- 401 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
VEFA
Vefa yalnız bir semt adı değildir…
Vefalı olmayı ailemden öğrendim…
Vazgeçmeyeceğim ilkelerimden biridir…
Kâhtalı Mahmut Cantekin’in Kâhta sevdasını anlamayanlar, bu sevdayı masaya bir seksen uzatıp sorguluyorlar:
— Kâhta’nın nesini seviyorsun. Kâhta’da yaşanmaz… Dedikoducular, ispiyoncular, tırşıkçılar, tefeciler Kâhta’nın havasını solumaz hale getirmişler…
Sizin ruh halinizi çok iyi biliyorum…
Siz isyanlardasınız…
Siz namussuza, “namussuz” diyemediğiniz için isyan ediyorsunuz…
Siz hırsıza “hırsız” diyemediğiniz için isyan ediyorsunuz…
Benim saf, temiz, güzel insanlarımdan, devlet dairelerinde rüşvet alanlara “rüşvetçi” diyemediğiniz için isyan ediyorsunuz…
Siyaset palavrası ile halkımızı kandıranlara ve kendi çıkarları için siyaset yapanlara “yalancılar, sahtekârlar” diyemediğiniz için isyan ediyorsunuz…
Güzel İslam dinini kendi çıkarlarına alet edenlere “münafıklar” diye yüzlerine bağıramadığınız için isyan ediyorsunuz…
Komşuluğu, dostluğu, dürüstlüğü, utanmayı bilmeyenlerin yüzüne, “Tüh, Allah belanızı versin” diyemediğiniz için isyan ediyorsunuz…
Sürüm sürüm süründürülen o güzel, saf insanlarımızın ağzından, “ARTIK YETER! EVET SAFIZ! AMA ENAYİ DEĞİLİZ!” sözlerini duyamadığınız için isyan ediyorsunuz…
Haksızlıkların ve çirkinliklerin karşısına dikildiğinizde, “enayi, Donkişot, Kâhtalıları kurtarmak sana mı kaldı” gibi sözleri, kendinize en yakın kişilerden duyacağınızı bildiğinizden isyan ediyorsunuz…
Siz isyanlardasınız sevgili dostlar…
Nazım Hikmet bir şiirinde:
“Sana koyun demeğe dilim varmıyor ama
Kabahatin çoğu sende”
Demişti…
Sessiz çoğunluğun bunca haksızlığa, “bu kaderimizdir” deyip boyun eğmesine isyan ediyorsunuz…
Üç keçiyi bile güdemeyecek insancıkların rüşvetle, ahbap- çavuş ilişkisi ile koltuk sahibi, mevki sahibi olmasına isyan ediyorsunuz…
Padişah olduğunda “Oğlum sen adam olamazsın” diyen babasını, askerleriyle ayağına getiren zihniyete isyan ediyorsunuz…
Benim, MAZİYE YOLCULUKLAR’ da övdüğüm, göklere çıkardığım o güzellikler, çocukluğumun Kâhta’sında yaşanmıştır.
Bugün sizi isyan ettiren o güzelliklerin yitip gitmesidir.
Ermişler kadar saf insanların, O güzel insanların azalmasıdır sizi isyan ettiren…
Sizi isyan ettiren nedenleri biliyorum…
Şeytana bile pabucunu ters giydirilebilen, utanmaz, arsız, ikiyüzlü insanların çoğalmasıdır…
Çıkarı için her yolu mubah gören; dostluğu, komşuluğu, hemşeriliği hiçe sayanların çoğalmasıdır…
Sevgiden, saygıdan nasibini alamayan; peynir ekmek yer gibi yalan söyleyenlerin çoğalmasıdır…
Kendinden başka kimseyi insan yerine koymayanların çoğalmasıdır…
Keklik olmayı marifet sanan, domuzlara yağ çeken, fitne, fesat, dedikoducu tiplerin o kutsal topraklarda çoğalmasıdır… İtibar görmesidir…
Benimle komşuluk, arkadaşlık etmeyenler, yüreğimi, sevdamı, kişiliğimi bilmeyenler, MAHMUT CANTEKİN adına ve yazılarına ön yargıyla yaklaşabilirler.
