- 566 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Bir garip adam
BİR GARİP ADAM
Memleketin şirin köşelerinden birinde kışların sert geçtiği bu şehrin, ne büyük ne de küçük tam kararındaki güzel okulunda, insanlar sanki kafalarını dinlemek için bulunuyorlardı. Mazeret yedi yıldır bu okulda çalışan, yağlı boya tablo yapmayı seven kendi halinde bir kimya öğretmeniydi, öğle paydoslarında evine gitmez, okula yakın pide salonunda hep aynı yemeği yerdi; yumurtalı kıymalı pide, bazen kulağına gelen;
‘Mahallede kedi kalmadı, bu adamlardan her şey beklenir!’ sözlerine aldırış etmez, kıymalısına tek yumurta kırdırıp yavaş lokmalarla çokça çiğneyerek yemesine devam ederdi. Birdenbire zihnine üşüşüveren su faturaları, son ödeme günü gelen taksitler olmasa aslında günün güzel vakitleriydi bu yemek molaları.
Rahatladığı, kendisine eziyet vermeyen tek yer tuvalin karşısında, boyalardan kendisine yeni bir dünya kurmaya çalıştığı o dingin saatlerdi. Eğer bir aksilik olmazsa laboratuarında her gün iki saat resim yapardı. Bu yüzden okulu genelde Mazeret kapatırdı. Binadan çıkmadan önce bir sigara yakar ağzıyla yuvarladığı duman halkalarının içinden geçerek koridorun duvarlarını süsleyen tablolarına sanki ilk kez görüyormuşçasına baka baka yürürdü.
Babası, nüfusa Mazeret diye yazdırmıştı adını, kimseye boyun eğmesin, daima bir çıkar yolu olsun diye. Son olarak çıkış kapısının yanına astığı ‘örümcek’ tablosuna baktığında hep aynı dörtlüğü mırıldanırdı;
Konakta bir spider
Gecekonduda haşerat
Konakta saçlar uzar
Konduda tırnaklar.
Sanki dua edercesine, şifa uman bir hasta gibi her defasında usulca söylerdi.
Pazartesiden cumaya tam üç kez kendisinden rica edilmişti, neymiş efendim okulumuza gelen misafirlerimizi ürkütebilecek tablolar asmayıp, çiçek manzara resimleri assak, hem örümceği de depoya kaldıralım demiyormuş ki, zemin kata asabilirmişiz de, diye üç kez yanına gelmişti hizmetli Rıza, bir elçi olarak müdür Tekin’ in bu isteklerini iletmişti Mazeret’ e. Çalıştığı bu yedi yılın, son dördünden beri beraberlerdi müdür beyle, ilk günden itibaren yıldızları bir türlü barışmamıştı, sanki tüm branş öğretmenleri bir yana Mazeret bir yanaymış gibi hissediyor ve böyle hissettiren Tekin Bey’ e en ufak bir saygı ve sevgi taşımıyordu, bu yüzden her defasında hizmetli Rıza’ yı;
‘Hallederiz koçum, sen kafana takma’ diyerek savuşturuyordu.
Birden ‘öyle ya!’ dedi kendi kendine, ‘en azından denemiş olurum, parayla değil ya canım’ heyecanlanmıştı Mazeret, arkadaşlarıyla öğle yemeğini yerken Salih Bey bahsetmişti biraz, idareci olma başvurularının süresi üç gün daha uzatılmıştı, başvurup en azından şansını denese ne kaybederdi ki, hoşlanmadığı bir yönetim tarzının mağduru olarak, en kötü ihtimalle kendisi de hoşlanılmayan bir yönetim tarzı ortaya koyar, böylece değişen bir şey olmazdı. Bu iş aklına yatmıştı, müdür yardımcılığı için başvuracak, artık Tekin denen o herife tahammül etmeye çalışmayacaktı.
