KADİM DOSTLAR**********
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
KADİM DOSTLAR...[ /alt_cizgiSahte Sarımsaklı baş komiseri, gerçek emekli tarih öğretmeni Sami Emekli, Sarımsaklı’ya yerleştikleri ilk günlerden itibaren, günlerini, rum komşusu Evniki sayesinde çapkınlık adına ve onun rüştünü henüz ilan etmiş hiper aktif iki kızı sayesinde de sübyancılık hakkında yeni bir şeyler öğrenip gelişerek geçirmekteydi.
Yakın dostu Kamil Oğuz Mangırcıklıoğlu’nun, "kırkından sonra azanı teneşir paklar, toparlan, kendine gel, bu gidişatın iyi gidişat değil," diyerek vermeye çalıştığı öğütler ise bir kulağından girip öteki kulağından çıkmaktaydı.
Bunca öğüt fayda etmeyince de korkulan olmuştu ve Sami Emekli nihayet belini incitmiş, yataklara düşmüştü.
Bel ağrılarının dayanılmaz olduğu bir gece, eşi Elezer hanıma, "telefon et de şu Kamil Oğuz’a, arabasıyla gelip beni bi acile götürüversin," dedi.
Kadıncağız, "gecenin bu saatinde rahatsız etmeyelim adamı. Çağıralım yüz on ikiyi gelsin," diyerek telefona sarıldı.
Sami Emeksiz karısına hemen müdahale etti. "Yüz on ikidekileri rahatsız etmeyelim şimdi, uyuyorlardır, ayıp olur adamlara. Sen çağır Kamil Oğuz’u kalkıp gelsin hıyarağası!"
Hıyarağası, dostu ağrı çekiyor diye arabasına atladığı gibi geldi. Tıpkı Banker Bilo’nun hemşerisi Maho’yu taşıdığı gibi sırtında arabaya taşıyıp arka koltuğa yatırdı. Elezer hanıma, "siz de buyurun, ön koltuğa!" diyerek direksiyona geçerken,
Elezer hanım ona, ismine yakışır bir biçimde, sadistçe, " benim çok uykum var, uğraşamam onunla. Sen onu götür bir dağın başına bırak da, orda kurtlara yem olsun!" diye cevap verdi.
Kamil Oğuz bu cevabı kötülüğüne çekmedi, espri diye güldü, güldü, güldü! Çok güldü, kahkahalarla güldü. Katıla katıla güldü... Yani, onun bu uzun uzun gülmelerini anlatabilmek için böylesine uzun uzun anlatmak gerekiyordu. Sonra arabayı çalıştırıp hızla hareket ettirdi.
Kadim dostu Sami Emeksiz, hala gülmekte olan kadim dostu Kamil Oğuz’a kızarak, inlemelerine kısa bir mola verip, "bana güleceğine, açta kıçına gül!" diye çıkıştı.
Olsun varsın, dostluklarda böyle terbiyesiz sözcükler zaman zaman sarf edilebilir.
Ayvalık Devlet Hastanesinin acil servisindeki pratisyen hekim, sedye üzerinde acil polikliniğine getirilen yaşlı hastayı süzdü, süzdü, süzdü, sonra hastayı getiren genç ve yakışıklı refakatçısına, "neyi var bu moruğun?" diye sordu.
Kamil Oğuz, kadim dostunu tanıyabildiği kadarıyla anlatmaya çalıştı. "Emekli öğretmenlikten bin altı yüz küsur lira emekli maaşı ve altı tane kredi kartı var. Kredi kartlarının limiti dolmuş bulunduğundan asgari ödeme tutarlarını ödeyerek oyalamaya çalışmakta..."
Pratisyen hekim birden sinirlenerek, "altı kredi kartının birden limitini nasıl doldurabilirmiş? Hiç mi kafası çalışmıyormuş hesaba kitaba!" diye söylenmeye başladı.
Kamil Oğuz, derin üzüntülerini dillendirmek için aradığı fırsatı yakalamıştı. Doktora, lafları yayarak, "ne siz sorun, ne ben söyliyim toktur peyyy...Bu adam var ya, bu adam, maalesef kırkından sonra azdı da bi urum karısına ve de onun iki afişte kızanına yakasını kaptırdı... her gece eğlence... içki, meze, bi de hediye derken kredi kartlarını kuruttu kart domuz," diye uzun uzun anlattı.
