- 1330 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
401 – AHİRET
Onur BİLGE
Hayat, var oluşla yok oluş arasında biteviye devam ediyor, biri birine ekleniyor. Biri, diğeri için doğuyor, biri diğeriyle can buluyor.
Ne varsa yalan. Her şey bitimli... İnsan ölümlü... Kalıcı yalnız Allah!..
Önemli olan ahiret hayatı... Orası, ölümün öldürüldüğü, varlığın sonsuza eşitlendiği yer… Yer küredeki yaşantılarımız, asıl hayatlarımıza nazaran evcilik oyunları… Hayatın başında bitimsiz gibi gelen sınırlı ömürlerimiz, ahiret hayatına oranla yok gibi...
Her şey fani, sadece Allah Baki... Ezeli ve Ebedi... Kadim... Hiçbir şeyin var olmadığı yerde yalnız O olduğu gibi her şeyin yok olduğu yerde de sadece O olacak. Zamanın olmadığı yerde yalnız O’nun var olduğu gibi zamanın durduğu yerde de yalnız O olacak. O’nunla var olan varlıklarımız, O’nunla son bulacak. Tekrar O’nun dilemesi ve emriyle var edilecek. O, zamansız ve mekânsız... Her iki kavram da sonsuzluk ifade ediyor. İşte biz, o Varlığı Sonsuz Olan’la sonsuzluktan geldik, O’nunla yolculuk etmekte, sonsuzluğa doğru gitmekteyiz.
İçimizde ölümsüzlük duygusu var. Öyle bir programlanmışız ki yakınlarımız, arkadaşlarımız, komşularımız ölmekte, her gün birçok ölenin haberi gelmekte ama sanki ab-ı hayat içmişiz. Hiç ölmeyecek gibiyiz. Çünkü biz, Var ile varız. Var, var olduğu sürece var olmaya devam edeceğiz.
Allah, insandan ayrı da gayrı da değil. Bu durum, rabıtada daha da net hissedilmekte… O sırada ölüm ötesi oldukça güçlü bir şekilde hissedilmekte ve asla rahatsız etmemekte… Aksine yoğun bir mutluluk, derin bir huzur vermekte… Çünkü o zaman, yani bedeni geçmeyi başardığımız yerde, tüm ihtişamıyla Allah hissedilmekte… O anda biz yokuz! Kâinat yok! Hiçbir şey yok! Yalnız Allah var! O kadar var ki O’nunla birlikte hiçbir şey yok! Yok dahi yok!
Her şey için hep son var, insan için. Ölüm sonrasındaysa sonsuzluk…
İçimizde ucu bucağı belirsiz müthiş bir sonsuzluk var. Dış dünyaya kapanan kapıdan içimize adım attık mı dünya içinde dünyalar buluyoruz ve o sonsuzlukta kayboluyoruz.
Her şey içte… Dışta hiç bir şey yok. Vekâletini, emanetini insana vermiş. Sevmiş onu, insan yaratmış. Aşkı, o ışık ve o sonsuzlukta… O âlem ne muhteşem bir âlem! Ne kadar güvenli, ne kadar cazip! O ne mükemmel bir bütünleniş!
Hayat, dünyayla sınırlı değil. Ceza veya mükâfat için, hesaplaşmak ve hesap vermek için sonsuza uzanan bir uzantısı var.
Allah, adalet sahibidir. Adaletinin tamamlanması beklenir. Dünyada çeşitli nedenlerle tamamlanamayan davalar, orada görülmeye devam eder. Dünyevi ceza veya mükâfatların bir de ukbaya yansıyan yüzleri vardır. Hakları yenenler, burada haklarını alamayanlar orada mutlaka alacaklar. Orada, yukarıda olanlar aşağıya inecek, altta kalanlar üste çıkacak. Haklı, hakkını haksızdan sonuna kadar alacak! Her günahın karşılığı bire bir, her sevabın karşılığı en az bire on olarak hesaplanacak, her iyilik ve her kötülüğün, hardal tanesine kadar karşılığı verilecek, kimseye haksızlık edilmeyecek!