Çok karşılaştım. Alıştım. Dert edinmiyorum artık…
Yayınlanan şiirlerim ve yazılarım yüreğimin gerçek sesidir. Gözümün yaşıdır… Beynimin aynasıdır…
Mahmut Cantekin’i tanımayanlara kısaca anlatayım: Vefalıdır… Hiçbir iyiliği unutmaz… Hiçbir iyiliğin altında kalmaz… Sözünü esirgemez… Yalan bilmez… İhaneti görülmemiştir… Dostu için canını verir.
Yufka yüreklidir… Hiç tanımadığı insanların çaresizliklerine, acılarına gözyaşı döker.
Kendisinin de beğenmediği bir huyu vardır: Damarına basıldı mı kendini çabuk kaybeder ve aklı durur… Duygularının esiri olur… Başına çok büyük belalar almaktan çekinmez… Bu tavrını kendisi de beğenmez…
Başına bela aldığı zaman sevgili Mahsuni Şerif’in türküsünü söyler: “Ankara’da dayın mı var Mahmudo kurban”
Yıllarca duygularının beyninin önüne geçmemesi için kendini eğitmeye çalıştı.
Bir itiraf; tamamen başarılı olamadı.
Kâhta’ya ve Kâhtalılara olan sevdamın nedenini merak edenler için yazıyorum.
Bir kahvenin kırk yıl hatırı vardır, derler…
1960 yıllarında, çocukluğumun o güzel Kâhta’sında melek kadar saf, temiz, iyi komşularımın üzerimde bir ömür hakkı vardır…
Kâhta’nın hemen hemen her köyünden evimize gelen köylülerin, babamla birlikte gittiğimiz onlarca köyde lokmasını bizimle bölüşen köylülerin üzerimde bir ömür hakkı vardır…
Vefa yalnız semt adı değildir… Vefalı olmayı ailemden öğrendim… Vaz geçmeyeceğim ilkelerimden biridir…
Bu ülkenin elliye yakın ilini gezdim. İlçelerinde, köylerinde yaşadım. Gurbet ellerinde ömrüm geçiyor… Çocukluğumun Kâhta’sının tadını, o gün ki büyüklerimizin insanlığını, sıcaklığını her yerde aradım… Benim için en güzel yer, en sıcak yer doğduğum yerdir… Toprağımdır…
1960lı yıllarda, Kâhta’da ahlaki çöküntü içinde olan insan sayısı kaçtır?
Sayarsak, eminim ki bir elin parmaklarını bile geçmeyecektir…
Tanık olduğum güzellikleri anlatıyorum.
Beş-altı bin nüfusu olan Kâhta!
Etrafı bağlarla, bahçelerle çevrili Kâhta!
Hırsızlık, namussuzluk olaylarına tanık olmadığımız Kâhta…
Fakir ama namuslu Kâhta!
Onurlu Kâhta!
Utanma duygusunun yüzde yüze yaklaştığı Kâhta!
Beş–altı bin nüfusun bugünün aile yapısından daha tutkun, , daha güzel ve büyük bir aile olan Kâhta!
Komşuda pişer, bize de düşer” atasözünün geçerli olduğu Kâhta!
Acıların ve sevinçlerin bölüşüldüğü Kâhta!
Paradan çok mertliğin, dürüstlüğün, insanlığın geçerli olduğu Kâhta…
Saygıda kusur etmediğimiz Kâhta!
Büyüklerimizin sevgisini, şefkatini yudum yudum yudumladığımız Kâhta!
Ben bütün Kâhtalıları dün ki güzellikler sofrasına davet ediyorum.
