KÖKLER- 1.***
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
KÖKLER
r o m a n
Kemal Paracıkoğlu
GİRİŞ:
KÖKLERİMİZ, Türk tarihi kadar eskidir. Onun uçsuz bucaksız geçmişini yazmak için didinip durmuş tarihçiler, bilim adamlarımız vardır.
Hepimizin de bir geçmişi ve geleceği vardır. Geleceği bilmemiz, haşa, mümkün değildir. Geçmişimizin izlerini ise belge kısıtlığı nedeniyle geriye doğru bir kaç nesilden daha fazla süremeyiz.
Ben uzun yıllar bu konuda bulabildiğim her bilgiyi kaydettim. Memuriyetim sırasında bir kaç yıl, yıllık izinlerimi Bulgaristan Pazarcık’ta geçirerek merkez Paracık köyündeki akrabalarımı buldum ve onlardan köyün kuruluş hikayesini öğrendim. Dolayısıyla kendi köklerimdeki izleri bulmuş oldum. Hoş bir hikayeydi.
Burada kendi geçmişime ait hikayeyi yazarken, çeşitli kaynakçalardan yararlanarak Osmanlı Tarihini de zamandizininde (kronolojik) yazmaya çalışacağım. Yararlandığım kaynakçaları tefrikalarımın sonunda bir liste halinde sunmaya çalışacağım. B u yazı dizisi Osmanlı Tarihi ile ilgili merakınıza ve bilgi birikiminize katkı sağlayacaktır.
Tefrikalarımı okuyan/takip eden dostlarımın eğleneceklerini ve bir şeyler öğreneceklerini umuyorum.
SAMANCI MUSTAFA
"PARACIK oğullarının soyağacı, saçları, sakalı ve bıyıkları saman renkli Samancı Mustafa’ya dayanmaktaydı..."
*
Ertuğrul Bey’in ölümünde ki yas ile Orhan’ın doğumundaki sevinç üst üste bindiğinden 1281 senesi oldukça buruk geçti.
Osmanlı Beyliği’nin ilk kurulduğu yıllarda sürekli genişlemesi ve yükselişi, etrafında bulunan Bizans tekfurlarının dikkatinden kaçmıyordu. Osman Gazi dönemine kadar Ertuğrul Gazi’nin hazinelerini saklamış olan Bilecik tekfurluğu bile gittikçe heybetli bir hâle gelmekte olan Osmanlı gücünü çekememeğe başlamıştı.
Yarhisar Tekfuru Köse Mihal, kızını Bilecik tekfuru Kalanos’un oğlu ile evlendirdiği sırada düğüne çağırdığı Rum tekfurlarını bir antlaşma ile Osman Bey’e bağlamak istemişti. Buna karşın da diğer tekfurlar Köse Mihal’i kendileri ile birlikte hareket ederek Osman Bey’i ortadan kaldırma planına dâhil etmek istemişlerdi. Bu düğün merasimi bu amaçlarını gerçekleştirmek için bir fırsat olabilirdi. Fakat bilemedikleri bir şey vardı: Köse Mihal, Osman Beyin kadim dostuydu ve bu dostlukla beraber Müslümanlığı da seçmişti. Köse Mihal, diğer tekfurlara duyurmadan durumu Osman Bey’e anlattı.
Osman Bey, kendisine kurulan tuzaktan haberdar olduktan sonra Bilecik tekfuru Kalanos’un davetini ihtiyatla kabul etmekle birlikte düğün hediyesi olarak da ona bir sürü kuzu hediye etti. Ancak, düğünden sonra savaşçıları ile birlikte dağlara çıkmak zorunluluğunda olduğunu ve malını düşmanının açgözlülüğüne hazır bir durumda bırakmak istemediğini belirterek en değerli eşyalarını –her yıl yaptığı gibi– kadınlar vasıtasıyla Bilecik tekfurunun kalesine göndermesine Bilecik tekfuru Kalanos’un izin vermesini istedi. Bilecik tekfuru, planın bu sonucu ile büyülenmiş olarak Osman Bey’in bu teklifini kabul etti. Hazinelerin taşınması düğünden bir gün önce gerçekleşecekti. Bilecik tekfuru Kalanos belirtilen günde, Çakırpınar’a gitti. Osman Bey’in, en bahadır adamlarından seçtiği otuz dokuz savaşçısı yüzleri peçe ile örtülü bir hâlde Bilecik tekfurunun kalesine girdiler. Halk ve askerlerin çoğu düğüne gitmiş olduklarından Bilecik kalesinin ele geçirilmesi zor olmamıştı. Bilecik tekfuru Kalanos, olanlardan habersiz bir şekilde kalesine dönerken Osman Bey’in adamları tarafından öldürüldü ve gelin adayı, güzelliğiyle dünyaca ünlü olan Holofira/Nilüfer Hatun esir edildi.
