Rüzgarı sırtına giyinmiş
İstanbul’a uzun yıllar önce gelmiş bir bankın üzerinde oturmuş sırtına boğazın rüzgarını giymişti.
Oysa bedeni tir tir titriyordu.
Gözleri kah denize düşen yakamozlara, kah sahile koşan dalgalara, kah bulutların ara ara gölgelediği ay ışığına ilişiyordu.
Ve iç çekiyordu hayatın kendisine biçtiği gömleğe. Nefesi daraldıkça isyanını kusuyordu sahile koşan dalgalara.
Ellerini pantolonunun yan ceplerine sıkıştırıp oturduğu yerden kalkarak denize doğru yorgun adımlar ile yürüdü.
Yalnızdı..
Biri bağırdı “Hey genç belikli hayat senin canına okumuş. Orada ne dikiliyordun sırtına rüzgarı giyince ısınacağını mı sanıyordun. Hadi buraya gel de iki lafın belini kıralım” dedi. Sesin geldiği yöne döndüğünde saçı sakalı bir birine karışmış önünde bira şişerleri dizili yaşlıca adamın yıldız gibi ışıldayan dişlerini gördüğünde kısır dağında karşılaştığı bir kurda benzetip önce ürkerek baktı. Sonra hadi gel hadi gel sesine cesaretini toplayıp yaşlı sarhoşun yanına vardığında sırtını bir kilimle sarmış ve taşın üzerine oturmuş adamı görünce dağda 9 yaşında gece çobanlık yaptığı günleri anımsadı.
Kiki sığır çobanı havasında oturdu yanına. Biralar içip sarhoş olan adam kendisine bir bira uzatarak al iç iyi gelir muhabbetimiz artsın dedi.
Gür boğazında paslanmış bir ses tonuyla ben içmem diyerek ikramı geri çevirirken. Sırtını bir kayaya dayayıp sarhoş amcanın yanına oturdu.
Sarhoş nerelisin diyerek söze başlamak yerine “Sen küçükken çobanlık yaptın mı” diye sorduğunda şaşırdı ve siz nereden biliyorsunuz diye cevapladı.
Sarhoş yiğidim denize doğru yürürken küçükken yorduğun adımların sırtına giydiğin rüzgar söyledi. Hadi anlat bakalım niye üşüyorsun” dedi.
Kısır dağına yolculuğa çıkan küçük çoban anlattı.
Dayı ben yazın sıcağında karın erimediği kısır dağının tepesinde 9-10 yaşlarında sürü otlatırdım geceleri. Sırtım üşürdü kayanın oyuğuna sığınırdım.
Önüme bir ateş yakardım ama sırtım hep üşürdü. Bazen senin şimdi yaptığın gibi bir kilim örter sabaha nöbet tutardım. Sabah olunca yükselen güneş hayatımı değiştirecek umuduyla göz kapaklarım yorgun düşerdi ama günün ışıkları gibi geceyi bölen bir bakışın sahibiydim. Güneş yükselirken otlattığım sürüyü yatırdığım yerden kaldırır yeniden otlatırdım. Öğle saatlerinde kısır dağını ortasında akan dereye götürür su içirdim. Hayvanlar su içerken bende derede o buz gibi suda yıkanırdım. Sonra üzerime elbiseleri giyer sürüyü dağın yamacına doğru yeniden hareketlendirdim. Sürü otlarken ben bir kayanın başına oturur heybemde rüzgardan kurumuş tandır ekmeğini çıkarın varsa soğan ve çeçil peynirle tatlandırır yerdim. Tepeye hayvanlar tırmandıkça rüzgar içime işlerdi. Sırtıma rüzgarı giyinirdim. Sonrasında şimşekler çakardı. Ve yağmurda ıslanırdım ilkindi vakti. Sürünün peşine giderken rüzgar kuruturdu elbiselerimi. Güneş ay ışığı ile nöbet değiştirirken. Ben hayvanları teslim olurken ben hayvanların otlarken döktüğü ve kuruyan gübrelerini toplardım heybenin diğer yarısını doldururdum. Sürü gecenin karanlığında karnını doyurup yorgun düşerken onları en yakın kayanın dibine toplardım. Ve yatırırdım. Sonra gündüz topladığım kurumuş gübreler ile bir küme ateş yakardım. Ellerim ısınırken sırtım üşürdü.bir kayanın dibine sığınırdım. Toprak ana döşeğim sırtımdaki kilim yorganım olurdu.
Çobandım.
Sürüyü otlatıp mal sahiplerinde cumhuriyet ayında toplayacağım hak edişlerimle evimize un makarna bir çuval Erzurum şekeri almayı hayal ediyordum.
Kara kış bastırınca evde oturup annemin dizinin dibinde sıcak bir çay içmeyi hayal ediyordum.
Olmadı be dayı.
Kan davalarına bulaşmamak için köyden çıktık.
İstanbul’a geldim yazın sıcağından inşatlar da terim döktüm. Eve ekmek götürmek, kira ödemek, elektrik, su faturalarını ödemek anneme yeni elbiseler almak istiyordum. Annem hastalanınca oğlum yaşın gelmiş “hadi evlen, dedi. Annam bu eve gelecek gelin hem sana bakar, hem bana bakar yemek pişirir sende çalışır nafakamızı kazanırsın” dedi. Annem mutlu olsun diye asker arkadaşımın kız kardeşi ile evlendim. Kendime attığım kazığın acısıdır şimdi yalnızlığıma arkadaş.
Evlendim ayıpları örtmede gece oldum. Ama mertlikten merezlik doğacağını hiç düşünmedim. Riyakarlığı dağda otlattığım sürüden değil, sözünün altına söz yüzünün altına yüz gizleyen insanlarda gördüm. İçimde şimdi bir çoban ateşi yanıyor” elini göğüs kafesine götürerek” aha buramda yanıyor” diyerek yüreğini gösterdi.
Sahi bu toplumda evlenip de mutlu olmayan kaç bin insan var?
Ve sırtına rüzgarı giymiş, bedeni tirim tirim titreyen insanları sizde gördünüz mü?
Can artık…..?
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.