- 391 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Demokratik Deliler Devleti-21
Deliler öldürüyorlar; o nedenle kötü.
Deli olmayanlar öldürmüyorlar mı? Hem delilerin de iyisi var, kötüsü var.
****
Âşık’ın yazdığı binlerce şiiri gören güvenlik elemanları bunların ne olduğunu incelemeden, tek bir satırını okumadan sakıncalı bularak hepsini bir poşete doldurup almışlar. Sakıncası ise şuymuş: Kâğıtlara bir şeyler yazılıp duvarların üzerinden dışarı atılırsa devletin güvenliği tehlikeye düşermiş. Üstelik bu yazılanların düşmana iletilmek üzere hazırlanmış şifreli mesajlar olma ihtimali de varmış... Tabii bir kâğıt parçasının o kadar yüksek duvarlardan dışarıya nasıl ulaştırabileceği sorusu kimsenin aklına bile gelmemiş.
Arama bittikten sonra yatakhanedeki odasına giden Âşık, şiirlerini göremeyince önce paniğe kapılmış, sonra oda arkadaşlarının telkiniyle güvenlik elemanlarına baş vurup şiirlerini istemeye karar vermiş. Ancak onlara meramını anlatmada başarılı olamamış. Hatta hakarete uğramış, itilip kakılmış. Elleri boş olarak odasına dönmüş. Cebinde kalmış olan üç-dört parça kâğıttaki şiirleriyle teselli bulmaktan başka çaresi yokmuş.
Birkaç saat sonra Âşık, sorguya çekilmek üzere odasından alınmış. Üzeri arandığında bulunan bu üç-dört parça kâğıda da el konmuş ve bunlar gözü önünde paramparça edilip çöpe atılmış. Birkaç saat süren sorgudan sonra odasına getirildiğinde orada çok kötü bir muameleye tabi tutulduğu belli olmasına rağmen olanlarla ilgili kimseye bir şey söylememiş.
Âşık’ın çok ilginç, ilginç olduğu kadar da acıklı bir öyküsü var. Bunu ben kendisinden öğrenmedim, çünkü o bu konuda kimse ile konuşmaz ve öyküdeki gerçeğin aksine sevgilisinin yaşadığına inanır. Âşık’ın hemşehrisi olan birinden dinledim bu öyküyü. Çok etkilendim. Böyle bir aşkın, böyle bir sevginin olabileceğine ihtimal veremiyordum ama anlatan kişinin bu konuda yalan söylemesi için bir neden de yoktu.
Âşık, sevgilisine Mahperim dermiş. Kızın gerçek adını anlatan kişi de bilmiyor. Onun için biz de ona Mahperi diyelim. Mahperi adı gibi ay kadar parlak; bir peri gibi alımlı ve çok güzel bir kızmış. Teni beyaz, saçları aksine simsiyahmış. Normalden biraz büyük mavi gözleri varmış. Öyle ki bu gözler güldüğü zaman etrafa adeta enerji saçarmış. Utangaçmış, konuşurken yüzü sık sık kızarırmış. Böyle olmasına yani utangaçlığına rağmen Âşık ona değil, tam tersine o Âşık’a arkadaşlık teklif etmiş.
Âşık ve Mahperi aynı okulda, farklı sınıflarda okuyorlarmış. Âşık çok yakışıklı bir gençmiş (şimdi de öyle) ve görür görmez Mahperi ondan etkilenmiş. Günlerce ne yapacağını, onun dikkatini nasıl çekeceğini düşünmüş. Çünkü Âşık onun varlığından haberdar bile değilmiş. Birkaç defa çokca insanın bulunduğu ortamlarda bir araya geldiklerinde Mahperi gözlerini Âşık’tan ayıramaz iken o, çevresindeki kız ve erkek arkadaşlarıyla ilgileniyormuş.
Mahperi, her teneffüs zili çaldığında Âşık’ı görürüm umuduyla kendini sınıftan dışarı atıyor, önce belki burada rastlarım diye koridoru dolaşıyor, sonra da bahçeye çıkıyormuş. Çoğu zaman umduğunu bulamadan ders zili ile birlikte morali bozulmuş olarak sınıfa dönmek zorunda kalıyormuş.
Kaç defa Âşık’ı görür görmez hemen yanına gidip onunla tanışmaya karar verdiyse de her defasında çekinip bu kararından caymış. Ta ki o güne kadar...
O gün, gördüğü bir rüyanın etkisini üzerinden atamadan okula gelmiş. Rüyasında Âşık ile birlikte bir salın içerisinde denizin azgın dalgalarıyla boğuşuyorlarmış. Dalgalar salı devirince Âşık kaybolmuş; Mahperi denizin ortasında tek başına çırpınıyormuş. Rüyanın tam burasında uyanmış. Gerçek değil de bir rüya olduğunu anlayınca çok sevinmiş. Buna rağmen zihninden o azgın dalgaları ve Âşık’ın kayboluşunu atamamış.