Tekin Bey, koca Tekin Bey, yılların eskitemediği, sadece saçlarının kuzguni rengini çekip alabildiği Tekin Bey, yirmi yıldır idareciydi, kendine has çalışma prensipleri olan, daima şık giyinmeye özen gösteren, ceketinin cebinden mendili, parmaklarından göz alıcı yüzükleri eksik olmayan Tekin Bey. Kolundaki saatin kadranı bir santim daha geniş olsa rahatlıkla masa saati olabilecek saatler takan Tekin Bey. Kullandığı hacı yağı parfüm arası kokuyla yanındakilerin burun direğine hatırı sayılır derecede şiddet uygulayan, edindiği statünün hakkını veremiyormuş da sürekli konuşursa, ‘ben’ le başlayan cümleler kullanırsa bu durumun üstesinden geleceğini zanneden Tekin Bey, bir de her bitirdiği cümleden sonra muhatabını öpecekmiş gibi, belli belirsiz dudaklarını yuvarlama tiki olmasa.
Salih hocanın yemekte idarecilik meselesini açmasının üzerinden tam olarak beş gün geçmişti, bu arada Mazeret başvurusunu yapmış, sonuçların ilanını beklemeye koyulmuştu, fırsat buldukça internetten yokluyordu, olmaması halinde üzülmeyeceğini biliyordu, zira aynı can sıkıcı sistemi yine devam edecekti ve zaten bu duruma dört yıldır alışıktı ama işinin olduğunu düşündüğünde içi içine sığmıyordu, böyle bir durumda yapılabilecekler aklına geldiğinde unutmamak için sürekli küçük kağıtlara notlar alıyor ve bu kağıtları iskambil destesi gibi biriktiriyordu, henüz başvurusu sonuçlanmamış olmasına rağmen yapılacaklar listesi otuz iki maddeye ulaşmıştı bile.
Aynı günün öğleden sonrasında atamaların açıklandığını haber alınca, merdivenleri ikişer ikişer çıkarak öğretmenler odasındaki bilgisayarın başına nefes nefese oturmuştu Mazeret, iki üç tuş hareketinden sonra işte karşısındaydı sonuç, kendisini bir an temmuz ayının ortasında yükseklerden kopup gelen bir şelalenin oluşturduğu su perdesi ile kaya duvarın arasında, uçuşan su zerrecikleriyle serinliyormuş gibi hissetti, etrafındaki arkadaşlarının tebrik etmek adına seslenmelerini bile duymaya fırsat vermeyen bir şelalenin ortasındaydı sanki. Birden ne olduğunu kendisi de anlayamadan, önceden kurgulanmışçasına;
‘Ey hayat, sen şavkı sularda bir dolunaysın, aslında ben de varım bu oyunda, Tekin beni sıkıyorsa yok saysın’ ifadesi döküldü dudaklarından, dediklerine odadaki arkadaşlarıyla beraber kendisi de şaşırmıştı, kısa bir duraksamadan sonra sanki bunları diyen kendisi değilmiş gibi ciddi bir tavır takınarak sandalyesinden kalktı, ağır adımlarla kapıya yönelerek gözden kayboldu. Başından kalktığı bilgisayarın önünde Mazeret hocayı bırakmış ve attığı her adımda biraz daha müdür yardımcısı Mazeret Bey olmaya başlamıştı. Yapılacaklar listesinde neler yoktu ki, öncelikle okulda zili kaldırmak istiyordu, öğretmenler ve öğrenciler belki birkaç gün yadırgayacak hatta zorlanacak ama alıştıklarında Pavlov’ a elveda diyeceklerdi, son sınıfların tamamını okulun en üst katında toplayacak, bu kat haricinde tüm okulun koridorlarına en iyi müzik kolonlarından döşettirip, öğle yemeği paydosunda sadece slow tarzda müzik yayını yapacaktı, bizzat gezi planları üzerinde durup, çocukların bütçelerinin elverdiği ölçüde Edirne’ den Kars’ a kadar Evliya Çelebi gibi gezeceklerdi, koridor başlangıcına taktıracağı led televizyonlarda güzel kitapların, okuldaki başarılı öğrencilerin, izlenesi filmlerin reklamını yapacaktı, okul bahçesinin uygun köşesine koydurtacağı iyi cilalanmış ahşap bir kürsüden öğrencilerin içini dökmesini sağlayacaktı, hatta ara ara kendi de bu kürsüden beğendiği şiirleri okuyacaktı.
