- 498 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
NE OLUR GİTME
Çok soğuk bir kış sabahıydı. Her sabah doğan güneş, bugün doğmamak için çırpnıyordu. Bütün gece başında bekledik. Onun elini hiç bırakmadım, o benim elimi bırakana kadar.
Saçları beyazlamış, yüzü sapsarı olmuştu. Gözlerinde akmayı bekleyen iki damla gözyaşı vardı. Şarkılar söyleyen, bana masallar anlatan dili susmuştu. Elleri titriyordu, yüzünü de beyaz bir sis tabakası kaplamıştı. Küçük bir çocuktum;kaf dağının olmadığını bilmeyen, masallar dinlemek isteyen. Ayşe teyzenin bahçesinden erik çalan ve durmadan yaramazlık yapan bir çocuk. Bildiğim tek şey ölüm denen o gizli adamın, annemi benden çekip alacağıydı.
Konuşamıyordum. Dilim tıpkı anneminki gibi sessiz bir mateme bürünmüştü. Komşu kadının dua okumaya başlamasıyla kaçarcasına çıktım odadan. Bahçeye koştum ve bir kedi gibi kavak ağaçlarının arasına saklandım. Gün yavaş yavaş ışıyordu. Güzel bir gün olacaktı sanırım. Ama benim için karanlık vardı, benim için yalnızlık vardı. Çünkü 10 yıldır aynı evi paylaştığım, ağladığım zaman beni güldüren, hasta olduğum zaman başucumdan ayrılmayan, yaptığım bütün yaramazlıklara karşı bana kucak açan annem artık olmayacaktı.
Biliyorum oda beni bırakıp gitmek istemiyor. Belki de gözlerinde akmayı bekleyen gözyaşı, şimdi onun o güzel yüzünü ıslatmıştır. Benim büyümemi tıpkı ablasının kızı Aysel gibi öğretmen olmamı, doktor olmamı ya da ne bileyim, her annenin kalbinde yatan bir mesleğe sahip olmamı isterdi. Bunun için o kadar acıyı, çileyi çekmişti 40 yaşından sonra. Gitmemek için, ölüm denen o soğuk odaya girmemek için direniyordu şimdi.
Kafamı eve doğru çevirip baktığımda tahta bir tabutu içeriye götürüyorlardı. Hızla yerimden kalktım. Ve onun odasına doğru koştum. Bir daha açmamacasına kapanmış gözlerini, aç diye yalvarıyordum. Onun arkasından karanlıklar bitmeyecekti. Ve ben her doğan sabahın karanlığında ’Neden beni de götürmedin anne?’ diye ağlayacaktım.