- 650 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
Sana susma zamanlarını yaşıyorum…
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Ürküten bir boşluk hissi bu, dağınık zaman içi…
Ve dibi görünmeyen bir derinlik hissi bu… Akarsuyun üzerindeki tahta köprü üzerinde yürümek…
Sadece salınımlarla korkunun üstünlüğü bu, tam derinden, en derinden ve en yüksekten bakıştaki dip korkusu…
Sadece boşluk ve sessizlik, sadece geçmişin tüm anılarının korkuya yapışarak, bedende bıraktığı korku titremeleri ve yalnızlık ve kaybediş, kayboluş korkuları geriye dönük pişmanlıkların köprü üzerinde bedene yapışması ile yorgunluğun tüm sarsmaları ile uyku ile uyumamak arasındaki şaşkınlık pişmanlığı ile yalnızlaşma hislerinin hepsinin bir arada yoğunlukla bedene yapışması…
Bir rüya idi bu, nefes aldık, yaşadık, yarınları düşündük, gelecek için beklediğimiz birçok şeyi elde ettik, ağlamayı, gülmeyi, şarkı söylemeyi öğrendik, türkü söylendiği yerlerde, durduk, dinledik, hüzünlendik, ağladık veya güldük. Bir an geldi birini, özel biri yaptık ve çok sevdiğimizi fark ettik.
Bir zaman sonra sevginin tam da ortasında bulduk kendimizi…
Artık yaşam onla dolmuştu, onla yaşama bakmayı.
Onun gibi gülmeyi, onun gibi ağlamayı, belki de onun gibi nefes almayı kendimize kanıtladık. Sonra da ona kanıtlamaya çalıştık…
Belki de kanıtladığımızı da sandık…
Sevildiğimizi sandık ve sevildiğimizden çok sevdik.
Uğruna yaşanacak hayatlar sanıyorduk sevgi içinde kalınca…
Sonra acılanmaları öğrendik. Acı çekmeyi, çektirmeyi yaşadık. Ve her şeye rağmen haz aldık veya çok pişman olduk, ama çok sevmeyi yaşadığımızı sandığımız o anda, o rüyadan uyandık…
Hissettik ki, gözlerimizde yaşlar vardı. İçimizde titremeler, yok saydığımız yalan ve riyaların içinde bulduk kendimizi.
Şaşırdık, sudan çıkan balığın titremeleri ile çırpındığımızı gördük.
Ve bu hal ile sevmek bu olsa gerek diye haykırmayı da öğrendik ki ardı arkası yoktu, dönüşü yoktu…
Bir bataklıktı yalpaladığımız ki adına sevda dedik…
Dünlerden sonraki yarınların yaşamı vardı önümüzde…
Dalından düşen yaprağın salınımları gibi devrilmeye başlamalarımızla…
Her gün her an yarının özlemlerini yaşarken, içimizde sadece kaybettiklerimizdi savaş halinde kaldıklarımız…
Kendi kendimize cebelleşmeydi bunların hepsi…
Tek hatam vardı bu sevgide, kendi kendime bile söylemeye çalıştığım…
Ben seni dünlerden çok yarınlarda sevmeyi öğrenmiştim.
Ve bu öz benlikle sevgini yarınlara taşırken, asıl sevmenin altında nasıl ezilir insan bunu öğrenmişim…
İşte yıllarım bu gölgeliklerimle nefes almalarıma yetmedi. Ve hep daha dahası oldu, biraz daha sevmeye çalışmıştım seni…
İşte ihaneti yaşayan bu ezik sevgimle bendim yaşama tutunmaya çalışan…
Bu yüzden de hâlâ suçlu damgası ile damgalayamıyorum yüreğimin çürümekten sağlam kalan yerlerini…
Yoruldum ve de hâlâ yoruluyorum. Bu sevginin büyüklüğünü tarif ettiğim zamanlar boyu…
Gerçekten sevmiştim demek, bende pek de inandırıcı güçlü bir cümle olamadı, "seni severken gerçekten yaşadım bu nefeslerle” diyerek, takvim yapraklarını koparıyordum…
Hâlâ bilmiyorum bu sevginin özü kaç yıla dağılıyor…
Şimdilerde yalnızlığın sesini, şimdilerde sahipsizlik sesi ile birleştiriyorum, öyle bir bağ var ki aralarında, senle benim yan yana yokluğumuz gibi bir şey...
