- 490 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
-ALTERNATİF BİR SPOR DALI OLARAK BASKETBOL-(1)
-SOSYO KÜLTÜREL BİR ANALİZE DOĞRU-
Günlük konuşmada bazı kavramların telaffuzu bizleri belirli bir anlama odaklandırabilir. Sözgelimi, Amerika dediğimizde bir ülke adı Amerika Birleşik Devletleri akla gelir. Bu da şüphesiz, dünyanın önde gelen bir ülkesi olmasından kaynaklanır. Oysa bir kıtanın genel adıdır. Kıta olarak Amerika denildiğini fark etmemiz için Amerika kıtası ya da kuzey ve güney Amerika’nın vurgulanması gerekmez mi? Oysa Asya veya Avrupa denildiğinde bir ülke adı aklımıza gelmeyecektir.
Bunun gibi spor denildiğinde toplumumuzda akla gelen ekseri futbol olmaktadır. Televizyonda ağırlıklı olarak hatta çok defa salt futbolun işlendiği programlar spor dünyası ya da spor programı adı altında karşımıza çıkabilmekte ya da günlük dilde o şekilde anılabilmektedir. Yine adında spor ibaresi olan gazete ve dergilerin içeriği önemli ölçü de futbol olmaktadır. Diğer sporların özel dergileri vardır. Sözgelimi Basketbol ya da Güreş dergisi elbette futbolu konu etmez. Eeee! O kadar da olsun artık mı diyorsunuz. Eğri oturup doğru konuşalım şimdi, spor dergilerinin de hakkını yemeyelim mi yoksa.
Gerçekte kantarın topuzunu kaçıran ya da vur deyince öldüren bizim spor algımız olmaktadır. Elbette piyasa da üretimi belirleyen temel unsur arz-talep olgusudur. Dünyanın hemen her ülkesinde spor denildiğinde akla gelen genelde futbol. Bizim bu konu da temelli yatacak yerimiz yok. Spor denildiğinde ata sporumuz dediğimiz güreşi bile neredeyse hatırlamayız. Tabi kendimize haksızlık etmeyelim canıım! Kırkpınar mevsimi hariç değil mi? Ah o eski cihan pehlivanları geleneğimiz. Doğruya doğru tadından yenmeyen muhabbetlerimiz de vardır.
Ne var ki, spor denildiğinde futbolun akla gelmediği sınırlı dünya köşeleri de var. Sözgelimi Amerika. Tabi aynı hataya düşmeyelim isterseniz. Amerika Birleşik Devletleri diyelim mi? Hani makalelerde kısaltmaların neleri ifade ettiği vurgulanır, o hesap. Ülke olan Amerika’da genel olarak üç sporun öne çıktığı söylenebilir. Basketbol, Amerikan futbolu ya da Ragby ve Beyzbol. Bu anlamda Amerikan kültürü kendi spor algısını ve geleneğini oluşturmuşa benzer. Bunda psikolojik bir motifin sebep teşkil ettiği söylenebilir mi acep? Amerika olmanın dayanılmaz ağırlığı. Hem tüm dünya da varlığını sürekli hissettiren hem de Amerikan insanının taşıdığı ve övüncünü duyduğu bir ağırlık olmalı bu. Kendi içinde hangi çalkantıyı yaşarsa yaşasın dünyaya karşı burnundan kıl aldırmayan Amerikalı imajından söz etmek mübalağa mıdır acaba?
Yoksa dünyanın uydurması mı, gerçekte böyle bir Amerikalı yok mu? Tam tersine var bence. Holywood yapımı filmlere de konu olur bazı. Amerikalı, turist olarak bir Afrika ülkesine sözgelimi Kenya’ya ya da Mısır’a gitse, Afrika’ya gidiyorum demez mi? Oysa insafla söyleyelim Afrika dediğimiz otuz milyon kilometre karelik bir coğrafya. İklim, bitki örtüsü, kültür, ekonomik, siyasi yapı farklılıklarının keskinleşebildiği ülkeler çıkar karşımıza.
Ama bizim Gülliver Amerikalı, dedik ya dünyanın her yerini lilliputlar ülkesi olarak görür. Amerikan ingilizcesinin nasıl peyda olduğunu sanıyoruz? Ya da Amerikan aksanı mı demeliyiz? Açıkçası Amerika’lının ingilizceyi konuşma şekli kendi kültüründe galat-ı meşhur bir hal alır. Hani, kelime veya deyimlerin yaygın olarak sözlüksel temelden farklı biçimde kullanımının zamanla doğrusunun yerini alması durumudur. Yine bizde ki eski bir deyişle “Galat-ı Meşhur Lügat-ı Fasihten Evladır” sözü misali yanlış o kadar kökleşir, artık doğrusu aranmaz olur. Bunun gibi Amerikan İngiliz’i de, İngiltere İngiliz’i ile karıştırılmak istemez. Kuşkusuz önemli ölçü de Amerika’nın kurulması esnasında verilen mücadeleleri unutmamak gerekir.
İngiltere ile Amerika arasındaki psikolojik rekabet bazı İngiliz polisiyelerine bile konu olur. 1970’lerin meşhur İngiliz komedisi Kaygısızlar sözgelimi. Tony Curtis ve Roger Moore’nin başrolünü paylaştığı bir İngiliz soylusu Lord Sinclair ile Amerikalı zengin Danny Wilde’nin maceralarına ne gülerdik değil mi? Açıkçası dostluklarına rağmen; birbirlerini hafife alır görünmeleri, atlatmaya çalışmaları, sürekli rekabet halinde olmaları, kahretsin ya! Yine berabere kaldık tripleri hiç bitmezdi.