Orhan Bey, Uzun boylu, sarışın, ak benizli, ela gözlü, koç burunlu, genis gögüslü, iri yapili, heybetli ve vakur bir gençti.
(Tevârih-i Âl-i Osman’da Orhan Gazi’nin Holofira ile evliliği şu ifadelerle anlatılmıştır: "Okudı şevkı olan gâzîlerini, Üleşdürdi o şehrün evlerini. Tekür-i Yar-hisâr’un kızın ol dem, Alup itmişidi ursını mâtem. Meğer ol hînde Osmân oğlı Orhan, Cüvan olmışidi çün şîr-i garrân. Dügünler eyleyüp Osmân’ı Gazî, Virür Orhân’a alduğı kızı. Çi ger ismi kızun Lülüfer’idi, Müsemmâsile dür hâkisterdi. Ko hüsnî vasfını yokdur nihâyet, Olur ömre vü olmaz ana gâyet. Süleymân Pâşa vü Gazî Murâd’un, Anasıdur ol iki hoş-nihâdun. Osman Bey, çocukluk günlerinden beri gösterdiği yiğitliğe mükâfat olarak henüz on yedi yaşında olan oğlu Orhan Gazi’ye Holofira/Nilüfer Hatun’u eş olarak verdi.)
Osmanlı Hanedanı’nda Türk ve Müslüman olmayan yabancı soylu bir kadınla ilk evliliği, böylece, babası Osman Bey’in onayı ve hatta isteği ile henüz on yedi yaşındayken Orhan Gazi’nin, ileride Şehzade Süleyman ve Şehzade Murat’ı dünyaya getirecek olan Horofira (Nilüfer Hatun) ile yaptığı görülmekteydi. Holofira bu genç adama boyun eğerek bağlandı ve hiç bir baskı görmemesine rağmen kendi isteğiyle müslümanlığı seçerek Nilüfer adını aldı.
Bu evlilik, Osmanlı Hanedanında bundan sonraki dönemde yapılmış olan Türk ve Müslüman olmayan yabancı kadınlarla evliliklerin de başlangıcını ve modelini oluşturmuştu.
Osman Bey, Orhan Bey’i emir-i kebir (beylerbeyi) rütbesi ile küçük beylik ordusuna komutan atamış ve bundan sonraki babasının her askerî eylemine katılmıştı.
1299’da on sekiz yaşındayken Osmanlıların ilk ele geçirdikleri Bizans kalesi olan Karacahisar’ın fethi sırasında babası Osman Beyin yanında yer aldı. Kale ele geçirildikten sonra, Osman Beyin bu başarısı üzerine, Selçuklu Sultanı, kendi adına sikke basması ve hutbe okutması iznini vererek Osmanlı Beyliğini tanıdı. Bunu üzerine Osman Bey adına ilk hutbe Şeyh Edebali’nin müritlerinden olan Karamanlı Dursun Fakih tarafından Karacahisar’da bir kiliseden çevrilmiş olan camide verildi. Böylece, Osmanlı Devleti ilk kez burada ilan edildi.
Osman Bey beyliği arazisini Oğuz töresine uyarak yakın akraba ve silah arkadaşlarına "dirlik" olarak dağıttı. Böylece Eskişehir kardeşi Gündüz Bey’e, Karacahisar oğlu Orhan Bey’e, Yarhisar Hasan Alp’e ve İnegöl Turgut Alp’e verildi.