Gösterişli saatler, taşlı yüzükler onların olsundu, Mazeret Bey çocukların kafasının içini süslemek istiyordu, gözlerini kıvılcımlandıracak, iradelerini çelikleştirecekti.
Tekin Bey haberi alınca odasında kendisinin duyabileceği bir ses tonuyla homurdandı hatta küfretti, bu adamla zaten öğretmenken sıkıntı yaşıyordu şimdi kim bilir neler olacaktı, aklına kötü yönleri getirmemeye çalışıyordu ama Mazeret adını duyunca da aklına olumlu tek bir şey gelmiyordu, yirmi yıllık yöneticiliğinde böyle birisiyle hiç karşılaşmamıştı. Sinirle masasının çekmecesinden ahşap puro kutusunu çıkarıp, kamusal alan yasağına rağmen bir Havana purosu yaktı, dişlerinin arasında sıkıştırdığı purosundan kopardığı tütün parçalarını sağa sola tükürmeye başladı, düşünceler içinde birkaç nefes çektikten sonra biraz sakinleşir gibi oldu, koltuğunu hafifçe ileri geri sallayarak odadaki televizyondan gelen müziğin ritmine oturduğu yerden eşlik etmeye çalışıyor, böylelikle sanki düşüncelerinden sıyrılmak istiyordu.
Sandalyesinde gayet yavaş bir şekilde sallanırken bir yandan da;
‘Adını helaya yazacağım Mazeret, bunu sen istedin koçum, yanıma idareci olduğuna bin pişman olacaksın, de haydi görelim el mi yaman bey mi?’ diye söyleniyordu.
Öğretmenlik mesleğine başladığı onca yıldan sonra Mazeret ilk kez bir sabah büyük bir mutlulukla uyandı uykusundan, hala inanamıyordu, acaba rüya mı bunlar diyerek kendisini çimdikledi ardından yüzünü buruşturdu, canı yandığına göre tüm bunlar besbelli hakikatti, üzerinden büyük bir yük kalkmış gibi hissediyordu, yapılacaklar listesinden hatırına gelen maddeler adeta ruhunu okşuyor, yeni bir hayatın eşiğinde olma duygusu sanki damarlarındaki kan gibi vücudunda dolaşıyordu. Eşini ve çocuklarını yumuşak bir ses tonu ve güleryüzle büyük bir sevecenlikle kaldırdığında, kahvaltı mutfak masasında hazır vaziyetteydi, radyodan sunucunun anonsları ve peşi sıra güzel nağmeler yayılıyordu. Çocukları ve eşi şaşkınlıklarını gizleyemeyerek biraz da uyku sersemliğiyle uyandılar, tüm bu olanları bir yandan anlamaya çalışıyor bir yandan da şaşkınlıklarından sıyrılmaya uğraşıyorlardı.
‘Kızartılmış ekmekleriniz hazır, domates salatalık da doğradım, hadi bakalım herkes mutfağa.’
‘Canım bu sabah çok hoşsun, iyisin değil mi?’
‘İyiyim canım, iyiyim hem de hiç olmadığım kadar, dua et bulaşıcı olsun da evde, okulda herkes nasiplensin, hatta canım iyiliğimizi istiyorlar ama vermeyeceğim’
diyerek biraz yersiz bir espri çıkışında bulundu, yersiz olduğunu bilmesine rağmen yapmıştı bunu
‘Canım hangi dağda kurt öldü, ne bu halin?’
‘Madem soruyorsun ben de söylüyorum o halde, bu sabahtan itibaren okulumun yeni müdür yardımcısıyım’ demeye kalmadan masadaki minik afacanlar
‘Baaba, baaba’ diye tempo tutmaya başladılar, keyiflerine diyecek yoktu.