Pratisyen hekim pek üzüldü bu duruma, "tuh, tuh, tuh, vah, vah, vah," diye diye iç çekti. Ve, sedyenin üstünde ağrısından ağlarken bu hoş sohbetten mahrum kalan Sami Emekli’ye dönerek, "sen bu kafayla çok yaşamazsın hemşerim," diye ilave etti.
Sami Emekli bu son sözü anlayabilmişti. "Ne kadar daha yaşarım, doktor bey?" diye sordu.
Pratisyen hekim, "ama üç, ama beş," diyerek dudak büktü.
Genç ve yakışıklı Kamil Oğuz, acil polikliniğindeki boy aynasının karşısında göğüslerini şişirip koltuklarını kabartarak kendine üç boyutlu olarak uzun uzun baktı ve doktora, "ne dersiniz doktor? Bomba gibi görünüyorum di’mi?" diye sordu.
Pratisyen hekim kısaca, "yes!" dedi.
Kamil Oğuz ise lafı uzatmak istiyordu. "Daha elli sene yaşarım evvel Allah!" diyerek böbürlendi.
Pratisyen hekim onu tepeden tırnağa bir süzdükten sonra, "sen de içki içiyor musun?" diye sordu
Kamil Oğuz kendisiyle gururu duyuyordu. Doktora, "Yok, ağzıma katiyen sokmam o zıkkımı," diye yanıt verdi.
Pratisyen hekim onu adeta aşağılar gibi bakmaya başlamıştı. "Sen de kumar oynuyorsundur o halde?" diye sordu.
Kamil Oğuz bu soruyu hakaret olarak algıladı. "Tövbe deyin doktor bey, ben kahveye bilem çıkmam!" diye tepki gösterdi.
Pratisyen hekim, "bu morukla birlikte sen de hovardalığa takılıyorsundur," dedi. Adeta yalvararak,’he de nolur,’ der gibi bakarak, "dimi? dimi?" diye ısrar etti.
Kamil Oğuz, böyle bir ithama katlanamayacak kadar namuslu adamdı. "Ben namuslu bir adamım," dedi. "Yapmam öyle terbiyesizlikler!"
Pratisyen hekimin tepesi atmıştı. "Ulan pezeveng, içkin yok kumarın yok hovarda değilsin. Bir elli yıl daha yaşayıp da ne pok yiyeceksin deyyus?!..." diye bağırdı.
Kamil Oğuz’a öyle sinirlenmişti ki, otuz santim uzunluğunda bir şırınga çıkartarak içine yüz elli mili gram novaljin, elli mili gram sinekod, on mili gram konakion, yetmiş beş mili gram oseflu, adı şu anda aklıma gelmeyen üç şişe kemoterapik ilaç ve bir şişe kortizon ile bir şişe fare zehirini andıran bi sıvı doldurarak gitti, Sami Emekli’nin kıçını bile açtırmadan, şırınganın iğnesini öylece picamasının üstünden ’hart’ diye soktu.
Sami Emekli, "Nurteeennnn kooooşşşş! Makatımı deldiler," diye öyle bir bağırdı ki, aynı anda Kamil Oğuz’un telefonundan karısı Nurten arayıp kocasına,
"ne var gene, ne çağırıyon beni öyle anırarak?" diye söylendi.
Kamil Oğuz karısına çok saygı duyardı. Hemen esas duruşa geçip, "ben değiiilll... Sami bağırıyo karıcıııımmm," diye tekmil verdi.
Nurten hanım kızgınlığını sürdürerek, kocasını, "Sami’nin kendi karısı yok muymuş da Nurten koş, diye bana bağırıyormuş," diye azarladı.
Kamil Oğuz , "haklısın karıcığım," dedi. Çok kibardı ya, ondan...
Nurten hanım, merakını yenemeyerek, "hem nereye koşacak mışım ben? Sami beye bişi mi oldu da öyle acıyla bağırdı?" diyerek tam iki kere soru işareti kullandı.
Kamil Oğuz, ağzını yaya yaya, "yok ondaaannn değiiilll....Doktor makatını deldi de ondaaannn," deyince kadıncağız,
"A-aaa... sapık mı o doktor, ne?" diyerek küçük dilini yuttu.