Ahiret hayatı olmasaydı, bütün bunların bilgileri bize ulaştırılmasaydı, bu hayata dayanamazdık! Hiçbir ümit ve tesellimiz olmazdı. Şimdi biliyoruz ki kimsenin yaptığı ettiği yanına kâr kalmayacak, yaptığımız iyilikler de boşa gitmeyecek! Her şey görülmekte, işitilmekte, bilinmekte ve anında kayda geçmekte…
Yerçekimine bağlı her şeyin yerden yere seyahati… Yokluktan varlığa, varlıktan yokluğa dönüşüm… Birlikten çokluğa, çokluktan tekliğe… Bizim yolculuğumuz da öyle…
Yere ve gökyüzüne baktığımızda eksik ve kusurlu bir şey göremiyoruz. “Şu da neden şöyle olmuş da böyle olmamış?” diyemiyoruz. Yer ve gök, kusursuz yaratılmış, en mükemmel şekilde işletilmekte…
İnsan, evrendeki en mükemmel yaratık… Bir daha var edilmemecesine yok edilecek olsaydı, bu kadar donanımlı yaratılmazdı. Sorgulanacak olmasaydı, akıl ve irade bahşedilmezdi. Oysa insanlar ve cinler, hayvanlar ve bitkiler gibi değil, evrendeki akıllı ve sorumlu varlıklar…
Peygamber Efendimiz, Veda Hutbesinde: “Beni bir daha bu surette göremeyeceksiniz!” demişti. O surette değil, başka bir surette ama nasıl? Acaba en güzel çağındaki gibi mi? Yoksa madde bedenle değil, başka bir şekilde mi? Bu boyutta değil de başka bir boyutta mı? Hep manâ âlemindeki ruh boyutunda mı? Ya kıyamet sonrasında? O zaman nasıl bir surette olacağız?
Hücre hücre çoğalmakta ve azalmaktayız. Gelişmekte ve yaşlanmaktayız. Var olma olayını çeşitli safhalardan geçerek yaşamaktayız. Yok olmaya doğru giderken, yok olamama, olamama zamanına doğru ilerlemekteyiz. Ölümlü hücrelere sahip olduğumuzu bilmekte, ölümsüz hücrelere sahip olmanın nasıl olacağını anlamaya çalışmakta ve aciz kalmaktayız. Bize bir yere kadar bilgi verilmiş, dahası hakkında çok az bilgi… İlmen kalila…
Vücuda dışarıdan yiyecek girmekteyse, içeride bir işe yaramakta ve kalıntısı çıkmak zorunda… Cennette bir yaşam için düşünüldüğünde kalıntıların necis olmaması gerek. O zaman atıkların, necasetten uzak, ortama uyumlu, hoş ve temiz maddelere dönüşerek başka bir sistem ve yolla çıkması lazım. Orada üreme de olmayacağına göre üremeye elverişli beden yerine ortama uygun değişik sistemler ve duyu organlarına sahip bambaşka bir yaratılışta, yenilenen bir beden gerekmekte. Yeryüzü hayatı için tasarlanan ve algılaması kısıtlanan bu yaratılışla, melek ve cin gibi latif varlıkları göremezken, güneşe bile birkaç saniyeden fazla bakamazken, O/Nur’u görmemiz, doya doya seyretmemiz mümkün mü!
Cennet ve cehennem hayatı ve oralardaki yaşama şartları hayal edildiğinde, her iki ortama uyumlu bedenlere sahip olma lüzumu akla gelmekte… Yani cennetliklere de cehennemliklere de ortama ve ortamın gereklerine uygun bedenler verilecek, mutlaka.
Cennette, sunulacak nimetleri almaya; cehennemde ise aralıksız maruz kalınacak azabı sürekli hissetmeye elverişli farklı bedenlere sahip olmak gerek…
Bambaşka yaratılışlar… Bizim için akıl almaz, yaratma işi Zatına ait olan Allah için son derece sıradan… Hiç de garip ve güç değil… O’na hiçbir şey güç gelmez. Defalarca ve çeşit çeşit yaratmaya muktedir...
Şekilden şekle geçirmek de örneklenmeyen bir şey değil. Bebeklik, çocukluk, yetişkinlik, yaşlılık… “Neydim? Ne oldum? Ne olacağım?” dedirten şaşırtıcı olay düşünüldüğünde, cehennemden cennete geçişte de bambaşka ve yepyeni bedenler verilmesi oldukça normal gelmekte…
Bir şeyler görünmekte, ufkun ötesinde… Ölüm, kıyamet, âhiret… Cennet, cehennem ve Arasat…
Sonsuzluk sonsuzluk…
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 401