- 882 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Papaz İmam
Papaz İmam
İslamiyet, yeni yeni yayılmaya başlıyor, insanlığa şeref, onur ve özgürlüğü yeniden teslim ediliyordu. Afrika’nın ortalarında bir kabile de, bu Nur ile nasipleniyor, İslam kurallarını tasdik edip Müslümanlara katılıyordu. Bir süre sonra, onlara bu Nur’u taşıyan kafile, İslam faziletine susamış başka diyarlara doğru yola koyuluyordu.
Aradan zaman geçiyor, kafile başkanı mürşit imam, bir gurup arkadaşıyla, yine aynı bölgeye yakın, bir topluluğa daha, İslam’ı irşat göreviyle yolculuk yapıyordu. Yolda rastladığı bir mescitte hem ibadet etmek hem de biraz dinlenmek için mola veriyordu. Namaz sonrası avluda toplanan yerli halkın hallerini sormak, hasbi hal etmek için selam verip yanlarına oturuyordu. Yerli halk, çok geçmeden bu insanların bir zamanlar kendilerine İslam’ı öğretenler olduğunu anlayınca, onların etrafını sarıyor, türlü ikramlarda bulunuyorlardı.
Bu arada, durumdan haberdar olan yerli kabilenin imamı da geliyor, mürşit imamın yanına kadar sokuluyor ve ona, (Yakınlarımızda Hıristiyan bir kabile yaşamakta. Bu kabilenin başında ise kıvrak zekâsı ve büyük ilmi ile tüm kıtada ün yapmış bir Papaz bulunmakta. İslam’ı yeni kabul etmiş bir kabile olduğumuz için dini bilgilerimiz çok zayıf. Bu durumu fırsat bilen Papaz, gün geçmiyor ki kabilemizden birkaç Müslüman’ı, kendi dinlerine dâhil etmemiş olsun. Maazallah, bu hal böyle devam ederse bu bölgede Müslüman kalmayacak. Vesselam zor durumdayız) diyordu. Bunun üzerine Mürşit İmam, (Madem hal böyledir, o zaman bu Papazla aranızda bir toplantı tertip edin. Ben de orada olacağım İnşallah) diyordu. Bunun üzerine elçiler salınıyor, kararlar veriliyor ve Kabilenin İmamı, kendi cemaatinin başında, Papaz ise kendi cemaatinin başında olmak üzere, uygun bir mevkide bir araya geliyorlardı. Bu arada Mürşit İmam da bölgeye ulaşıyordu.
Papaz, karşısında ki kalabalığın içerisinde, daha önce görmediği bu yabancıyı fark ediyor ve hemen, (Aranızda bir yabancı görüyorum, kimdir o?) diye soruyordu. Kabilenin İmamı, ( o, misafirimizdir) diye cevap veriyordu. Papaz devam ediyordu, (Bana bilemeyeceğim bir soru soracakmışsınız. Vaktim değerlidir. Haydı sorun da bir an önce gidelim) diyor ve arkasındaki cemaati de Papazlarından emin bir rahatlıkta, alaycı kahkahalarla gülüyorlardı. Bu arada Papaz sözlerini tekrarlayarak, ( Haydi! Sorun bakalım! Vaktim değerlidir!) diye adeta haykırıyordu.
Bunun üzerine kabilenin imamı, misafiri mürşit imamla göz göze geliyor, durumu anlayan misafir imamsa, birkaç adım öne çıkarak Papaza hitaben şöyle diyordu, (Ben İslam hizmetkârı bir seyyahım. Kıvrak zekânız ve kuvvetli ilminizin şöhretini duydum. Benim dinim Âlime saygıyı emreder. Bu nedenledir ki size saygı duyduğumu belirtmek isterim) Bu tevazu ve iltifat dolu sözler Papazı daha da yüreklendiriyor olmalıydı ki misafirin sözünü bitirmesini beklemeden. (Uzatma yabancı! Sorunu bekliyorum!) diyordu. Bunun üzerine Mürşit imam, biraz ileride ki ağaçlık bölgeye dönüyor ve dikkatlice bakınmaya başlıyordu. Az bir zaman sonra elindeki asasıyla ağaçların altında duran, küre şeklindeki kurumuş bir kütüğü işaret ederek yanındakilere, (Onu bana getirin!) diyordu. Birkaç kişi gidip o kütüğü hemen getiriyorlardı. Mürşit İmam, iki eliyle kütüğü kaldırıp Papaza doğru ilerliyor, ona kütüğü tutması için uzatıyor ve soruyordu, (Bu kütüğün ağırlığı yaklaşık ne kadardır?) Papaz, ellerini aşağı yukarı biraz hareket ettirmek suretiyle kütüğün tahmini ağırlığına, (Elli okkadır) diyordu. Mürşit iman, (Öyledir Allah-ü âlem) diyor ve kütüğü Papazın elinden alıp yüksekçe bir yere koyuyordu. Ardından, kuşağından çıkardığı kutuda bulunan bir miktar yağıda, kütüğün üzerine döktükten sonra kütüğü ateşe veriyordu. Papaz dâhil orada bulunan herkes meraklı gözlerle izliyor ve olanlara bir anlam vermeye çalışıyorlardı.