‘Tamam çocuklar teşekkürler, iltifatınıza layık olmaya çalışacağım’ derken, yarı belinden öne doğru eğilip selamlar gibi yaptı, bu hareket çocukların daha da hoşuna gidince alkışlamaya başladılar ve
‘Aslan baaba, aslan baaba’ şeklinde olaya yeni bir boyut kazandırdılar, ilk günden daha evde bunlar yaşanıyorsa, önümüzdeki günlerde kim bilir okulda neler yaşanacak, hadi bakalım hayırlısı düşünceleriyle kahvaltıya devam ettiler.
Koridordan geçenlerin şaşkın bakışları arasında yaptığı ilk iş makam odasının kapısını söktürmek oldu, menteşelerinden kurtarılan kapı iki hizmetlinin elleri arasında bodrumdaki depoya yollandı.
‘He işte şöyle. Bundan sonra şeffaf bir yönetim adına, herkese, her talebeye en rahat şekilde ulaşabilmek adına, makam odamı bu şekilde kullanacağım arkadaşlar, vatana millete hayırlı olsun.’ şeklindeki düşüncelerini ifade edince hizmetli Rıza bir an boş bulunup alkışlamaya başladı, etrafındakilerin de bu ilk alkışı işaret fişeği sayıp alkışlamaya başlaması üzerine, etraf sesten çınlamaya başladı, dışarıdan yükselen bu çılgınca alkışları duyup, anlam veremeyen Tekin Bey, merakla kapısının önüne çıktığında, alkış tutan kalabalık bir anda çil yavrusu gibi dağıldı, kimisi merdivenlerde kimisi de koridorun sonunda kayboldu, Tekin Bey ağır adımlarla kanadı olmayan kapının önüne gelip, şaşkın gözlerle kapıyı tepeden tırnağa inceledi, bu olanlar da ne anlama gelmekteydi, neydi ki şimdi bu?
O esnada Mazeret açık kapıda belirdi, müdürünü fark edince tebessüm eden bir çehreyle
‘Günaydın müdür bey’ diye seslendi.
‘Gü günaydın’ diyerek ancak cevap verebilen Tekin Bey’ in şaşkın bakışlarını fark edince açıklama yapma gereği hissetti.
‘He o mu müdür bey, endişe edilecek bir durum yok, daha etkili çalışabilmek adına böyle bir yönteme başvurdum, inşallah verimli olacak.’
Tekin Bey vücudunun ısındığını, yüzünü ateş bastığını hissediyordu, kravatını biraz gevşeterek, zoraki bir gülümsemeyle;
‘Demek öyle, umarım dediğiniz gibi olur’ diyebildi sadece, ani bir dönüşle odasına yöneldiğinde sanki kulaklarından duman çıkıyormuşçasına bir ruh hali içerisindeydi.
Mazeret ise ‘Git bakalım Tekin Bey, henüz yeni başlıyoruz, bu kapı aysbergin yalnız görünen kısmı, daha neler göreceğiz neler’ derken keyfine diyecek yoktu.
Hemen o günün öğleden sonrasında ‘acil’ ifadesiyle tüm öğretmenler kurul toplantısına davet edildi, okulun konferans salonunda, belirtilen saatte, öğrencilerini ödevlendirip gelen öğretmenler hazır vaziyetteydi, idareyi temsilen müdür, yeni idareci Mazeret Bey ve diğer müdür yardımcısı Namzet Bey de salonda hazırlardı, toplantıya girişi her zaman olduğu gibi müdür bey yaptı, sinirini saklamaya çalıştığı bir ses tonuyla acil gündem maddesi hakkında, mesai arkadaşlarını bilgilendirici bir konuşma yaptı, tüm öğretmenler ortamdaki sebebini bilmedikleri gerginliği fark etmiş vaziyette, büyük bir dikkatle Tekin Bey’ i dinliyorlardı, Mazeret iskambil kağıdı büyüklüğündeki kağıtlarına notlar alıyordu, zira anlatılanlarda kendisine yönelik güçlü bir ima vardı. Müdür bey diyeceklerini tamamladığında tüm öğretmenler birbirine şaşkınlık ifadesiyle bakınmaya başlamıştı bile.
