SABIR
Günümüz, saatimiz, dakikamız birbirini tutmuyor. Bir anda köpürüyoruz.Tanıyabilene aşk olsun.
Atalarımız , “Sabırla, koruk helva olur” demişler.
Sabır; acıya, zorluğa, haksızlığa ve başa gelen üzücü olaylara , ezaya, cefaya dayanma gücüdür. Bir felakete veya belaya uğrayanın telaş ve feryat etmeden, her şeyin Cenabı Allah’tan geldiğinin bilinci ile bu sıkıntıya sonuna kadar tahammül göstermesidir.
İman sahibi; Cenabı Allah’a sığınıp tevekkül ederek her türlü ıstıraba isyansız katlanır ve sonunda mutlaka Cenabı Hakk’ın en uygun kararı ile esenliğe kavuşacağını bilir. " Rabbinin hüküm vermesi için sabret” buyruğu da nefsin kötü isteklerine direnebilmeyi öğütler. Sıkıntı, hastalık ve çilelere dayanma; ancak sabırla mümkün olur. Kulun sabırlı olması dışında, başkalarına da sabır tavsiyesinde bulunması, aklın,mantığın ve inancımızın gereğidir.
Allah, şüphesiz ki sabredenleri sever. Sabır, Cenabı Allah’ın lütfettiği en büyük nimetlerdendir. Kur’ânı Kerim’de ismi geçen bütün peygamberlerin en belirgin özelliklerinden biri de sabır sahibi oluşlarıdır.
Sabır; acılara ve zorluklara dayanma gücüdür. Her şeyin Allah’tan geldiğini bilen iman sahibi, Allahü Teâlâ’ya sığınarak sabreder. İnsanların olgunlaşması ancak sabır ile mümkündür.
İnsanların, hayatları boyunca birçok zorluklarla karşılaşması bir yaratılış gereğidir. Olgunlaşarak kemale ermek, bu devreleri aşmakla mümkündür. İnancımız, bütün bu acılara sabır sırrı ile dayanabileceğimizi, ilâhî imtihan’ı ancak böylelikle kazanabileceğimizi vurgulamaktadır.
İlâhî yasaları uygulamak, bir takım zahmet ve eziyetlere katlanmayı gerektirir ki, bu da nefse zor gelmektedir. Nefsin bir takım alışkanlıklarından ve isteklerinden fedakârlık etmek mecburiyeti ile karşılaşılır . İşte bu zorlukları yenmenin sırrı, sabırdır.
Cenabı Allah: " Sabır ve namazla Ben’den yardım isteyin. Zaten Ben hep sabredenlerle beraberim. " diye buyurmakla sabrın zafere ulaştırıcı sırrını haber vermektedir.
Olayları hikâyelerle anlatmayı seviyorum.
Kavağın yanında bir kabak fidanı boy göstermiş. Bahar ilerledikçe bitki kavak ağacına tutunarak yükselmeye başlamış. Yağmurların ve güneşin etkisi ile müthiş bir hızla ilerlemiş ve neredeyse, kavak ağacıyla aynı boya gelmiş. Bir gün dayanamayıp sormuş kavağa:
-Sen kaç ayda bu hale geldin ?
- On yılda...
- On yılda mı?
- Ben neredeyse iki ayda seninle aynı boya geldim bak.
- Doğru! Demiş kavak. ’Doğru!’
Günler günleri kovalamış ve sonbaharın ilk rüzgârları başladığında kabak, önce
üşümeye başlamış, sonra yapraklarını düşürmeye, soğuklar arttıkça da aşağıya doğru inmeye başlamış…
Sormuş endişeyle kavağa:
- Neler oluyor bana kavak?
- Ölüyorsun... Demiş, kavak.
-Niçin? Diyerek tekrarlamış sorusunu kabak..
Kavak:
- Benim on yılda geldiğim yere sen iki ayda gelmeye çalıştığın için...
Bir başka sabır hikâyesiyle devam edelim…
Öğrenmek için zaman gerekir, sabır gerekir, ustaları izlemek gerekir; fakat
öğrenmenin esası değişmez.