Küre şeklindeki kütük önce alev alev yanıyor, sonra kırmızı kordan bir top haline dönüşüyor, sonra korlarda sönüp bir avuç kül halinde yere yığılıyordu. Mürşit imam yerdeki külü eğilip avucuna alıyor ve onu Papazın avucuna koyup soruyordu, (Şimdi bu külün ağırlı ne kadardır?) Papaz, (Bir okkadır) diyor ve mürşit de, (Öyledir Allah-ü âlem) diyordu. Bu arada Papaz sorunun bu olduğu zannıyla cevap verme telaşına düşüyor ve (Bu yaptığınız basit bir işlemdir. Ateşe maruz kalan her madde eksilir) diyor ve devam ediyordu, (Maddelerin yanması esnasında kimyasal değişimlere uğrarlar. Bu kütük de yanma sırasında aynı değişime uğradı. Birazı alev, birazı duman ve bir miktarı da değişik gazlara dönüşmek suretiyle, en son bu hale geldi) diyordu ki Mürşit imam, bir eliyle Papaza sus işareti verirken diğer elindeki asa ile de güneşi işaret ederek ona asıl soruyu soruyordu, (Madem yanan maddeler eksilir, binlerce yıldan beri yanan şu güneş neden eksilmez?)
Bu soruyla birlikte, arada bulunan herkese derin bir sessizlik çöküyordu. Öte yandan Papaz, bu derin sessizliği bir an önce bozabilmek için mantıklı bir cevap bulma telaşındaydı. Ancak ne yazık ki buna verecek cevap bulamıyordu.
Zaman uzadıkça, Papazın sıkıntısı da yüzüne yansımaya başlıyordu. Bu arada Mürşit İmam, ilim sahibi zeki bir Papazın, cemaatinin gözündeki büyük itibarının bir anda sona ermesine gönlü razı olamıyor ve Papaza hitaben, (Bu sorumun cevabını şimdi değil, yarın sabah namazından sonra mescidin önünde vermeni teklif ediyorum) diyor, karşı taraf da memnuniyetle kabul ediyordu. Mürşit, bu teklifiyle Papazı ve itibarını bir günlüğüne de olsa kurtarıyordu. Bu arada kalabalık ertesi sabah mescidin önünde buluşmak üzere dağılıyordu.
Papaz, odasında ertesi gün vereceği cevabı araya dursun, Mürşit imam ibadetini yapıp huzur içinde bir uykuya dalıyordu. Bu arada, sabah namaz vakti geliyor, bölgenin yerli imamı sabah namazı için mescide gidiyor, kapı girişindeki dolabına, cüppesini almak üzere elini uzatıyor, Ancak cüppesinin yerinde olmadığını fark ediyordu. Onu etrafta aramaya başlıyordu. Dolabında bulamayınca, mescide geçiyor ve dikkatlice etrafa bakınırken. ileride, mihrabın önünde oturmuş bir şahsın cüppesini giymiş olduğunu fark ediyor ve o şahsın, misafiri Mürşit İmam olabileceği zannıyla içinden, (Herhalde namazda imamlığı kendisi yapmak istiyor) diye düşünüp, arkasında ki saf’a oturuyordu.
Cemaat tamamlanıyor, Ezan okunuyor namaz kılınıp tamamlanıyor ve namazın imamı, namaz sonunda ki zikir ve tesbihat için yönünü mihraptan, cemaate doğru döndürdüğü anda, cemaatten uğultular yükselmeye başlıyordu. Bu şaşkınlık ve uğultuları fark eden, arka saflardaki Mürşit İmam da neler olduğunu merak edip başını o yöne doğru kaldırdığında, kendilerine namaz kıldıran imamın, âlim Papaz olduğunu görüyordu. Onunla göz göze geldiğinde, ağlamaklı bir halde olduğunu fark ediyor, ancak bu gözyaşları bir şeyleri kaybetmiş olmanın hüznü değil aksine yeni bir şeyler bulmuş olmanın sevinci olduğunu anlayıp Allah’a dua ediyordu, (Elhamdülillah Ey Rabbim, bu zeki ilim adamına hidayet verip saflarımıza dâhil ettiğin için sana ham dolsun) ve yanındaki müezzine dönüp şöyle diyordu, (Minareye çık, papaz imamın, merakla bekleşen cemaatine, olumlu müjdeyi ver) Müezzinde minareye çıkıp dışarıdakilere hitaben, (Müjdeler olsun size! Cemaat lideriniz sorunun cevabını dosdoğru bildi) diyordu.
Bu arada, Mürşit İmam yerinden kalkıyor, safları yara yara Papaz İmamın yanına gidip onu kucaklıyor ve (Allah yeni dinini mübarek etsin) diyor ve koluna girip onu, dışarıda bekleyen ve zafer naraları atan cemaatinin karşısına çıkarıyordu.
Cemaati, Papazlarını, karşılarında İmam cüppesiyle görünce bir anda adeta donuyorlar, derin bir sessizliğe bürünüyorlardı. Bu arada Papaz, eliyle güneşi göstererek şöyle diyordu, (Yandığı halde eksilmeyen şu güneşe yemin olsun ki, o güneş, Allah’ın korumasındadır! ve Allah, her şeye gücü yetendir! Eğer bana hala itibar ediyorsanız, isterim ki sizlerde Allah’ın dinine geçiniz ve kurtuluşa eriniz!)
Bu samimi davet üzerine bir süre kararsızlık yaşayan kalabalık, biraz sonra toplu halde bu davete icabet ediyorlardı.
Metin Ceylan
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.