Okula geldiğinde öğrenciler bahçede sıra oluyorlarmış. Sıranın en arkasında Âşık’ı görmüş, yanına gidip birden elini uzatmış:
-Tanışalım mı? Demiş. Demiş ama bu sırada yüzünde kızamıklı bir hasta gibi kırmızı döküntüler oluşmuş. Âşık’ın ona ne cevap verdiğini duymamış, sadece onun da elini uzattığını hatırlıyormuş. Nöbetçi öğretmenin acele etmelerini isteyen uyarısını duyunca ikisi de sınıflarına yönelmiş. İlk teneffüsde Mahperi dışarı çıkmamış. Yaptığı bu tekliften pişman değilmiş, ama çok utanıyormuş. Oysa Âşık, teneffüsde kendine arkadaşlık teklif eden bu kızı çok aramış. İkinci ve üçüncü teneffüslerde de cesaretini toplayamayan Mahperi dördüncü teneffüste bahçeye çıktığında Âşık yanında bitivermiş.
İlk buluştukları gün, ikisi de ne anlatacağını bilemediğinden aralarında pek fazla konuşma geçmemiş. Ancak bu sessizlik içindeki beraberliğin onlara verdiği hazzın farkındaymışlar. İkisi de aynı şeyi yani ilk defa gerçek mutluluğu yaşadıklarını düşünüyorlarmış.
Aralarında başlayan bu duygu akışının aşktan başka bir izahı olmadığını anladıklarında, okuldan arta kalan zamanlarını birlikte geçirmeye başlamışlar. Çok sık buluşmuşlar, dersleri eskiye göre biraz ihmal etmişler. Buna rağmen yıl sonunda ikisi de mezun olarak okullarını bitirmişler. Tatilde birbirlerine ayıracakları zamanın daha fazla olacağını sansalar da bunda yanılmışlar. Bu konuda en büyük engel izin istediğinde çoğunlukla karşı çıkan Mahperi’nin annesiymiş. Buna rağmen genç kız bir yolunu bulup Âşık ile görüşmüş. Bu ilişki bu şekilde yaklaşık altı ay kadar devam etmiş. Ölünceye kadar devam etmesini istiyorlarmış, bu konuda birbirlerine söz vermişler ama ne yazık ki o beklenmedik olay ortaya çıkmış. Şöyle:
Âşık, bir gün akşam üzeri hava henüz kararmaya başladığı sırada Mahperi ile buluşmasından sonra eve dönerken, hiç tanımadığı dört kişi yolunu kesmiş. Bunlar önce Âşık’tan para istemişler, parası olmadığını söyleyince de ellerindeki kalın sopalarla Âşık’ı dakikalarca dövmüşler. Etraftan yetişen birkaç kişinin uyarısına rağmen dövmeye devam etmişler, ta ki Âşık yere yıkılana kadar. Öldü zannedip dövmeyi bırakıp kaçmışlar. Çağırılan polis ve cankurtaran geldiğinde orada toplanan insanların hepsi Âşık’ın öldüğü kanaatindeymiş. Bu kişiler arasında Âşık’ı tanıyanlar da varmış ve bunlardan biri bu yanlış haberi Mahperi’ye iletmiş.
Genç kız, önce inanmamış; sonra ağlamaya başlamış. Odasına kapanıp günlerce dışarı çıkmamış. Daha sonra belki söylenenler gerçek değildir umuduyla buluştukları yerleri dolaşmaya başlamış. Bu dolaşma tam sekiz gün sürmüş. Âşık’ın yaşadığına dair en ufak bir ize ulaşamamış.
Her geçen gün içindeki acı büyümüş. Büyümüş, büyümüş... Öyle büyümüş ki her şey onun nazarında anlamını yitirmiş. Önceden karar vermediği, planlamadığı halde bir gün evet bir gün kendini demiryolu raylarının üzerinde yürürken bulmuş. Arkasından gelen trenin acı acı öten düdük sesini hiç duymamış. Çünkü aklı gibi tüm duyu organları da Âşık’tan başka her türlü uyarıcıya kapalıymış. O nedenle bu olaya intihar demek galiba mümkün değil. Belki de dalgınlık sonucu meydana gelen bir kaza... Belki değil. Bilinmez. Ne olursa olsun sonuç değişmezdi ki... Yani artık Mahperi yoktu...
