkları atıyor.
Güller de açmış; güller, sarı, beyaz, kırmızı, hissetmeyi seviyorum onların kokusunu. Çok!... Tanrı’nın yarattığı her şeyi seviyorum. Bir kelebek kadar tasasız ve vurdumduymazım…
Barış! Yüreğimdeki aşk! İşte orada, yaprak gölgelerinin içinde, asırlık zeytin ağacının dalına konmuş beyaz güvercin.
Doğayla barışık insanların yanı başına, doğayla barışamayan insanlar geliyor makineleriyle. Çanakkale’den İzmir’e kadar her yerde ki yıllanmış zeytin ağaçlarını kesmeye başlıyorlar…Onlar, doğayı seven, doğayla barışan her kesi, her şeyi hor görüyorlar, aşağılıyorlar, sömürüyorlar…
Haykırıyorum:
"Doğamız katlediliyor."
İNCE BELLİ, SELVİ BOYLU EVGENİYA'ya ve;
HASSAS YÜREKLERE SELAM OLSUN... SAYGIYLA
...
Kemal Paracıkoğlu tarafından 7/6/2015 12:43:29 AM zamanında düzenlenmiştir.
Söylediğim bir sözle bu yazı çıktıysa ne mutlu bana. Aşk deyince akla tek bir şey gelmesi doğaldır, orada sadece ilk aklıma gelen örnekleri yazmıştım, elbette ki gönlümüzde yatan binlerce aşk daha var. Herkesin, ya da çoğunluğun düşündüğü aşkı tatmadım ama aşk olarak değerlendirdiğim niceleriyle yaşıyorum çok şükür.
DEVRİM DENİZERİ
Selamlarımla..
Afet İnce Kırat
DEVRİM DENİZERİ
ESENLİKLER.