- 339 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
-ALTERNATİF BİR SPOR DALI OLARAK BASKETBOL-(3)
-SOSYO KÜLTÜREL BİR ANALİZE DOĞRU-
Onu ilk kez 1984 Los Angelos olimpiyatlarında Amerikan milli takımıyla birlikte oynadığı maçlar kanalıyla izledim. Takımının şampiyonluk yaşamasında başrolü oynayacaktır da, aynı zamanda üniversite basketboluna veda zamanı gelip çatmıştır. Gemi artık limandan ayrılmış martılarla yarışmakta olup, güvertedeki yolcu ise sahildekilere el sallarken gidilmekte olan yepyeni bir sahilin hayalini duyumsamaktadır. Amatörlüğe veda eden genç yıldız armatörler dünyasına merhaba demenin sımsıcak heyecanıyla dopdoludur.
Kim mi? Michael Jordan ya da çokça telaffuz edildiği şekilde Air Jordan’dan söz ediyorum kuşkusuz.
Yıllar içerisinde NBA’da basamak basamak efsaneleşmesini izlediğim dönemlerdir. Oyuncu profilinin zenginliği insanı derhal sarıp sarmalamaktadır. Hem takım oyuncusu hem de bireysel yıldız bağlamında üst seviye de bizleri karşılamaktadır. Bunu şu şekilde örneklendirmek mümkündür. NBA’da birçok yıl Jordan’ın sezonun hem en iyi savunma hem de hücum beşine seçildiğini söyleyebiliriz. Yine istatistiklerde hem o yılın sayı kralı hem de en çok top çalan oyuncusu olduğu çok sezon vardır.
Öyleki, Yugoslav basketbolunun eski ünlülerinden Hırvat kökenli Tony Kukoc NBA’da Chiago Bulls kariyerinin ilk zamanlarında kendini kabul ettirmekte ne kadar zorlandığından söz eder. Bunun iki nedeni vardır. Birincisi NBA oyuncuları Avrupa basketbolunu ilkokul düzeyinde görüp tanımlamaktadır. Fakat diğer yandan Kukoc’un kendi kişiliği dairesinde bazı alışkanlıkları vardır. Bireysel yeteneklerine karşın savunmayı sevmemektedir. Maçın anlık dilimlerinde skora inanılmaz katkılar yapabilmekte ancak iyi bir takım oyuncusu ve savunma adamı olamamaktadır. Düşünsenize Kukoc ben yıldızım kardeşim, ne savunması diyebilir mi? Dese bile bunu Michael Jordan’ın hâkim olduğu bir takım ortamında anlatabilir mi? Uzun süre Chiago Bulls Kukoc’u iyi bir altıncı adam olarak görecektir. Ta ki savunma yapmayı öğrenene kadar.
İşte Michael Jordan’ın beyaz kamuoyunda tamam abi büyüksün noktasına gelmesinde; hem iyi bir savunmacı, takım oyuncusu olabilmesi hem de basketbolun sihirbazı, büyücüsü, Mandrakesi olması ‘ne derseniz diyin artık’ akla gelebilir. Yanısıra döneminde, Amerikan başkanlarından Bill Clinton’un golf arkadaşlarından olmasını mümkün kılan sosyal kişiliğini ve zekâsını da öne çıkartması önemli bir husus olmalıdır.
Tabi NBA dediğimizde söz edebileceğimiz birçok oyuncu vardır da bunların en renklileri arasında Magic Johnson’u unutmamak gerekir. NBA’da üç kez en değerli oyuncu seçilen bu sempatik guard uzun yıllar Los Angelos Lakers formasını giyer ve takımının en iyi dönemini geçirmesinde başrolü oynar. 1980’li yıllar boyunca NBA’da asist kralı olarak karşımıza çıkacaktır. Ancak 1980’lerin sonlarında tahtını John Stackton’a kaptırır. Hatta Stackton sezonda 1000 asisti geçen bir oyuncu da olur.
Ancak bu nokta da bir hususun altını çizmek gerektiğini düşünürüm. Asist bildiğimiz üzere sayıya dönüşen pas olmaktadır. Yani ne kadar kaliteli olursa olsun sayıya dönüşmeyen pas asist olarak karşılığını bulmamaktadır. Tam da bu nokta da Magic Johnson ve John Stackton’un birlikte oynadığı forvetlere göz atmak gerekmez mi? 1980’lerde Lakers’de yer alan skorer oyunculara baktığımızda emektar Jabbar ve James Worthy karşımıza çıkar. Oysa Utah Jazz’da yıllar yılı NBA’nın önemli skorerlerinden ve birçok sezon Michael Jordan’ın ardından sayı krallığı mücadelesinde ikinci olan postacı lakaplı Karl Malone yer almaktadır. Demem o ki, Malone daha yüksek skor yüzdesiyle Stackton’u daha iyi rakamlarla asist krallığına taşımaktadır.