Pratisyen hekim, "arkadaşını al, bir çıkıkçı hocaya götür, bir güzel çekip ısırgan otuyla da bi güzel sarsın, bişeyi kalmaz," deyince,
Kamil Oğuz , karısından özür dileyip mazeretini beyan ettikten sonra telefonu kapatarak,kadim dostu Sami Emekli’yi, (bir şifacı hoca bulmak için yollara koyulmak üzere,) bir kez daha, tıpkı Banker Bilo’nun Maho’yu taşıdığı gibi sırtında arabaya taşıdı.Kamil Oğuz Mangırcıkoğlu, bel ağrısı çektiği için hıçkıra hıçkıra ağlamakta olan kadim dostu Sami Emekli’yi arabanın arka koltuğunda ağrılarıyla ve hıçkırıklarıyla baş başa bıraktıktan sonra loptopunu açıp çalıştırdı. Otuz iki buçuk saniye sonra açılan ekranda gogula girdi. Gogulun boş olan arama penceresine, "Sarımsaklı’daki bel fıtığı şifacıları," yazdı. Entere bastı. Gogul, hafizasındaki ’sarımsak’ içeren otuz beş bin yüz adet bilgiyi listeledi. Listenin en başındaki bilgi, "Sarımsağın Faydaları ve Zararları" ydı. Onu geçti. Şu anda lazım olmayan daha bir çok bilgiyi geçti. Aradığı isim ve adrese, otuz beş bin doksan dokuzuncu bilgide ulaştığında, "yihhuuu!" diye bir nida kopardı.
Sami Emekli hıçkırıklarına bir an ara vererek, "noldu?" diye sordu.
Kamil Oğuz Mangırcıkoğlu, tıpkı Arşimed gibi, "evreka! Evreka!" diye bağırdı. "Senin için bir şifacı adresi buldum, yürü gidiyoruz!"
Sami Emekli, yeniden ağlamaya başladı. "Ben bu halimle nasıl yürürüm. Hiç insaf yok mu sende?"
Kamil Oğuz, "Yürüyerek değil, arabayla gidiyoruz. Buraya on kilometre uzaklıkta bir köyde adam," diyerek arabayı hareket ettirdi. Araba hareket halindeyken arabanın radyosunda, "evreşe yolları dar, bana bakma benim yarim var" isimli türkü çığırıyordu; fakat Sami Emekli’nin zırlama sesinden dolayı türküyü ağız tadıyla bir dinlemek mümkün olmuyordu. Kamil Oğuz, kadim dostunu bir kaç kez, "kes ulan zırlamayı!" diye azarladıysa da fayda etmedi.
Köye hemen ulaştılar. Hemen ulaştılar, çünkü yolculuğa dair burada yazmayı gerektiren bir şey olmadı.
Köye ulaştıklarında, her biri birer Sivas kangalı olan köy köpekleri arabanın farlarına gıcık oldular. Bunu, arabanın her yanını ısırmaya çalışmalarından anlamak mümkündü! Kamil Oğuz, hoca efendinin evine ulaştıklarında arabayı durdurarak vitesi boşa alıp el frenini çekti ve arabadan indi. Köpekler arabanın kaportasına dişlerini geçirmek isterken tüm dişleri kırıldığından, onu ısıramıyorlardı. O ise, bir kez daha, tıpkı banker Bilo’nun Maho ağayı sırtında taşıması gibi, kadim dostunu sırtına bindirip hocanın evine doğru taşımaya başladı.
Maho ağa, pardon, Sami Emekli, kadim dostu Kamil Oğuz’un sırtındayken köpeklere, kibarca, "hoştunuz!" diye bir ricada bulununca bütün köpekler korkuya kapılıp, "cıyk! cıyk! cıyk!" diye cıyaklaşarak kaçıştı.
Köpekleri kaçırdığını görerek şımaran Sami Emekli kibarlığı bırakıp gerçek yüzünü ortaya çıkarttı ve naralar atmaya başladı. "Kalkın ulen! Uyumayın! Hey köylü milleti...Kalkın ulan!..."
