- 433 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
-BİR İNSAN KAYNAKLARI ZİRVESİNDEN NOTLAR-
Yine bir kahve molasındayız. Yine bir heyecan fırtınası. Bursa’mızın ev sahipliği yaptığı ve PERYÖN tarafından düzenlenen 11’inci İnsan Kaynakları Zirvesinden söz ediyorum. Benim tanıklık ettiğim üçüncü zirve bu.
Kahve molası demem yadırganmasın. Bu tip programların motoru gerçekten de kahvedir. Ara dinlenmeyle birlikte hem sohbet ortamı hem de zindelik kazanma faslına geçeriz. Açıkçası motivasyonu arttıran kilit bir öge onlar.
Bu duygular içerisinde sabah erkenden evden çıkıyorum. Bu tip programları oldum olası sever, benimserim. Standları gezmek, yeni yüzler görmek, ikramlar, sunumlar, beyin fırtınası atmosferi, vs. Bu yıl da ilk elde firmaların stand düzenlemelerine tanıklıkla başlıyorum. Ardından salonda yerimi alıyorum.
Açılış konuşmasında konuşmacı hayati bir konuya iş sağlığı ve güvenliğinin önemine değinir. Bu konuya önem vermeyen firmaların doğrudan doğruya çalışanını öldürdüğünü söylemesi dikkat çekmektedir. Hatta daha da öteye geçerek katil olduğunu söylemekten başka bir karşılık bulamadığını belirtir. Haksız mı? Düşünsenize sabah ailesiyle vedalaşarak evinden ayrılan bir insan evine dönmüyor. Kuralsızlık, laçkalık yüzünden dönemiyor.
Yine de konunun öldürme eylemiyle benzeştirilmesi ya da klasik katil-maktul ilişkisi kurulması yanıltıcı olabilir. İş sağlığı ve güvenliği alanında işyeri ihmalleri sonucu meydana gelen ölümler öldürmekten ziyade ölüme zorlamak ya da ölümü zorunlu kılmak bence. Sofistike bir değerlendirme mi dersiniz? Bilakis, birebir örtüşür derim.
Doğa da sözünü ettiğim durumu açıklayan bir örnek var aslında. Belgesellerde hep izleriz. Vahşi hayvanlar hayatlarını idame ettirmek, karınlarını doyurmak amacıyla avlanırlar. Dolayısıyla öldürürler. Köpekbalığı, Timsah, Boa Yılanı, Kaplan, Kurt, vs. hayvanlar avlarını saniyeler veya dakikalar içerisinde öldürür. Oysa biri var ki bu sözünü ettiğim durumun dışında kalır; Komodo Ejderi.
Endonezya çevresinde ki bazı adalarda yaşayan dev kertenkele kendisinden daha büyük hayvanları bi şekilde avlayabilmektedir. Açıkçası avını sadece ısırması yetmektedir. O hayvan artık ölecektir. Salgıladığı zehir ve bakteri bileşenleri buna sebep olacaktır. Hani teşbihte hata olmaz. Allah’ın emri misalidir. Belgesellerde izlerken, abi! Hayvan değil bu, yaratık resmen dedirtmez mi? Sigourney Weaver’in başrolünü oynadığı 80’lerin “Yaratık” filminin yaratıklarından farkı var mıdır acep? Ya da Steven Spielberg’in yönettiği Jurassic Park filmlerini sanal âlemden çıkarıp yaşamın kendisi kılmaz mı? Kim ne derse desin bu hayvan öldürmüyor adeta ölmek zorunda bırakıyor. Şüphesiz sözlerimiz bir örneklemdir. Olası birçok değerlendirmeye kaynaklık edebilir.
Açılış konuşmasını ilk sunum takip etmaktedir. İstanbul Modern adlı firmanın Genel Müdürü Çiler Yıldız’ı izliyor ve dinliyoruz. Jenerasyon kavramı gerek bu konuşmada gerekse iki gün boyunca tüm sunumlarda karşımızda. Eski kuşaklarla günümüz nesli arasında mukayeseler aşağı yukarı tüm konuşmalarda farklılaşan ve benzeşen açıklamalarla karşılığını buluyor. Kavramın türlü açılımlarını dinlerken biraz da eskilere gidiyorum. 1980’lerin sonlarında yayına giren televizyon dizilerinden biri; özgün adıyla Generations, bizde ki adıyla Hayat Ağacı’da zihnimde belirir. Özellikle başrol oyuncusu unutulur mu? Sam ya da Kelly Rutherford o zamanların bir gençlik rüzgârı değil midir?
Çiler hanımın sunumunda söz ettiği temel öge yeni kuşağın özellikleri, beklentileri bu unsurları besleyen şartlar, konjonktür olmaktadır. Bu vesileyle eski çağ filozoflarından Heraklit’in “Aynı nehirde iki kez yıkanılmaz” sözünü de hatırlayabiliriz. Açıkçası değişim her alandadır. Ekonomi, uluslar arası ilişkiler, insan ve toplum algısı değişmektedir. Tabi çalışan ve beklentileri de. Kuralların yerini prensipler almaktadır. Yeni nesil para ve kariyer basamaklarını tırmanma da sabırsızdır aynı zamanda. Yükseliş basamakları çabuk geçilmek istenmektedir. Daha bireyci bir perspektif ilişkileri tetiklemektedir. Çalışma modelleri içerisinde esnek çalışma öne çıkabilmektedir. Çünkü arka plandaki düşünsel yapı çeşitli aktivitelerinden vazgeçmek istemeyen bir genç kuşaktır.