Ve sen sadece balkonda kurumakta olan bir çamaşır gibi donuklukla sallanıp duruyorsun benle beraber düşüncelerimde…
Önce seveceksin ki nankör olmayasın yaşadığına sonra hayatın cevabı bu…
Geçen günün geç saatleri ve yeni günün en erkeni, oysa ben düşüncelerde kaybolmuşluğu yaşarken, sadece bir benlik savaşı veriyorum kayıplık düşünceleri arasından kendimi arayarak…
Aslında zorladığım bir hayatın an zamanları idi, yaşam pişmanlıklarını hiçe sayarak sadece belki de yaşama ait umutların peşinde idim…
Dünlerin kaybolduğu zamanlardan yarınlara taşınan bedensel zorluklarla, ruhsal düşüncelerin birada taşınmasıydı belki de bu bedensel çöküş ki sadece arkasından gelen bir umuttu tutunabildiği, tüm kaybedenlerin elinde kalan umut olgusu da bende kalandı…
Gecenin beklenen sonu ve güneşin kızıllaşmış ışıkları dağ yamacına düşmek üzere. Ve ben senli düşüncelerin arta kalanları ile derin düşüncelerden son cümlelere atıyorum kendimi…
Uzun uzun düşündüm de içimden, her an önemsenecek bir insansınız, demek geldi içimden. Sahipsiz bir cümle olsa da ama kişiye güvendiysem bu cümlenin pişmanlığını asla yaşamam... Hak edene, söylenmiş bir cümle oluyor böylece ve demek istedim ki gözlerine, sadece gözlerine bakarak hayatının tüm nefes alışlarını yazarım senin...
Onca cümlenin içine sığdıramadım seni, onca kıpırtılı yürek vuruşları hep sen düşleri ile sakinleşti.
Zaman zaman düşüncenin limitine tırmandın. Bazen de bir lâbirentin kıvrımlarında kayboldun…
Siyah bir görüntün peydahlandı, oysa biz mavilere hasretken, sarıldık siyahın derininde ellerimize tutunmak için..
Ne benim umudum ne de senin bakışlarında mavi pırıltılar vardı.
Galiba biz arsız isteklerle kopuşuyorduk birbirimizden…
Hiç beklentim kalmamıştı senli bakışlara. Aslında bakarak birbirimize tükettik umutları.
Yarınlara nefes isteklerimizi atmadan yaşamın girdaplarıydı belki de vazgeçmeye çalıştığım senli el tutuşmalardan…
Artık son mecalsiz duruş bunlar. Seni kendimde yok etmeye çalışırken, aslında kendim, kendimde yok oluyordum…
Artık susuyorum sana...
Yıllardır avaz avaz sen sevgimi anlatırken sana hem de kendime, aslında kutsal sevginin kurallarını koyuyordum kendimle sana…
Belki de bir hazmedemeyişti bu ayrılıkla gelen seslerin etkisinde kalışımı… Söylediğim tek asıl bir cümle vardı hep, “ben sende severek kalacağım” derken bile vazgeçilemez bir istekti aslında bu…
Umudun ötesinde bir kararlılık ve yaşam isteğiydi sana ait düşüncelerim.
Sana aitti sevginin asil kuralları ile el tutuşmalardaki isteklerim.
Yıllarımı bu amaca sabitlerken, kaypak bir zeminde dolanmak değildi amacım…
Oysa yanıldım her ne kadar sevginin kemikleşmiş kuralları ile bağımlı kalmışsam da yanıldım veya yanıltıldım.
Ve yaşamı sevginin oynak zemininde adımlamaya çalışırken düştüm. Benle beraber hayatım düştü. Ve sen, her geçen günle düşüp kaldın omuzlarımdan…
Oysa sevmeler kaypak zeminlerde volta atamazdı. Ve varlığını sürdüremezdi…
Öyle de oldu her geçen gün be gün düştük yaşamın sevme kulvarından yalnızlığa doğru…
Belki de artık sana susma zamanlarını yaşıyorum…
Çünkü sevgi kaypak kulvarlarda volta atamazdı…
Mustafa yılmaz
13.6.2015 tarihinde günün yazısı olarak seçilen yazımdan dolayı, tüm Edebiyat Defteri yazarlarına ve seçici kurula teşekkür ederim...