Ya da 1990’ların başlarında ekranlarımızı süsleyen Zorlu İkili akla gelebilir. Dempsey ve Makepeace’nin maceralarını öldür Allah seyretmedik mi? Ne de olsa ser de sarışın ve bir o kadar da soğuk İngiliz polis Makepeace vardır. Diğer yandan Amerikalı Dempsey’in hayatı sallamıyan, sempatik ve esprili kişiliğini de atlamayalım. Şüphesiz polis şefi Spikings. Hani Makepeace ve Dempsey ne kadar başarılı olursa olsun küçümseyen, beğenmez gözüken kılkuyruk. Her bölümde tavırlarıyla kahramanlarımızı rencide ettiğini düşündüğümüz kendi kendimize, abi! Çok kıl bir adam bu ya diye mırıldandığımız Spikings. Açıkçası çook kötüsün Spikings çook da desek onsuz da olmazdı.
Kanaatimce Amerikan İngiliz’inin kendi kimliğini oluşturup, ortaya koyduğu alanlardan biri de spordur. Değil mi ki futbol İngiltere’de gelişip dünyaya yayılır. Amerikan İngiliz’i basketbolu öne çıkarır. Hatta futbolu bile benimsediği şekliyle ragby ya da Amerikan futboluna dönüştürür. Açıkçası ingilizceyi kullanış biçimi misali ragby’de futbolun Amerikan aksanlısıdır.
Şüphesiz Amerika’lının kendi kimliğini, kültürünü ve şahsiyetini geliştirip model oluşturmasını ve hatta dünyaya sunmasını küçümsemiyorum. Bilakis kendi içerisinde saygın da bulurum. Ve bu kıymet bilirliğin bir nişanesi olarak basketbolun Amerika’da algılanışı, gelişimi ve yıldızlarından söz etmek istiyorum.
L.T.
YORUMLAR
Güzel bir yazı dizisi olmuş (İkincisini okuyarak başlamıştım). Bir noktayı açıklığa kavuşturmak istiyorum:
Rugby de, futbol da İngiliz sporları. Hatta iki spor aynı yıl ve aynı gün doğuyorlar çünkü o tarihte (1863) iki sporun kuralları birbirinden ayrılıyor. İlginç bir şekilde futbol İngiltere'de alt sınıfların sporu olurken, rugby aristokrat oyunu olarak yer ediyor.
Amerikan futbolu ise epey denemelerden sonra 1876 yılında bugünkü şekline kavuşuyor. Temelde rugby esas alsa da Harvard Üniversitesinin etkisiyle adı futbol olarak tescilleniyor.
Bu noktadan sonra kişisel gözlemlerimi iletmek isterim.
Amerika'da dört temel takım sporu vardır: Beyzbol, Amerikan futbolu, basketbol ve buz hokeyi. Bunların ligleri aynı başlamaz: Birinin ortasındayken diğeri başlar, o başlayan yarı yola geldiğinde üçüncüsü devreye girer, vs. Böylece tüm yıl boyunca ara vermeden bu sporlardan en az biri mutlaka oynanıyor olur.
Bir Amerikalı ekran başına geçtiğinde ya da seyirci olarak azımsanmayacak bir para verip stadyuma/spor salonuna gittiğinde bilir ki seyredeceği gösteri dünyanın en iyisidir. Halbuki futbol seyretmeye kalksa ülkesindeki futbol seviyesi (Bizimkinden iyi olsa da) dünyada bir numara değildir. İlgiyi çekme açısından bu önemli bir psikolojik faktördür. Dahası, 2014-15 sezonunda NY Knicks'in ortalama biletinin 123 dolar olduğunu düşünürseniz aynı paranın ''en'' sıfatı taşımayan bir futbol takımı için ödenmeyeceği ortadadır.
Ama daha önemlisi diğer sporlardan farklı olarak futbol reklam için kesilemez. Bu da ayaktopunu medya için itici kılar. Reklam alamadığınız bir spor arkasındaki mali desteği, ulusal ve global pazarlamayı da büyük ölçüde yitirir.
Son bir nokta da Amerikalıların sayı saplantısı. Meşhur ''0-0 biten bir futbol maçı çimlerin büyümesini seyretmek anlamına gelir'' diye bir sözleri vardır. Dünyanın en saçma yaklaşımıdır. Derste öğrencilerime ''Benimle Joe DiMaggio arasındaki tek fark nedir?'' diye sorarım (DiMaggio en uzun vuruş serisi yakalamış beyzbolcu). Cevap çok açıktır: İstatistikler (Vurdu - Vuramadı). Halbuki Michael Jordan'ı gölgesinden bile tanıyabilirsiniz (Ki o gölgeyi markalaştırdı). Jordan hiç sayı yapmasa da olur. Ağzı açık seyredersiniz. Çoğu zaman sayı/gol/basket hiç bir şey demek değildir. Geçtiğimiz sezon Türkiye Süper Liginde maç başına 2.85 gol averajı oldu. Bu sayı İspanya'dan, İngiltere'den, Almanya'dan ve İtalya'dan yüksek. İnsanlar sadece gol görmek istiyorsa gözlerini Türkiye'ye çevirmeleri yeterdi.
İnsanı yazmaya, içindekileri dökmeye iten bir yazı olmuş. Başlamışken duramadım, affınızı talep ederim. Saygılarımla.
levent taner
Katılımınız ve katkınız teşvikkâr
Benimkisi gözlemler ve izlenimler naçizane
Dolayısıyla aralarda yanılmaya müsait ve desteğe muhtaç
Emeğinize sağlık
Saygı ve selamlarımla.