Yeni nesil durağanlıktan hoşlanmamaktadır. Aslında siyasette de statükoculuğun tüm dünyada sorgulandığı söylenebilir. Konuşmacı Çiler Yıldız’ın Benjamin Franklin’e ait olduğunu vurguladığı bir söz de ilgimi çekiyor. “Kimi insanlar vardır 25 yaşında ölür. Ancak müşkül şu ki 75’ine kadar gömülmezler” Gerçi google da yaptığım bir araştırma sözün farklı bir versiyonunu karşıma çıkarmaktadır. “Kimi insanlar 20 yaşında ölür, sekseninde gömülürler” Bu kullanımda söz Robin Sharma’ya dayandırılmaktadır. Tabi Benjamin Franklin’in söylemesi de mantıksız gelmiyor. Aynı zamanda Amerikan başkanları arasında yer alan Franklin Amerika’nın bağımsızlık mücadelesi dönemlerinde çevresindeki çapsız, tutucu, değişimi kavrayamayan hatta hedefsiz insanlardan çok çekmiş olabilir mi? Ne dersiniz?
Konuşmacının, doğu ve batı kültürleri arasında anlayış bazında yaptığı mukayese önemlidir. Batı kültürünün bireysel ve sonuç odaklı şekillenmesine karşın doğu kültürünün bireylerin değişen dünyaya göre değiştiği, toplu sonuçların bireysel sonuçların önüne geçtiği bir yapılanma getirdiği üzerinde durulmaktadır. Bir bakıma batılı anlayış cemiyet, doğulu anlayış ise cemaat eksenli denebilir.
Bu değerlendirmeler sosyoloji derslerimizin vazgeçilmezi “organik dayanışma” ve “mekanik dayanışma” kavramlarını da akla getirebilir. Dolayısıyla iki sosyolog Emil Durkheim ve Ferdinand Tönnies hatırlanmaz mı? Mekanik dayanışmanın cemaat, organik dayanışmanın ise cemiyet odaklı yapısı bilinir. Durkheim’e göre mekanik dayanışma kavramı benzeşimi ortaya koyar. Aynı inanç ve değerlere dayanan ve hep birden hareket eden, davranan topluluk yapıları karşımıza çıkar. Oysa organik dayanışma da bireyleşme ve farklılaşma ile birlikte toplumsal çözülme öne çıkar. Tönnies’in cemaat ve cemiyet tanımları da şüphesiz benzeşebilir.
Gerçi Durkheim ve Tönnies gibi sosyologlar değişim ve ilerleme kavramlarını tanımlar ve sınıflandırırken bugünkü anlamda değişimci anlayışta görünmezler. Bu bağlamda da günümüz dünyasının birey ve toplum parametreleriyle çatışabilirler. Açıkçası yeni kuşağı izlerken bireyleşme ve toplumsal çözülmedeki hızlanma dikkat çekebilir. Ancak bu gelişme trendlerinin doğurabileceği sancılar ileri de geleneksel sosyal bilim teorilerine tam bir dönüş olmasa da yakınlaşma da getirebilir.
Bilindiği üzere düşünce tarihinde benzeşim bir kulvardır. Bu alanda “Neo” kavramı da akla gelebilir. Sözgelimi, neo liberalizm örneğinde olduğu gibi. Kimi zaman da lumpen damar hatırlanabilir. Almanya’da yakın dönemlerde gelişen neo nazizm misali diyebiliriz. Hatta neo kavramının günlük kullanımıyla bu tip grupların mensuplarına neo naziler hayrola, yine mi siz şeklinde sormak gerekebilir. Desenize 1984-85 ders yılından iki sosyolog amcamız! Konuyu nerelere getirir.
Anlıyacağınız yetişkin eğitimi ve paneller insanı türlü çağrışımlar arasında alıp götürebilmektedir. Rüzgâra ya da akıntıya kapılmış yaprak misali mi? Elbette hayır. Demem o ki; türlü analiz ve değerlendirmelerimize ışık tutabilmelidir.
2013
-LT-
YORUMLAR
Pek de hoş kaçmayacak, ama bu yazıya münhasıran, şöyle bir 'karikatür' canlandı gözümde: Yurt dışından ülkeye giriş kapısında bir levha vardır ve üzerinde bir Komodo Ejderi figürü yer almaktadır!...
Bunu yazarken, aklımda Pippa Bacca vardı!...
Özgecan vardı...
Saygılarımla.
levent taner
Unutulmaya yüz tutmuş zalimliklerden birini hatırlattın
Toprağı bol olsun Pippa Bacca vardı değil mi?
Getirdiğiniz örnekler hoş kaçmasa da hiçbir zaman boş da kaçmaz
Katılımın ve katkın için minnettarım
Yüreğine sağlık.