Mazeret derin bir nefes aldıktan sonra, gayet kendinden emin bir ses ve ağırdan alan bir tavırla;
‘Bir dakikanızı rica ediyorum’ diye söze başladığında, duvardaki gürültüyle çalışan saatin bile ‘tık’ diyerek sesi kesildi, hani neredeyse kuşbakışı öğretmenleri görebilmiş olsak kulak şeklindeki oturma düzenini de fark etmiş olurduk.
‘Öncelikle buradaki herkesi en kalbi duygularla selamlamak isterim, malumunuz olduğu üzere, sabah saatleri itibariyle, yeni görevime başlamış bulunmaktayım, görev farklı ama bizler yine aynı mesai arkadaşlarıyız, acizane hayat felsefemde kapılar ve köprülerin ayrı bir yeri vardır, insanı insana, medeniyeti bir diğerine, seveni sevdiğine kavuşturan hep bu kapılar ve köprülerdir, kapının bu kadar önem arz ettiği bir boyutta kanadına takılıp uçmak, pardon kalmak, bana çok anlamsız ve bir o kadar da gereksiz geliyor, bu yüzden siz kabul etseniz de etmeseniz de mesele benim için bir daha açılmamacasına kapanmıştır. Şimdi izninizle, yapılacak çok işim var’ diyerek herkesin şaşkın bakışları arasında masadan doğrulup ceketinin düğmesini ilikleyerek, emin adımlar ve hafifçe tebessüm eden bir simayla konferans salonunu terk etti, salon birdenbire buz kesti, daha bir günlük bile olmayan bir idareci nasıl buna cüret edebilirdi, kendini ne sanıyordu, kesin yüksek makamda dayısı vardı da ondan böyle yapıyordu. Konferans salonunun geniş tavanında, içinde siyah soru işaretlerinin, ünlemlerin olduğu, kocaman, beyaz bir bulut belirdi sanki.
Herkes hem şaşkın hem meraklı bir halde düşüncelerini yanındakiyle paylaşıyordu.
Tekin Bey ceketinin yakasındaki mendili usulca çıkarıp yavaş hareketlerle alnının terini kuruladı.
Sırf şu son yapmış olduğu hareket bile kaybedecek bir şeyi olmayanlara has bir durumdu, anlaşılan yeni başlayan bu oyunun kurallarını Mazeret koymaya çalışıyordu.
‘Toplantımız sona ermiştir’ diyebildi sadece, kalabalığın arasında izini, kendini kaybettirmek istercesine sessizce çıktı konferans salonundan.
Mazeret masasında şöyle bir arkasına yaslanıp kısa sürede hayatının nasıl da değiştiğini düşünmeye başladı, geçen hafta bu zamanlar okula gelmek istemezken şimdi nasıl da istekli ve keyifliydi, sıra dışı bir kapı uygulaması ve yine sıra dışı bir kurul toplantısı sadece hayatını değil tüm mesai arkadaşlarının da hayatını renklendirmişti. Odasının köşesine yerleştirdiği şövalesinin başına geçerek son tablosu üzerinde bir müddet çalıştı, elindeki fırçayla yaptığı ağaçlar, köprüler yaşadığı bu güzel ülkenin bir yerlerinde varmış gibi hep özel olmuştu onun için.
Mazeret’ in adının konulduğu bahiste soyadının da Hayaleddin olduğunu söylemekte fayda var. Boynunu bükmesin, ezilmesin diye adı Mazeret konulmuştu, babası isim konusunda ne kadar kural tanımayan ve özgün bir insansa dedesi de bir o kadar sıra dışı bir insandı, 1934’ te soyadı kanunu çıktığında, insan hayal ettiği müddetçe yaşar diye düşündüğünden bu soyadını uygun görmüştü kendisine;
Mülayim Hayaleddin
diye yaptırmıştı kaydını nüfusa, memur önce bir duraksamış, kafasını kaldırıp Mülayim’ e baktığında, daha konuşmaya başlayamadan, Mülayim’ den ‘Yaz beyim, ayıp değil günah değil, sen yazıver hele, insan hayalleriyle yaşar’ cevabını alınca memura da sadece yazmak kalmıştı.