Çin’de ve Hint diyarlarında yüzyıllardır anlatılan bir hikâyede konu, öğrenmenin
değişmeyen esasıdır...
Genç bir adam, değerli taşlara ilgi duyarmış ve mücevher ustası olmaya karar vermiş.
"Bu mesleği yapacaksam, iyi bir mücevher ustası olmalıyım," diye düşünmüş ve ülkedeki en iyi mücevher ustasını aramaya başlamış.
Sonunda bulmuş; yanına varmış, bir süre bekledikten sonra usta tarafından çağrılmış:
"Anlat, dinliyorum," demiş usta.
Genç adam anlatmaya başlamış, taşlara ilgi duyduğunu ve iyi bir mücevher ustası olmayı kararlaştırdığını heyecanla anlatmış.
Yaşlı usta hiç konuşmadan genç adamı dinlemiş, sözleri bitince de ona bir taş uzatmış,"Bu bir yeşim taşıdır," dedikten sonra genç adamın avucuna taşı bırakmış ve avucunu yummuş.
“Avucunu aynen böyle kapalı tut ve bir yıl boyunca hiç açma. Bir yıl sonra tekrar gel. Haydi, simdi güle güle” demiş ve sakin, genç adamı öylece bırakıp kalkmış, odadan gitmiş.
Genç adam evine dönmüş, kendisini merakla bekleyen annesiyle babasına neler olduğunu anlatmış. Anlattıkça da kendisine çok anlamsız gelen bu hareketi ve soğuk konuşması nedeniyle ustaya olan öfkesi artıyormuş.
Günler hızla tükenmeye başlamış. Genç adam sürekli söyleniyor;fakat avucunu da hiç açmıyormuş.
"Nasıl böyle budalaca bir şey yapmamı ister? Bir de ülkenin en iyi mücevher ustası olacak. Bu saçmalığa bir yıl boyunca nasıl katlanacağım, böyle bir eziyetle nasıl yaşarım? ”Bu ne biçim ustalık. Doğrudan doğruya ustalık kaprisi bu…"
Devamlı söyleniyor, her önüne gelene ustadan yakınıyor; fakat avucunu da açmıyormuş. Avucu kapalı uyuyor, bütün işlerini diğer eliyle görüyor, yanlışlıkla avucu açılıp tas düşmesin diye hep yarı uyanık uyuyormuş.
Böylece bir yıl geçmiş, her günü zorluklarla dolu, her gecesi yarı uykuyla yaşanmış bir yıl bitmiş ve beklenen vakit gelmiş.
Genç adam tam bir yıl sonra, büyük ustanın karsısına çıkmış. Usta bir süre beklettikten sonra yanına gelince, genç adam ne kadar saçma bulursa bulsun, bu sınavı basarıyla tamamlamış olmanın verdiği gururla elini uzatmış, avucunu açmış.
"İste taş," demiş.
"Bir yıl boyunca avucumda tuttum, şimdi ne yapacağım?"
Yaşlı usta sakin bir sesle cevap vermiş:
"Simdi sana bir başka taş vereceğim, onu da aynı sakilde bir yıl boyunca avucunda taşıyacaksın."
Bu söz üzerine genç adam bütün sükûnetini bir tarafa bırakarak, bağırıp çağırmaya başlamış. Yaşlı ustayı bunaklıkla, delilikle suçlamış, mücevher ustalığını öğrenmek için gelen genç bir insana böyle eziyette bulunduğu için hasta olduğunu bağıra çağıra söylemiş. Genç adam bağırıp çağırırken, yaşlı usta ona hissettirmeden bir taşı avucuna sıkıştırmış. Öfkeden yüzü kıpkırmızı genç adam, bir yandan bağırıp çağırırken avucundaki taşı hissetmiş.
Durmuş, taşı biraz daha sıkmış ve heyecanla konuşmuş:
"Bu taş, yeşim taşı değil usta!...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.