Âşık’ın tedavisi bir aydan birkaç gün fazla sürmüş. İlk getirildiğinde bilinci kapalıymış, her tarafı kırık ve çürük içindeymiş. İki günün sonunda kritik devreyi atlatıp hızla iyileşmeye başlamış. Buna rağmen on gün konuşamamış. Konuşmaya başladığında başucunda oturan annesinden ilkönce Mahperi’yi sormuş. Annesi Mahperi’den haberi olmadığı için sayıkladığını düşünmüş. Daha sonraki günlerde de ısrarla sorunca aynı mahallede oturan Âşık’ın bir arkadaşına konuyu açmış ve aralarındaki ilişkiyi öğrenmiş. Keşke sormasaymış, çünkü arkadaşı:
-O kızcağız geçen gün intihar etti, demiş.
Annesi gerçeği oğluna söyleyememiş. İyileşip hastaneden çıkınca Âşık, Mahperi’yi aramaya başlamış. Onun öldüğünü öğrenince doğru tren yoluna gitmiş. Orada bir saat kadar tek başına trenin gelmesini beklemiş. Geldiğini görünce raylara yaklaşmış, tam önünden geçerken kendini trenin altına atmış. Ancak zamanlamayı iyi ayarlayamadığından trenin önüne düşmemiş, başının sol tarafından darbe almış ve sol ayağı kırılmış. Tekrar hastaneye yatırılmış ve sonunda aksayarak hastaneden taburcu edilmiş. Yani sol ayağı sakat kalmış. Aynı zamanda çarpmanın etkisiyle beyninde de hasar oluştuğu doktorlar tarafından ailesine bildirilmiş.
İntihar etmeyi bile başaramadığı için kendine lanet okuyarak günlerini geçirmiş. Üst üste gelen olaylar Âşık’ın ruhsal dengesini de bozmuş. İnkara başlamış ve Mahperi’nin ölmediğini, bir gün çıkıp geleceğini önüne gelene anlatıyormuş. İnsanlar zamanla anlattıklarına aldırış etmemeye başlayınca duygularını şiire dökmüş. Durmadan yazıyormuş. Dış dünya ile bağlantısı kopmuş. Ailesi onu bu hastaneye getirdiğinde doktorlar yatarak tedavi edilmesi gerektiğini söylemişler. Onun için artık dışarısı ile hastane arasında bir fark kalmadığından burada da şiirin dışında hiçbir şeyle ilgilenmemiş. Sayfalar dolusu yazmış. Dolabı yazdıklarıyla dolmuş. Bazen yazdıklarından birkaç mısra etrafındakilere okuduğu da oluyormuş.
Aynı gün güvenlik elemanları Âşık’ı ikinci kere sorguya almışlar. Gecenin geç saatinde biten sorgudan sonra getirip yatağına yatırmışlar.
Öğlen olmadan büronun camından dışarıda bir hareketlilik olduğunu fark ettim. Çok sayıda yurttaş bir arabanın önüne geçmişler, gitmesini engellemeye çalışıyorlardı. Dışarı çıktığımda arabanın içinde bir tabut olduğunu gördüm. Etraftakilere sorduğumda o tabutun içinde Âşık’ın bulunduğunu, yurttaşların da onun cesedinin ormana atılmasını engellemeye çalıştıklarını öğrendim. Şok geçiriyordum. Başım döndü, yere yığılacağım zannettim. İki kişi beni sıkıca tutarak düşmemi engelledi.
Kalabalık giderek artınca güvenlikçilerin Âşık’ın cenazesini arkadaşlarına teslim etmekten başka çaresi kalmamıştı. Toprak babanın mezarı yanında hemen bir mezar yeri kazıldı ve Âşık buraya defnedildi.
Olanlara inanamıyordum. Âşık’ın ölümüne çok üzüldüm. O tertemiz, efendi, yakışıklı çocuğa ölümü bir türlü yakıştıramıyordum. Büroya gidip ağlamaya başladım. Öğlen yemek zili çaldığında hiç umursamadım. Ağlamamı sürdürdüm. Güvenlikçilere, bakanlara, İmparator’a okuduğum belaların haddi hesabı yoktu. Ne yapsam teselli bulamıyordum. Âşık’a çok acıdım. Seni özleyeceğim güzel çocuk! Tek tesellim Mahperine kavuşmuş olman...
İsyan ettim. Oysa isyan eden sadece ben değilmişim. Çünkü Demokratik Deliler Devleti’nin yurttaşları ilk isyan hareketini gerçekleştirmek üzereymiş!
Âşık neden öldü? Hasta mıydı, intihar mı etti yoksa işkence yaparak mı öldürdüler yani cineyet mi? Bu soruların da cevabını ben veremedim, ama birçok kişi bunun bir cinayet olduğunu düşünüyor olmalı ki akşamüstüne doğru bir grup sloganlar atarak İmparator’un sarayına doğru yürüyüşe geçti. Gruba daha sonradan birkaç kişi eklendi ama fazla kalabalık yoktu.
“-İmparator’u asalım, -Sarayı da yakalım!” sloganını ata ata isyancı yurttaşlar Saray’a doğru ilerliyorlardı.
(Devam edecek...)
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.