11
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
1057
Okunma
Şehzade Mehmed’le, yani şimdiki adıyla Amasya Emiri Mehmed Bey’le karşılaştığımız günden bu yana bir ay geçti. Bu süre zarfında Amed’den Amasya’ya yolculuk ettik. Emir Timur savaştan sonra Amasya’nın idaresini yine ona bırakmıştı, aslında tam olarak bırakmak durumu karşılamıyordu. Şehzade, halkın atanan yöneticiyi beğenmeyip kendisini şehre davet etmesi üzerine, Timur’un atadığı yöneticiyi yenerek tekrar şehrin başına geçmişti. Ne amaçla Amed’e geldiğimi sorduğunda, Karamanoğlu Mehmed Bey tarafından Ermenek’te hain ilan edildiğimi bu yüzden kaçtığımı söyledim. Yüzükten, Hürmüz’den ve nasıl kaçak duruma düştüğümden bahsetmedim. Bunu duyduğunda üzüldü. Çünkü ne kadar Karamanoğlu Mehmed Bey’le rakip olsalar da aynı zamanda kuzenlerdi. "Ama sen onun sağ koluydun, nasıl bu duruma düşüldü, ki senin hain olamayacağını ben bile bilirken" dedi. Bey’in son zamanlarda iyi olmadığını, yoksa böyle bir hataya düşmeyeceğini, yanlışın kısa zamanda anlaşılıp düzeltileceğini söyledim. Bunları söylerken kendim bile inanmamıştım. Gözlerimdeki tedirginliği farkederek güldü.
Böylelikle Şehzade Mehmed kaçak olduğumu da öğrenince yanına katılmamda ısrar etti. Beni konağında misafir edeceğini, savaş ve siyasi tecrübelerimden faydalanmak istediğini, istediğim kadar kalabileceğimi, gerekirse ailemi de getirtebileceğimi söyledi. Şu an yapacak daha bir şeyim olmadığından teklifini kabul ettim. Ancak ben kendimi tam güvende hissedene dek ailemi Bursa’dan getirtmeyi düşünmüyordum. Amed’den iki kişi olarak çıktık, Bey’in o kadar da temkinsiz olmadığını şehrin farklı yerlerinden toplanıp gelen on kadar adamını gördükten sonra farkettim.
Amasya’yı ilk kez görüyordum. Yüksek dağların arasından kendine yol bulmuş bir ırmağın açtığı yemyeşil bir vadiye kurulmuş güzel bir şehirdi. Zirvede müstahkem kale yaklaşanları çok çok uzaklardan görebilecek bir konumdaydı. Şehzade Mehmed’in sancağı da çok uzaktan farkedilmiş olacak ki, borazan sesleri duyulmaya başladı. Şehre girdiğimizdeyse büyük bir karşılama töreni vardı. Belli ki Şehzade uzun zamandır uzaktaydı. Gösterişli bir merasim ve ziyafet sonrasında bana bir ev tahsis edildiğini öğrendim. Şehzadenin istihbarat hızı beni oldukça şaşırtmıştı.
Şehzade Amed’de bulunma sebebini söylememişti. Ancak Emir’in ölümünü öğrenir öğrenmez apar topar Amasya’ya dönme kararı aldığını söyledi. Her ne kadar Osmanoğulları parçalanmışsa da, şehzadeler halen iktidar mücadelesi veriyorlardı. Bu mücadeleye diğer beyler de dahildi. Herkes bölgenin kırılgan yapısının farkındaydı ve beklenen gün gelip çattığında hazırlıklı olmak için yarışıyorlardı.
Sabah uyandığımda şehzadenin çoktan adamlarıyla masasının başında toplanmış olduğunu gördüm. Hummalı bir tartışma vardı. Kapıda durduğumu görünce şehzade masaya buyur etti:
-Buyrun Mirza Bey, çekinmeyin.
-EsSelamunAleykum.
-VeAleykumSelam, şeref verdiniz. Biz de mühim meselelerle ilgili istişare ediyorduk.
-Hayır olsun inşallah.