Kamil Oğuz, "Sami! Herkesi uyandıracaksın... Dur kıpraşma, sen kıpraştıkça sırtım ağrımağa başladı!" dediyse de, kadim dostunun çenesi durmak bilmiyordu.
"E! Hayat işte böyledir...Birileri, başkalarını hep sırtında taşır... Senin beni taşıdığın gibi..."
"Tabi taşırım, sen benim arkadaşımsın."
"Ne biçim arkadaşlık len bu böyle..."
"Niye?"
"Niye, çünkü bu dünyanın düzenidir. Açıkgözler hep sırtta gider. Bunu iyi belle...Kalkın len!"
Sakallı, uzun beyaz entarili ve takkeli bir adam onun bağırmalarından uykusu kaçınca, kapıya çıktı. O da, "Ne bağırıyorsunuz bre zındıklar?" diye bağırdı.
Kamil Oğuz, durumu kurtarabilmek için hemen özür diledi. "Özür dileriz hocam!"
"Gecenin bu vakti ne istersiniz benden?"
"Sırtımda taşıdığım, saygıdeğer meslektaşınızın beli ağrımakta."
"Mademki meslektaşız, yazaydı kendisine de bir muska..."
"O tarih hocasıdır efendim. Zatialiniz kadar marifetli bir hoca değillerdir..."
"Tarih hocası mı? Hiç sevmem... Onların hepsi birer tarih düşmanıdır."
"Ben de sevmem efendim. Talebeyken, onların yüzünden bütün sınıflarımı ikmalle geçer idim."
"E, o halde neden getirdin bana? Atıvereydin köyün köpekleri önüne..."
"Kıyamadım işte... Şiddetle sizi tavsiye ettiler, illa ona götürün, çünkü elleri sihirbaz Mandrake kadar hassastır, marifetlidir, dediler... atıver onun önüne dediler..."
"Randevu almış mıydınız?"
"Acil olduğu için randevu alamadık."
"Olmaz. Bu müessesenin bir intizamı, bir nizamı mevcut. Randevusuz olmaz."
"Bib bib bib bib.... bib bib bib bib... bibiskrem versem?"
"Ha o zaman olur bak... geçin içeri!"
Geçtiler içeri. Tahta üstünde oturtulmadılar, kıçlarını altına iki minder konuldu. Karşılarına hoca efendi oturdu.
Hoca efendi ile aralarına da bir fiskos sehpası konuldu. Hoca efendi cebinden taze bir yumurta çıkartıp sehpanın üstüne koydu. Yumurtaya sordu: "Ey yumurta, yumurta! Çabuk söyle bana!Tavuk mu yumurtadan çıkar, yumurta mı tavuktan çıkar?"
Yumurta dile geldi: "Cluk cuk cuk... cuk cuk cluk!"
Onun dilinden anlayan muhterem hoca efendi, ’öyle miii...’, diyormuş gibi, "haaa..." dedi.
Yumurta devam etti: "cluk cuk cluk...cluk cluk cuk..."
Muhterem hoca yumurtaya bu defa da ’haaa...’, diyormuş gibi, "öyle miii?" dedi. Hemen Sami Emekli’ye döndü. "Senin belin ağrıyormuş kardeşim, yumurta öyle dedi," dedi.
Kurban olduğumun yaradanı, isterse yumurtadan bile bir akil adam yaratıyordu. Zaten Kadir İnanır’ı, Orhan Gencebay’ı, Yılmaz Erdoğan’ı, İzzettin Doğan’ı, Abdurrahman Dilipak’ı, Etyen Mahçupyan’ı, Doğu Ergil’i ile, tüm akil adamlar, yumurta gibi adamlardı. (Yazar olarak bendeniz ’nazar değmesin, tu tu tu,’ diye mırıldanarak işaret parmağımı kıvırıp eklem yerindeki kemikle üç kere tahta masama vurup, ’maaşallah!’ dedim. Lütfen siz okurlarım da aynı şeyi yapınız.)
Sami Emekli, "ben daha bir şey demeden nasıl da bildi mübarek," diyerek hayret ettiğini belli etti.
Hoca efendi, "senin şifan için muhterem Şemsettin Kulaklarıgevşettin efendi hazretleri bir muska yazıverecek," dedi.
Sami Emekli, bu müjdeye pek sevindi. "Allah razı olsun!"