Nilüfer (Holofira), evliliklerinin on sekizinci yılında, 1316’da Orhan Gazi’nin ilk oğlu olan Süleyman’ı doğurdu.
*
Eskişehir’e bağlı Eğriöz Köyü halkından, tıpkı Orhan bey gibi on sekiz yaşında olan ve tıpkı onun gibi uzun boylu, mavi gözlü, sarışın bir genç olan Samancı Mustafa, kılıcını kuşanıp sahibi olduğu küheylanına atladığı gibi, ailesine duyurmadan, gizlice, Karacahisar’a gelip Osmanlı Ordusuna katılmak istedi. Kılıç kullanmakta ehil olmadığı anlaşılınca, yaşının da ufak olması nedeniyle geri yollanılmak istendi. Bu gelişmeye şahit olan Voynuk başı Tuğrul ağa, Samancı Mustafa’nın küheylanına hayran kalarak, "bu yağız at senin midir delikanlı?" diye laf attı.
Samancı Mustafa, küheylanından duyduğu gururu açık ederek, ona, "he!" diye cevap verdi.
"Bakımını da sen mi yaptın bunun?"
"He!"
"At yemlemeyi becerebilirsen yanıma voynuk alayım seni."
"Neymiş o?"
"Dedim ya, atları yemleyecek, bakımlarını yapacaksın."
"Savaşmayacak mıyım?"
"Yok. Sen cephe gerisinde savaşmaktaki yiğitlerin atlarına bakım yapacaksın."
"Ama ben savaşmak istiyorum."
"Sonra. Evvela, kılıcın ustası ol ki, savaşabilesin."
"Peki madem..."
Bu şekilde, voynuk (orduda levazımdan ve atların bakımından sorumlu sınıf) olarak görev aldı.
Yıllarını bu görevle geçirdi. Savaşçı olmak için geldiği Osmanlı ordusunda at bakıcısı (voynuk) olup çıkmıştı. Günleri harada, atların arasında geçiyor, onların arasında uyuyordu. İşine öyle bir kaptırmıştı ki, kılıç kullanmayı geliştirmek bir yana, bildiğini de unutmuştu. Bu umurunda da değildi. Yaptığı işi çok seviyordu. Voynuk başı Tuğrul Ağa, bu becerikli ve çalışkan delikanlıyı hep yakınında tutarak ona bildiği herşeyi öğretti. Onu bir de en güzel kızıyla everip Karacaşehir köyünde eve çıkarttı.
Samancı Mustafa barış zamanı köydeki evinde vakit geçirir olmuştu. Görevi gereği hemen her gün, hatta günde birkaç defa Orhan Gazi’nin yakınında bulunmaya başlamıştı, çünkü onun atının bakımından, koşumuna, hatta atın üstüne oturuşuna kadar her şeyden o sorumlu kılınmıştı. Orhan bey onun adını da öğrenmişti ve ona, bineceği atı getirdiği zamanlar adıyla hitap ediyordu. Bindiği atların dinçliği ve pırıl pırıl görüntülerinin bu becerikli, çalışkan voynuğunun elinden olduğunun farkındaydı.
Samancı Mustafa, rahmetli Tuğrul Ağanın yerine voynuk başı da olmuştu. Yıllar sonra karısı ile iki kızını yanına alıp kendi köyü Eğriöz’e gitti. Tek hanım ve iki kızıyla gittiği Eğriöz’den iki hanım ve üç kızla döndü. Kocası savaşta şehit düşüp de dul kalan çocukluk aşkı dayı kızıyla evlenmiş ve onun ölen kocasından olan kızını da evlat edinmişti.
On sekiz yaşından kırk üç yaşına tam yirmi beş sene bu şekilde, savaştan savaşa koşturarak barış zamanları da Karacaşehir’de kendisine tahsis edilen toprakları ekip biçerek , geçti. Bu arada hepsi kız yedi çocuğu olmuştu.
