- 453 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
ON BİRLER ÇETESİ
— Merhaba hemşerim.
— Merhaba.
— Yine yürüyüşüme mi çıktın?
— Yürüyüşe çıktım. Okumaktan gözlerim yoruldu. Gözlerimi dinlendirmek, okuduklarımı değerlendirmek, günlük yürüyüşümü yapmak için evden çıktım.
— Gel oturalım. Birlikte bir çay içelim. Günlerdir kafamı yoran bir mesele var. Sana anlatmak istiyorum. Anlatıp rahatlamak istiyorum…
— Olur hemşerim. Oturalım. Konuşalım.
Hemşerimi Kâhta’da tanıyordum. Benim yaşlardaydı. Biz cami Mahallesinde, onlar Su Kulesi tarafında otururlardı.
Evlerimiz birbirine uzak olduğu için arkadaşlığımız ve samimiyetimiz yoktu. Mesleklerimiz de ayrıydı: Kamyon şoförlüğü yapardı. Nakliye işini meslek edinmişti.
Gurbette aynı mahallede oturuyoruz… Bir araya geldiğimizde, Kâhta hakkında konuşur, hasretimizi gideririz. Kâhta’ya gidiş gelişlerimizde duyduklarımızı, gördüklerimizi, yaşadıklarımızı birbirimizle paylaşırız. Dertleşiriz…
Ortak tanıdıklarımızın durumlarını birbirimizden öğreniriz…
Hac vazifesini yerine getirmiş, namazında bir emekli dostumdur…
Hemşerimin evi cadde üzerindedir. Evinin karşısında, eşinin bir akrabası bakkal dükkânı işletmektedir… Bakkalın önü ve yan tarafı ile kaldırım arasında geniş bir boşluk vardır… Bu boşluğu büyük bir ağacın dalları örtmektedir. Gölgesi serindir. Bakkal bu gölgeye masa koymuş. Hemşerim de boş zamanlarında bu masada oturur bulmaca çözer…
Benim karşıdan geldiğimi hemşerim görmüş, kaldırıma kadar gelmişti.
Birlikte, yarım bıraktığı bulmacasının olduğu masaya döndük.
Eliyle, genç çaycıdan iki çay istedi…
Hemşerim, ne anlatacak diye merak ettim.
Sordum:
— Hemşerim, bana anlatmak istediğin konu neydi?
— Ergenekon davası çıkınca takip etmeye başladım. Televizyon haberlerini, tartışmaları izliyorum. Gazetelerde bu konu ile ilgili yazılanları takip ediyorum… 12 Eylül öncesi yıllarda benim de içinde bulunduğum ON BİRLER ÇETESİ aklıma geliyor…
— 12 Eylül öncesi Kâhta’da ON BİRLER ÇETESİ mi vardı?
— Evet, vardı. Şoförlerden kuruluydu… Kendimize ON BİRLER ÇETESİ derdik. Bu isimle tanınırdık. Çetenin en küçük üyesi bendim…
— ON BİRLER ÇETESİ ne gibi işler yapardı.
— Görevimiz olay çıkarmak, ortalığı karıştırmaktı…
— Bir örnek verir misin?
—Sana yatılıda (YİBO) yaptıklarımızı anlatayım. Bize bir emir geldi: “Öğretmenler ve gençler yatılıda şiir ve türkü gecesi düzenleyecekler. Geceye gidin, olay çıkarın. Geceyi iptal ettirin.
— Siz ne yaptınız?
— Hazırlandık, gittik. Sahnede bir memur şiir okuyordu. Çetemizin reisi bağırarak laf atmaya başladı. Hepimiz bağırıp laf attık. Geceyi düzenleyenler bizi sakin olmaya davet ettiler. Biz de küfürle karşılık verdik. Ortalık karıştı. Sandalyeler havada uçuştu. Emniyet güçlerine haber verildi. Olay çıkaracağımızdan zaten emniyetin haberi varmış. Ben sonradan öğrendim. Geldiler. Geceyi düzenleyenleri iyice hırpaladılar. Bize kızıyormuş gibi yaptılar… Bizim çetenin üyelerinin hiç birine bir fiske vurmadılar…
Hepimizi karakola götürdüler. Ayrı nezaretlere koydular. Bizim çete reisinin ilişkide olduğu ağanın oğlu geldi. Amirle görüştü. Bizim yanımıza geldi. Göz kırptı. “Biraz sonra sizi bırakacaklar,” dedi. Gitti.
Ağanın oğlu gittikten hemen sonra amir bizi çağırdı. Bizi karşısına dizdi. Kapıyı kapattırdı.
Yüzümüze tatlı tatlı bakarak güldü:
— Aferin çocuklar. Görevinizi çok güzel yaptınız. Sizi tebrik ediyorum. Diğerlerini iyice dövdük. Sizi de dövüyormuş gibi yapacağım. Bağıracağım. Diğerleri sizin adamımız olduğunu bilmesinler… Dışarıda laf etmesinler. Ben copu koltuğa her vurdukça biriniz bağırsın. Dayak yediğinizi sansınlar…
Bağırarak copu koltuğa vurdukça biz de “yandım anam” diye bağırdık. Film setindeki figüranlar gibiydik. Başrolde ağanın oğlu ile amir vardı. Böyle biraz devam etti. Amir son defa bağırdı:
— Bir daha olay çıkarırsanız kemiklerinizi kırarım! Çıkın gidin!