"Kendileri Küçük köy mezarlığında yatmaktadırlar. Muskayı yazıp hazır ettikten sonra mezar toprağında gömerek almanızı sağlayacaklar."
"Allah razı olsun Şemsettin Kulaklarıgevşettin hazretlerinden de!"
Kamil Oğuz, "o mezarı bilirim. Geçen sene başucundaki ağaca çaput bağlayaraktan rahmetliden bir araba almamız için yardımcı olmasını dilemiştim de, daha ayı geçmeden evin adresine bir zarf içinde gıcır gıcır bir deste yuro geldi. Zarfın üstünde, Gönderen:Şemsettin Kulaklarıgevşettin... Küçükköy mezarlığı pafta no yüzon...Ayvalık, Küçükköy, Balıkesir, diye yazıyordu. O parayla hemen bir araba almak nasip olmuştu," dedi.
Hoca efendi, "hadi madem, niye bekliyoruz, gidin alın mezar toprağında saklı muskayı da bu kardeşimiz şifasını bulsun," diyerek ayaklandı.
Sami Emekli ile Kamil Oğuz da ayaklandı. Kamil Oğuz, "borcumuz ne kadar hocam?" diye sordu.
"Bin lira!"
Eyvah! Yanlarında bin liraları yoktu. "Yanımızda bin liramız yok, hocam," dediler. "Sonra versek olur mu?"
Hoca pek anlayışlı çıktı. "Tabii ki, olur!" dedi. Bunu dedikten sonra da odadaki çelik kasayı açtı, içinden allı pullu bir boş bono çıkarttı. Bononun üstünde bazı yerleri işaret ederek, "şuraya adınızı soyadınızı ve adreslerinizi yazınız! Bir pulun üstünü, bir de açığını imzalayınız!"
Hocanın dediği gibi yazıp imzaladılar. Hoca efendi, "şu satıra da hem rakam ile, hem de yazı ile iki bin Türk lirası diye yazınız," deyince itiraz edecek oldular.
"Ama, ama, bin lira demiştiniz ama..."
Hocanın cevabı hazırdı zaten, "o peşin paraydı. Veresiye olunca böyle oldu!"
Çaresiz denildiği gibi yazıp bonoyu sahibine teslim ettiler. Hoca efendi,"senedi, maaş aldığınız bankaya tahsile veririm.Maaşlarınızı alırken bi zahmet ödemeyi yapıverirsiniz, emi,"diye tembih ederek onları yolcu etti.
Kamil Oğuz Mangırcıkoğlu, gene Banker Bilo’nun Maho ağayı sırtında taşıması gibi arkadaşını sırdında taşıyarak arabanın arka koltuğuna yatırdı. Mezarlığa ulaştıklarında da, gene aynı şekilde Banker Bilo’nun Maho ağayı sırtında taşıması gibi, Şemsettin Kulaklarıgevşettin hazretlerinin mezarı başına kadar taşıdı. Mezar toprağını eşeleyerek hazretin yazıverdiği muskayı buldular. Deri bir muhafazası ve deriden askılığı olan üçgen biçimindeki muskayı boynuna geçiren Sami Emekli, "dur, hazır gelmişken, ben de bi çaput bağlayıp istekte bulunayım," dedi. Sırtındaki gömleğinin ucundan yırtarak oluşturduğu çaputu mezarın başındaki ağacın dalına bağlayarak, üç kulhüvalla ile bir elham okuyarak, "ey Şemsettin Kulaklarıgevşettin efendi hazretleri, senden Bayan Evniki’nin iki hiper aktif kızının da bana sırıl sıklam aşık olmalarını sağlamanı istiyorum. Ne olur yardım et!" diye istekte bulundu.
Kamil Oğuz onun bu isteğine güldü, geçti ve bir kez daha Banker Bilo’nun Maho ağayı sırtında taşıması gibi arkadaşını arabaya kadar taşıdı. Eve döndüler. Sami Emekli’nin evi önünde arabayı durduran Kamil Oğuz, Sami Emekli’yi bir kez daha Banker Bilo’nun Maho ağayı taşıdığı gibi sırtında evine kadar taşımak isterken belinin tam ortasından "hırt!" diye bir ses yükseldi ve akabinde aşırı ıstırap veren bir sancı ile kıvranmaya başladı. Arkadaşından onu taşıyamayacağı için özür diledi. "Özür dilerim arkadaşım! Seni evine kadar taşıyamayacağım."