-Biz hayır için uğraşıyoruz ama hayır mı şer mi orasını Allah bilir. Ağabeyim İsa’yı biliyorsunuz.
-Evet.
-Kendisine birkaç ay evvel bir mektup yollamıştım. Osmanoğullarının yeterince ayrı kaldığını, küçük parçaların kolay yem olacağını, bölgedeki istikrarsızlığın kefereye yaradığını ve güçlerimizi birleştirmemiz gerektiğini anlattım.
-İsa Bey mantıklı insandır. Reddetmemiştir sanıyorum.
-Tabi ki reddetmedi.
-Ne dedi peki?
-Kendisinin büyük kardeş olduğunu, maiyetim, askerlerim ve topraklarımla kendisine tâbi olmamı, taht iddiamdan vazgeçmemi istiyor. Bu şartlarla teklifimi kabul edeceğini söylüyor.
-Bunlar normal istekler.
-Elbette normal ama aynı şartları taşıdığımız takdirde normal. Her ne kadar Ağabeyim Musa Rumeli’nde Osmanlı’nın tek hükümdarı olduğunu iddia etse de, Timur tarafından dirlik ve Emirlik verilen kişi benim.
-Ama Timur artık yok. Böylelikle onun hükmünü yok sayabilirler.
-Elbette, bu yüzden atalarımız gibi en güçlü oğulun iktidarı gerek cenkle gerek ittifakla ele geçirmesi gerekir. Ben de ilk olarak ittifak teklif ettim ama ağabeyim ilhak istiyor.
-Peki siz ne cevap vereceksiniz?
-Cevabı bizzat kendim götüreceğim. Maiyetimle.
-Teslim olmayacağınıza göre, sefere çıkıyorsunuz anladığım kadarıyla.
-Evet Mirza Bey, sizin de bana katılmanızı istiyorum.
Ailem Bursa’daydı. Onları görebilmek adına başta sevinsem de savaş eğer şehre zarar verirse onların zarar görmesinden endişelendim. Yüzümdeki endişeli hali farkeden şehzade durumu sezdi:
-Ailen için endişelendiğini biliyorum. Endişelenme, ailen senin gözünde nasıl kıymetliyse, Bursa da benim gözümde aynı. Zaten ağabeyim kendine fazlasıyla güveniyor. Beni şehrin dışında karşılayacaktır.
Kafamı sallayarak onayladım. Bunları düşününce biraz daha rahatladım. Karamanoğlu Mehmed Bey’in yanından zelil bir şekilde ayrılmışken, yine bir Mehmed’in danışmanı olmuştum. Bu beni oldukça memnun etti. Ankara Savaşından sonra yine bir beyin sağ kolu olarak sefere katılıyordum.
...
Sultanönü’nde konakladığımızda Bursa’ya üç günlük yolumuz kalmıştı. Küçük tepeye kurulu şehirden biraz uzakta eski bir Roma kentinin üzerine kamp kurduk. Uzun yol katettiğimizden hemen çadırıma çekilip çabucak uykuya daldım. Yorgun olmama rağmen gece çadırımda birinin varlığını hissederek uyandım. Gözlerimi açmamla çadırımdaki bir karaltının üzerime çullanması bir oldu. Biraz boğuşsak da yerimden kalkamadığımdan karşımdakini altedemedim. Boğazımı sıktıkça gözlerim karardı. Artık kendimden geçmek üzereydim ki, çadıra birinin daha girdiğini gördüm. Kendime geldiğimde Şehzade’nin siyah kıyafetli bir adamı yayının kirişiyle boğduğunu gördüm. Adamın işini bitirdikten sonra başıma gelerek gözbebeklerimi kontrol etti:
-İyi misin Mirza Bey?
-İyiyim, iyiyim beyim.
-Bak hele şunun yüzüne, tanır mısın bu eşkıyayı?
Tanımıyordum. Ama boynundaki kolye, Hürmüz’den aldığıma benziyordu.
-Tanımıyorum beyim.
-Kolyesine bakıyosun, o mu tanıdık geldi?