Magic Johnson’un bir yönü de Aids hastalığı sebebiyle basketbolu erken bırakmasıdır. 1992 Barcelona Olimpiyatlarında Aids olduğu bilinmekle beraber Amerikan takımına alınması ve maçlarda arkadaşlarıyla kaynaşmasını mümkün kılan motivasyonu dikkate değer görüntüler verir. Açıkçası olimpiyat basketbolunda rüya takım mitinin oluşmasında Magic Johnson’un önemli rolü olur.
Yakın dönemlerin bir diğer ünlü yıldızı da Reggie Miller olmaktadır. 1980’li yıllarda NCAA’da oynarken cılız fiziğiyle iyi bir NBA kariyeri vaad etmemektedir. O sıralar bir dergide okuduğum bir yazıyı hatırlarım. Reggie Miller ablasının gölgesinde bir sporcudur. Ablası kim mi? Cheryl Miller. 1980’lerin ortalarında Amerikan bayan basketbolunun bir numaralı yıldızıdır. Açıkçası üniversite de okumakta olan Reggie Miller o yıllarda ablasını yenemeyen basketbolcu, ya da ablası bundan daha iyi oynardı şeklinde makaraya da alınmaktadır.
Fakat 1987’de NBA’ya geçen genç oyuncu zamanla beklenmedik bir yükseliş yapar. Fizik handikapını aşan yetenekleriyle NBA tarihinin önde gelen skorerleri arasına girer. Şampiyonluk görmeyen önemli yıldızlar arasındadır. Kariyerinde bir kez NBA finali görür. Buna karşın bireysel yetenekleriyle takımıyla şampiyonluk yaşamak yönünde büyük bir çaba gösterir. Konferans finallerinde Chiago Bulls ve Michael Jordan engeline takılır. Bu noktada Amerikan basketbol kamuoyunda Michael Jordan hakkında yapılan bir tanımlama ilginçtir. Majestelerinin tabancasında her zaman bir fazla kurşunu bulunmaktadır, Reggie Miller’a karşı bile. Sanırsınız Lee Van Cleef ile Clint Eastwood karşı karşıya gelmektedir. Evet, Western ögelerle yüklü bu tanımlama sanırım Reggie Miller’ın değeri ve aynı zamanda da bu değerin sınırları hakkında bizlere fikir vermektedir.
Şüphesiz NBA derken Kobe Bryant ve Shaquille O’neal’dan söz etmemek olmaz. Los Angelos Lakers’in bir dönem ki muhteşem ikilisidir. Kobe Bryant skorer yönüyle öne çıkar ve zaman zaman Michael Jordan ile de mukayese edilir. Kişisel rekorlar alanında bir maçta 81 sayılık performansı Wilt Chamberlain’in 100 sayısından sonra gelir. Açıkça Kobe, bir Japon depremi misali meydana getirdiği artçı şoklarla Lakers’a 2000’li yıllarda da NBA şampiyonlukları kazandırır. Elbette bu şampiyonlukların elde edilmesinde dev pivot Shaquille O’neal’in önemli yerini unutmamak gerekir. Ünlü pivot cüssesiyle ters orantılı olarak hızlı ve seri bir oyuncudur. Hani derim ki; Shaquille olmadan da bu başarıların Kobe sayesinde elde edileceğini düşünmek ham hayal olurdu. Açıkçası Shaq hepinizin bildiği üzere Kazaam adlı bir cini de simgeler. Tabi latife ediyorum da; Holywood 1980’li yıllarda Bruce Lee ile Kareem Abdul Jabbar’ı eşleştirmesi misali 1990’larda da aradığı figürü Shaquille O’neal ile bulacaktır.
Peki, Amerikan toplumunda basketbol nasıl algılanır? Amerika’da insanların basketbola bir tiyatro eseri misali yaklaştıkları yönündeki değerlendirme mübalağa mıdır yoksa? Bilakis basketbolun bu ülkedeki saygınlığını belirlemede önemli ölçü de fikir de verebilir. Bu algıyı besleyen, şüphesiz basketbolun verdiği estetik duyumdur. Hani bir bakıma bir sanat eseri ölçüsünde toplumu etkileyebilmektedir.
Yine bu sporun adeta mitolojik bir haleyle kuşatıldığı hususu akla gelebilir. 1970’lerin başlıca yıldızlarından “Dr. J” lakaplı Julius Earwing hakkında döneminde söylenen bir söz hayli ilgi çekici olmalıdır. “Yukarıda Tanrı, aşağıda doktor” Bu noktayı düşündüğümüzde sporseverliğin bir nevi dinsel bir duygunun yaşanması misali huşu uyandırdığı, Amerikan toplumunda da basketbolun, bu hususun dışa vurduğu önemli bir alan olduğu söylenebilir.
Hani derim ki; basketbol, gerek estetik yönü gerekse seyirci ve oyuncu düzeyinde sahip olduğu kültür seviyesinin yüksekliği olgusuyla tüm dünyada futbol fanatizminin kırılması hususunda ikame etkisi oluşturmaya müsait bir spor olarak da karşımızda durmaktadır.
-SON-
L.T.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.