Sami Emekli, "önemli değil. Ben kendim de gidebilirim," diyerek arkadaşına her şey için çok teşekkür etti. "Her şey için çok teşekkür ederim arkadaşım!"
"Rica ederim. Arkadaşlık böyle anlar için gerekli!"
"Haklısın. Haydi iyi sabahlar!"
"İyi sabahlar!"
Sami Emekli, hoplaya zıplaya, seke seke evinin yolunu tuttu.
Kamil Oğuz acılar içinde kıvranarak arabanın direksiyonuna oturdu. Arabayı hareket ettirirken belinin ağrısından hüngür hüngür ağlıyordu. Evinin önüne ulaştığında arabanın camını indirip bağırdı: "Nurteeennnn koooşşş!"
Karısı Nurten koşarak geldi. "Ne oldu?" diye sordu.
Şoför mahallinden inip yan koltuğa geçen Kamil Oğuz, "bir adet bel fıtığım oldu...Beni Ayvalık Declet Hastanesine yetiştir," diye inledi.
Nurten hanım direksiyona geçip arabayı Devlet Hastanesine doğru hareket ettirdi.
YORUMLAR
Sayın Hocam,
Sami Hocanın özeliyle dalga geçersin ha!
Hemi de kendi yaşanmışlığını ona atfederek.
Ben iki büyük ustanın kalemlerinin kılıç gibi kalkmasından haz duyacağımı
sanıyorum.
Çok güzeldi, olgun ve hoşgörü doluydu.
Eline sağlık .
Saygılar.
Kemnur
MERHABA KARDEŞİM.EEEEE ÇAPKINLIK EDENİN SONU BUDUR. HERHALDE SAMİ BEYLE DÜELLONUZ VAR. KOLAY GELSİN.ÇOK GÜZEL ANLATIMLI BİR YAZIYDI.KUTLARIM YAZIYI.SELAMLAR.
Kemnur
MANTI DA OLUR
Pastırmalı yumurta
Yapmadın ki bana.
Nasıl alacaktım,
Pahalıyken fiatı.
Mantı yapıver,
Pastırma niyetine.
Kabulüm..
Senin ellerinden çıktıktan sonra...
Sarımsaklı yı okuyunca mantı sarımsaksız olmaz eski bir şiirim geldi aklıma.
Eh havalar da ısınmadı ama pehlivanlar çıkmış ortaya,
okuyunca onları havalar ısınır sonra..
Tebrik ederim saygılarımla.
Kemnur
Bence Sami Hoca pes etmesin.
(etmez zaten bildiğim, tanıdığım kadarı ile.)
Pes etmesin ki;
bu güzellikleri okumaya devam edelim,
ülkenin içinde bulunduğu bu karmaşa arasında yitirdiğimiz tebessümlerimizin en azından bir bukleciğini yeniden derlemeyi başarabilelim.
Çok güzeldi.
Kemnur
Değerli yazarlar Kemal bey ve Sami beyin karşılıklı savaşını keyif ile okuyorum kalemlerinize sağlık çok güzel. Hayat kavgası içinde insanı dinlendiriyor. Devamını bekliyorum. Saygı ile kalın
Kemnur
Sevgili Kemal
Adaşımın hikayesi başlı başına çok çok güzel olmuş. İlle velakin ben en çok doktorun içkin yok, kumarın yok, hovardalık bilmezsin o halde ne poh yemeye elli sene daha yaşamak istersin sözlerine katıla katıla güldüm.
Mektuba anında cevap vermene rağmen güzel olmuş. Bir de bir kaç gün bekleyip daha da ballandırsan zavallı Sami Hoca ( Ya da sahte komser ) tam hapı yutacaktı sanırım.
Şimdi merak ettiğim husus şu: Kirli çamaşırları dökmeye devam edecek mi bu Sami hoca yoksa ''Bu kadar yeter '' diyecek mi? Sanırım buna kadim dostu Kamil Oğuz karar vermeli. Sami Hoca'da malzeme bol bildiğin üzre )))))))))
Selam ve sevgilerimle.