Kâhtalıları analarının, babalarının yaşadıkları güzelliklerden kopmamalarını, komşuluğu, dostluğu, dürüstlüğü babaları gibi yaşamalarını istiyorum.
Benim 1960’lı yıllarında bir cennetim vardı… Meleklerim vardı… O cennette çok mutluydum…
O cennette türeyen şeytanlar, güneşimizi çalıyorlar.
Umutlarımızı, sevdalarımızı hançerliyorlar…
12 Eylül 1980 darbesini yalnız yaptığı işkencelerle anarsak, yanlış tahlil yapmış oluruz…
Bu darbe ahlaki çöküntünün başlangıç tarihidir… Yağmanın, hırsızlığın, fuhuşun, ahlaksızlığın, ispiyonculuğun, fesadın, nemelazımcılığın, bencilliğin hormon verilerek büyütüldüğü dönemdir…
1983 yılının şubat ayında, üst üste verilen dilekçelerle beni öğretmenlikten attıranlar bu darbe etiketli hormonlu gübrenin ürünleridir...
Mahkeme dokuz yıl sürdü. Kazandım. Göreve döndüm.
Ben Kâhta’dan ayrıldığımda 8 yaşında olan bir çocuğun ifadesine eklenen tek cümle ile 45 gün pirin Palas’ta işkence ettirenler bu darbe etiketli hormonlu gübrenin ürünleridir...
Açıkta olduğum dönemde, Mersin’de açtığım iş yerine konmak için beni ihbar eden en yakınım, bu darbe etiketli hormonlu gübrenin ürünüdür...
Mersinde, biri yirmi, diğeri yirmi dört gün pirin Palas’a götürülmeme sebep olanlar bu darbe etiketli hormonlu gübrenin ürünleridir...
Kâhta’da benim hakkımda sayfalar dolusu saçma-sapan ve yalan dolu raporları yazan şeytanlar bu darbe etiketli hormonlu gübrenin ürünleridir...
Kâhta’daki işyerimde ayrılmayan, çayımı, yemeğimi şapır şupur yiyen, içen ve ben dara düşünce selam bile vermeyen şeytanlar bu darbe etiketli hormonlu gübrenin ürünleridir...
Bu darbe etiketli hormonlu gübrenin ürünü şeytanlar, çoğaldılar, it sürüsü kadar oldular…
Dünü anlatan bir dörtlük:
Kâhta’m benim tam cennettin,
Hem dürüsttün hem de merttin,
Öpülesi kutsal toprak,
El öpülesi tek tek ferttin…
Bugünün Kâhta’sını anlatan bir dörtlük:
Sana geldim sana Kâhta’m,
Geldim gezdim bir el gibi…
Sana geldim sana Kâhta’m,
Geldim geçtim bir yel gibi…
Ben çocukluğumun Kâhta’sını seviyorum.
Ben Kâhtalıların onurlu, namuslu ve dürüst insanlarını seviyorum…
Kendi komşusunu, akrabasını, hemşerisini attığı iftiralarla ihbar eden kişiliksiz insancıkları sevmiyorum…
Kendi çıkarı için hemşerilerini kötüleyen tırşıkçıları sevmiyorum…
Oturdukları koltuğun esiri olan ve hemşerilerini ezen, onlara tepeden bakan amircikleri sevmiyorum…
Dedelerinin, babalarının haksızlıkla, zorbalıkla elde ettikleri gelirlerin üstüne oturup çevresine hava atıp fakirleri hor gören zihniyetteki insancıkları sevmiyorum…
Yüreğindeki ve beyinlerindeki sahtekârlıkları, yüzlerine taktıkları maskelerle gizleyen, saf ve iyi niyetli insanları kandıranları sevmiyorum…
Dili, dini, rengi ne olursa olsun, adam gibi adam olan insanları seviyorum.
Ben buyum. İlkelerimi yazdım…
İncinen incinsin. Sevinen sevinsin...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.