- 636 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Beyaz Bir Bölge
Arınmak gibi bir şeydi bu. Ilık suda yıkanır gibi usul usul gevşemesi tüm kaslarının… Yayılması bedenin gibi tüm benliğinin de… Şekilsiz şemalsiz, her yöne çekilebilecek bir hamur gibi sıyrılıp kurtulması tüm kalıplardan… Çocukların sesi geliyordu yan odadan. Mutfakta, atıştırmaları için bir şeyler hazırlıyordu onlara. Bir bekleme odasına dönmüştü sanki ev. Bir geçiş noktası… Böyle bekleme halinde bir şeyler yaparken her şey çok farklı bir anlama bürünüyordu. Sanki çok ileride bir noktada bir şey vardı, parıltısıyla gözleri alan… Ne olduğu belirsiz olsa da saçtığı ışık yetiyordu ona bakanı kendisine çekmeye. Belli bir şekli olmayan her şey gibi o da kendisine bakanlara istedikleri biçimi vermeleri olanağı sunuyor, tek bir şey olmaktan çıkıp insanların onda bulmak istedikleri her neyse ona dönebiliyordu.
İşte yan odadan seslerini duyduğu üç çocuk da ilerideki o parıltılı, rengârenk şeyin farklı görünümlerini resmediyorlardı anlattıkları her şeyle.
O şey parıltısından sıyrılalı o kadar çok olmuştu ki onun için. Şekil sürprize yer bırakmayacak bir belirginlikte ufukta belirivermişti. Günden güne değişen ruh haliyle doğru orantılı bir şekilde değiştiremiyordu onu. O kadar tutarlı bir şekilde aynıydı ki ona ne zaman baksa bir parça daha azalıyordu ona ulaşmak için duyduğu önceki o yoğun arzu.
Şimdi yeğenlerinin anlattıklarını dinlerken bu kadar çocuklaşıp arınması da bu değişkenlik halinin geri dönmesindendi. Onlar konuştukça sanki ilerideki o şey yine önceki belirsiz şekline bürünüyor, ona kendisine istediği biçimi ve anlamı verme özgürlüğü sunuyordu.
“Hedef ve hayal başka şeyler” diye bir söz duymuştu daha geçenlerde. Galiba şimdi duyduğu bu delice coşku da bu büyük ayrımdan kaynaklanıyordu: Hedeflerinin susup hayallerinin dile gelmesinden…
“Hala, kekimiz nerde kaldı?” diye seslendi dünyanın en ünlü bas gitaristi olmayı planlayan yeğeni. “Meyve suyu var mıydı?” diye ekledi geleceğin büyük tiyatrocusu olan diğeri… “Cola olsaydı keşke!” dedi, üç kuzen arasındaki en alçakgönüllü hayalci. “Mutlu bir ailem ve bir köpeğim olsun, yeter!” demişti az önce. Dondurucu bir sessizlik takip etmişti sözlerini.
Galiba bazılarının hayalleriyle hedefleri çok yakınlaşabiliyor, bulutlar kadar uzakta bir yerde durmuyordu gözlerini alan o parlak şey… Ama hayalleri hayal kelimesinin içini tam olarak doldurabilecek nitelikte olanlar, epey bir yolu göze almaları gerektiğini daha en başından biliyorlardı. Zaten bir şey eğer bu kadar yoğun bir ışık saçıyorsa, arada uzunca bir mesafe olmalıydı mutlaka. Aslında her insanın dokunamayacağı kadar uzakta kalan bir şeylere ihtiyacı vardı. Dokunduğumuz, dokundukça büyüsünden sıyırdığımız o kadar çok şey vardı ki zaten, hiç değilse elimizin değmediği birkaç şey olsun kalmalıydı bir yerlerde. Üzerine yeni kar yağmış bir sokak gibi kirletmeye kıyamadığımız beyaz bir bölge…
Yeğenlerine, hazırladıklarını götürürken küçücük bir beyazlık arıyordu belleğindeki çiğnenmiş onca karlı sokağın içinde. Öyle ya, o da hep bu yaşta olmamıştı. Yürürken hep böyle temkinli yoklamamıştı bastığı her noktayı… Onun da geçtiği yolları göremeyecek kadar gözlerini alan hayalleri vardı. Orta sondayken TV’de bir dizi vardı: Beyaz Gölge… Oradaki basket koçuna hayrandı. Bir gün Amerika’ya gidip onunla tanışma hayali az gümbürtülere boğmamıştı kalbini. Tabii tek hayali de bu değildi. Zaten gerçekten hayal edebilen birinin tek bir hayalle yetinebilmesi pek de mümkün değildi. Bir kere bu hayal kavramının doğasına aykırıydı. İçten içe asla mümkün olamayacağını bildiğin şeyleri geleceğinin bir parçası olarak görebiliyorsan gününün kimi bölümlerini bulutsu bir bölgede geçiriyorsun demekti. Nesneler, insanlar epey bir öteye çekilmiş, yerlerini zihninden geçen onca şeyi sergileyebileceğin uçsuz bucaksız bir sahneye bırakmışken ne engelleyebilirdi ki hayallerini!
Odanın kapısına varmıştı. Hayallerin uçuştuğu o bulutsu bölgede durup dinlendi birkaç saniye. Bu ılıklığı öyle özlemişti ki! Uçuş uçuş dağılıyordu parçaları an be an sanki. Onu o yapan şeyleri bir ucundan tutmaya çalışsa da içerideki çocuklar “boş ver” diyorlardı ona seslerindeki o güneşli gelecekle. Onun yanında burası o kadar loş kalmıştı ki!
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.