-E-evet beyim, Karamanoğlu’nun yeni danışmanının kolyesine benziyor. Kaçarken bir şekilde elime geçti. İşte burada.
-Hmm, evet neredeyse aynı bunlar. Demek bu da İranlı.
-Siz...Hürmüz’ü biliyormusunuz?
-Tabi ki biliyorum Mirza Bey. Kuzenimin kimlerin etkisi altına girdiği haberi çoktan çalındı kulağıma.
Şehzade’nin istihbarat bilgisi bir kez daha beni şaşırtmıştı. Gerçekten konumunu hakeden birisi olduğunu düşündüm. Şehzade hemen saate aldırmadan adamları toplayarak durumu istişare etmeye başladı. Daha önce doğuda istihbaratta kullandığı bir adamından kolyeler hakkında bilgi alıyordu. Adam kolyelerin Maji rahiplerine ait olduğunu söylüyordu. Maji lafını duyduğunda Şehzade yüzünü ekşitti. Ben ilk kez duyuyordum:
-Maji lafını duyunca canınız sıkıldı beyim.
-Evet.
-İlk kez duyuyorum, mahiyeti nedir?
-Bunlar asırlar öncesinden gelen sapkın bir tarikate mensuplar. Kara büyüyle uğraşan mecusi acemler. Kendilerinin yüce bir görev için dünyada olduğuna inanır, amaçları uğrunda her türlü büyüyü yapmaktan çekinmezler.
-Yani Karamanoğlu Mehmed Bey de mi..?
-Evet, maalesef. Asıl merak ettiğim, bu adamın ben dururken senin çadırında işi ne?
-Sanırım bir haini yaşatmak istemiyorlar.
-Sanmıyorum. Kolyeden dolayı peşine takılmış olabilirler mi? Bu kolyeler bir çeşit tılsım olabilir.
-Belki de beyim, hiç bir malumatım yok.
O anda Şehzade’ye yüzükten bahsedemedim. O da konuşurken ki tedirginliğimi farketse de üstelemedi. Adamına kolyeler hakkında sorular sormaya devam etti.
...
Önümüzdeki üç günlük yol olmasına rağmen, habercilerin gelişimizi haber vermiş olabileceklerini düşünerek doğudan küçük bir birlikle aldatıp, Keşiş Dağı’nın güneyinden şehrin batısına dolanmayı teklif ettim. Böylelikle İsa Bey’i şaşırtacaktık. Şehzade teklifi beğendi ve kabul etti. Ancak dağın doğusundaydık mesafe en az iki gün daha sürecekti. Ne yapılabileceğini düşünürken, ben de gemideki tecrübemden dolayı yüzüğü parmağıma takarak dua ettim. Az sonra askerler bir çoban getirdiler. Yiyeceğe veya süte ihtiyacımız olup olmadığını soruyordu.
-Sen buralara yakın bir yerde mi yaşıyorsun?
-Evet beyim şu karşıda dağın yamacında gördüğünüz köyde.
-Buraları iyi bilirmisin?
-Tabi beyim ömrüm buralarda koyun otlatmakla geçti. En iyi kekik nerede, en sulu çimler hangi yamaçta çok iyi bilirim.
-Tamam onları kendine sakla, bizi şehrin batısına çıkarabilecek en kısa yolu söylemeni istiyorum senden.
-Sütümün hepsini satın alırsanız, size rehberlik ederim, bir günde sizi Nilüfer çayına ulaştıracak bir yol biliyorum.
-Sütünü satın alıyorum, üstüne rehberliğin için de ayrıca ödeme yapacağım.
Tam tahmin ettiğim gibi yüzüğün işlerimi kolaylaştırma gibi bir özelliği vardı. Sevinçle koşarak Şehzade’ye haber verdim. Onun da haberi duyduğunda gözleri parıldadı.
-Yaşa sen Mirza Bey, beni yanıltmadın. Tam istediğim gibi adına yaraşır bir adamsın. Yarına hazır olun. Büyük gün zira. Akşam namazlarını Ulu Cami’de kılacağız.
======================================================================>