*
1324’de Osman Bey, ağır bir hastalığa düşerek her işten elini eteğini çekince, Şubat ayında ileri gelenleri yanına çağırtıp, beyliğine dair her yetkiyi oğlu Orhan beye devrettiğini bildirdi ve onu fütuhatla görevlendirdi. Bu yetkilerine binaen Orhan Beyi 1324 yılından itibaren de hükümdar olarak kabul etmek mümkündü.
Orhan Bey, kırk üç yaşında olmasına karşın yirmili yaşlardaymışçasına dinç görünüyordu Gazi, Sucau’d-dünya ve’d-din, Ihtiyaru’d-din ve Seyfu’d-din gibi ünvanlara sahip olan Orhan Gazi, Osman Bey’in biçtiği görevde yerine göre kılıçla, bazen de politikayla zaferden zafere koşuyordu... Savaşlarda okundan kaza, kilicindan ölüm ders alirdi. Mü’mine rahmet, kâfire zahmetti. Gerek siyaset, gerekse savaşta tükenmeyen bir enerji ve ustalığa sahipti. Ulemaya saygılı, merhametli bir hükümdardı. Sık sık halkın arasına karışıyor, onlarla hiç bir kibirlilik taslamadan sohbet ediyor ve dertlerini dinliyordu. Herkese karsi eli açik cömert birisi idi. Halk tarafından çok seviliyordu.
YORUMLAR
Kemnur
Aslında tarih derslerini bende sevmezdim. küçücük bir ilçede okudum. Zamanımızda branş öğretmenleri yoktu, ilk okul öğretmenleri girerdi çok dersimize. belki onlar anlatmayı bilmiyorlardı, belki benim ezber yeteneğim yoktu, (halen de yok) tarih dersi benim için çekilmez olurdu. İstanbul' fethi haricinde tek bir tarih bilmem, hepsinin hikayelerini bilsem de zaman ve isim konusunda cahilim. belki bu yüzden çalışmanızı ilgiyle okudum. en azından unuttuklarımı hatırlattı kısa sürede unutacak olsam bile. Ezberlemekten çok çözmeyi severdim, En sevdiğim dersler cebir ve geometriydi onun için. Formülleri vardı ama onları da ezberleyemezdim düşünüp çözerdim.
Başarınızı kutlar emeğinize teşekkür ederim.
Kemnur
Tarih Konulu yazıları çok sevemiyorum. Konu içinde bildiğimiz şeylerde olunca ,biraz okumaktan uzaklaşıyorum. Evet belki bu bildiklerimiz üstünkörü bilgiler. Belki siz detaya indikçe arada unutulmuş hikayelerle karşımıza çıkacaksınız. Ama dediğim gibi tarih konulu roman, öykü vs yazıları sevemiyorum.
Yinede güzel bir başlangıç . En azından Sami Hocanın da YERİNİ DOLDURMUŞ OLACAKSINIZ.
Bütün çalışmalarınız başarılı...İzinizdeyiz Ustam..
sevgiler
Kemnur
Bir kez daha gurur duydum Ustaların Ustası'nın Tarih konusundaki ustalığına da.
Sağol aziz Köylüm..
Kemnur
Gerçekten çok güzel başladı hikaye.
Yazarımızın duru Türkçesi,
akıcı anlatımı,
konuya getirdiği hoş kurgu,
sanırım bizleri bağlayıcı bir seri olarak bu sayfalardaki yerini alacaktır.
Tarihi yazmak kolay değil.
Gerçekten araştırmak, emek vermek gerekiyor.
Şimdiden kendisini kutluyorum.
Kemnur
Kemal Abim
Bu yazı dizisi kaçmaz, aşk, ihtiras, kıskançlık vs gibi insana dair tüm duyguların yaşandığı köklerinize ait hayatların izini süreceğiz hep birlikte gerçekten heyecan verici şimdiden kolay gelsin hocam
Samancı Mustafa ile Kastinya arasındaki bu tek taraflı aşk bakalım nasıl neticelenecek. Acaba samancı Mustafa, kastinya’nın gönlünü çalıp muradına erebilecek mi? yoksa! yok yok sormayacağım heyecanı ve büyüsü kaçmasın ikinci bölümde sanırım netlik kazanacaktır.
Kaleminize gönlünüze sağlık
Saygı selamlarımla