Arkamıza bakmadan oradan ayrıldık. Dışarıda gülüyorduk. Diğerleri daha nezarette yatıyorlardı…
Hemşerim, Adıyaman tütününden sardığım üçüncü sigarayı da yaktı. Derin bir nefes çekti. Yüzüme bakarak:
— Bu Ergenekon davası aklımı başıma getirdi. Gençtim, cahildim… Beni ve arkadaşlarımı piyon olarak kullandılar. Biz de kendimizi kahraman görüyorduk. Bir şey sanıyorduk… Maşa olduğumuzu bilmiyorduk… Allah beni af etsin. Bir daha kimse beni maşa olarak kullanamaz… Kendi hemşerilerimize hakaret etmişiz. Haksızlık etmişiz. Başkalarının köpeği olmuşuz… Oyuna gelmişiz…
Hemşerimin gözlerine baktım:
— Hacı, dedim. Sen yanlış yaptığının farkına varmışsın. Özeleştirini yapıyorsun… Bir daha kimsenin maşası olmayacağını söylüyorsun… Senin adına sevindim. Ne yazık ki bütün yaşananlara rağmen hala maşa olmaktan zevk alanlar var… Öteki diye gösterilenlere saldırmak için salyalarını akıtıyorlar… Saldırı emrini bekliyorlar… Bir çay için kendi arkadaşını, komşusunu, hemşerisini yalan yanlış bilgilerle ihbar ediyorlar… Yaptıklarının mertliğe, dürüstlüğe, insanlığa ters düştüğünü bile bile maşalığa devam ediyorlar… Kendi cinsini tuzağa düşüren tek hayvan kekliktir… Kendi insanını tuzağa düşürenlere bunun için keklik derler… Kişiliği gelişmemiş insanlar hamdır, tehlikelidir, zararlıdır. Babasını, kardeşini bile satar…
Biraz daha sohbet ettikten sonra ayrıldık. Yürüyüşümü tamamlayıp eve geldim. Yolda hemşerimin anlattıklarını düşünüyordum.
Edirne Süloğlu’nda askerlik yaparken aldığım mektuplardan birinin satırları aklıma geldi:
“Sevgili Ağabey,
Dün yine evimiz basıldı. Polisler seni arıyorlardı. Yatılıda bir olay olmuş. Evin her tarafını aradılar… Her şeyi birbirine kattılar. Çeyiz sandığımdakileri çıkarıp ayakları ile çiğnediler… Sonra bir polis, oturma odamızdaki duvara gömülü dolabı açtı. İçinde birkaç ders kitabı ve defteri vardı. Kılıfındaki tabancayı değil, belinde ayrı bir tabanca varmış. Onu gömme dolaba koydu. Sonra bağırdı: “Amirim tabanca buldum.” Amiri ve diğer polisler geldi. Ben hemen müdahale ettim: Tabancayı bu polis belinden çıkarıp dolaba koydu. Bizim evde silah yok, dedim. Ağabeyim de yatılıdaki olaya karışmış olamaz. Kendisi sekiz aylık askerdir…” Bana kızdılar. “Yalan söylüyorsun” dediler. Ben de senin gönderdiğin asker mektuplarını gösterdim. Senin adresini aldılar. Haberin olsun. Adresini bu zalimlere verdiğim için bana kızma. Yoksa yatılıdaki olaydan dolayı sana gıyabı tutuklama kararı çıkarırlardı… Şimdiye kadar evimiz çok basıldı. Senin askerde olduğunu vallahi söylemedik… Mecbur kaldım.
Annemin, babamın selamı var. Allah sana sabır versin. Kuvvet versin. Allah seni zalimlerin şerrinden korusun… Senin için hep dua ediyoruz…
Kâhta’da olsaydım, ON BİRLER ÇETESİ yüzünden işkencemi çekip yine Kâhta Cezaevine atılırdım… Her koğuşunda binlerce anım olan ikinci adreste soluk alırdım… Bir şafak vakti, tehlikeli tutuklu diye koluma zincirin bir tarafı bağlanır, diğer ucu da en şişman askerin koluna bağlanırdı. Asker zayıf olsa, onu da omuzlar, firar eder diye düşünüyorlardı… Her sefer kolumdaki zincire en şişman asker bağlanırdı…
Ben Edirne Süloğlu’nda asker olduğum için tutuklanmaktan kurtulmuştum…
Örümcek beyinli, katran yürekli vicdansızlar, bütün gençliğimi iftiralarla kararttılar…
Bütün zorlamalarına rağmen, kimseye iftira atıp keklik olmadım…
Hiçbir suçu olmayan insanlara iftira atan kişiliksizlere lanet olsun…
YORUMLAR
sanırım gerçekten olan bir olayı kaleme alınmışsınız gibi hissediyorum.Yüreğinize gam keder değmesin üstat..Allaha emanet olun kalın sağlıcakla..
Mahmut Cantekin
Teşekkür ederim.