Sabahları herkesten önce okula geliyor, okulunu, gece vardiyasından döndüğünde karısının ve çocuklarının rahatsız olmasını istemeyen müşfik bir babanın yaptığı gibi sakince açıyor, açık odasına adeta parmaklarının ucunda ilerliyordu.
‘Teknolojik esaretin arttığı bir toplumda eğer insanlar iradelerine söz geçiremiyorsa, cihazların kapama düğmesi sadece aksesuar olarak kalıyorsa, orada büyük bir sorun var demektir.’ Bahçedeki öğrenciler, yarı uykulu vaziyette müdür yardımcısının tam olarak ne demek istediğini anlamaya çalışıyorlardı. Ne yani akıllı telefonlarına mı gelmişti sıra?
Bu çılgınlık olurdu, zira bakanlığın karışmadığı bir uygulamaya bir idareci cesaret edemez diye genel bir kanı hakimdi talebeler arasında, ama Mazeret hayal etmeye görsün er ya da geç hayata aktarıyordu. Devletin farklı uygulamaları genele yaymadan evvel pilot bölge uygulaması yapması misali, Mazeret’ te düşüncelerini , iki üç hafta hayal dünyasında kurar, bozar, yeniden kurar, hayallerini olgunlaştırabilirse, etrafına belli belirsiz tebessüm eder talebeleriyle koridorlarda selamlaşırdı. Göreve başlar başlamaz şehrin en popüler fotoğraf stüdyosuna tüm okul talebesini, hocasını ve çalışanlarını fotoğraflatmış, harıl harıl talebelerin isimlerini ezberlemeye çalışıyordu, dokuz yüz kişilik okulun yarısından fazlasını ezberlemişti de, çocuklara isimlerinin sonuna getirdiği hanım ya da bey ekiyle seslendiğinde, muhatabında fark ettiği şaşkınlık ve akabinde sevgi, saygı duyguları, her defasında doğru yolda olduğunu hissettiriyordu. ‘Aferin oğlum doğru yoldasın, durma devam et, dünyayı güzellik kurtaracak’ diye mırıldanıyordu böyle zamanlarda.
Talebe ilk kez kendilerine değer verildiğini düşünüyordu ve bunda da tüm payın Mazeret’ te olduğunu biliyorlardı, kısa sürede okulda saygı duyulan ve sevilen bir sima olmuştu, tüm idare ve öğretmenler odası ‘bey’ ve ‘hanım’dı nazarlarında ama bir kez olsun bey demediler Mazeret hocalarına, O artık ‘reis’leriydi, Mazeret Reis,
isim bu haliyle uzun olacağından, tüm okul ‘reis’te karar kıldı,
odasının kapısı bulunmayan,
herkese ismiyle hitap eden,
asla bağırıp çağırmayan,
zilleri kaldırtan,
öğle aralarında insanın ruhunu okşayan müzik yayını yapan,
ayda bir defa karnaval havasında geziler tertipleyen,
tüm talebenin derdiyle dertlenen,
reis.
Telefonların okul saatlerinde toplanmaya başlanmasının üzerinden tam beş hafta geçmişti, talebelerin okulda girdikleri son denemedeki netleri bir öncekine göre müthiş artmıştı, kapama düğmesine aksesuar muamelesi yapanlar, şimdilerde ha açıkmış ha kapalı diyordu. Başarının tadını alan öğrenciler bu tada aşık olmuş, faydalı bir işin parçası olmak büyük gurur ve keyif vermeye başlamıştı, daha fazlası için kendilerinde cesaret ve enerji buluyorlardı artık…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.