- 686 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
KÖTÜ BİR ÜTOPYA
Bugün 13 Haziran 2014.Okullarda bir karne heyecanı, ben de karnesini alacak öğrenciler gibi heyecanlıyım; çünkü seni göreceğim erkenden. Bir bayram sabahına uyanır gibi uyandım, duşumu aldım, bayramlıklarımı giyer gibi özenle giyindim ve arabama atlayıp sana uzanan mutluluk yolunu almaya başladım.
Sana her gelişimde koşar adımlarla geliyordum, seni evine bırakırken ikinci viteste ağır ağır ilerliyordum. Sana gelişlerim ışık hızındaydı, bırakışlarım bir o kadar yavaş, kaplumbağa misali.
Gözlerim yine güzelliğine kavuşacaktı ve bilmem kaçıncı denemendir; ama ilişkimizi yine kurtarmaya çalışmayı deniyorduk aslında sen deniyordun ya da bir ilişkiyi yeniden başlatmaya çalışıyorduk ya da beni oyalıyordun ya da senin ifadenle beni sevmeyi deniyordun ya da benim bile bilmediğim, anlayamadığım başka şeyler oluyordu.
Uygurların, Göç Destanı’nda kutsal saydıkları “ Yada” taşını düşmanlarına vermeleri üzerine ülkelerinde baş gösteren kıtlık ve kuraklık sonucu göçleri anlatılır. O kadar çok ya da kullandım ki Yada taşı gibi kutsallaştı ya da’larım…
Evinin önüne gelip seni aradım. Her zamanki asaletinle evinden çıkıp arabama doğru sakin adımlarla ilerlerken heyecana kapılmamam mümkün müdür? Sağ ön koltuğa oturup kendine özgü selamlayışınla “Merabayın.!” diyerek Türkçe’ye yeni bir kelime kazandırıyorsun. Bense mutluluktan uçar gibi sevinçliyim Bayan K…
Yanaklarımdan kibarca iki yumuşak öpücükle mutluluk veriyorsun bana kucaklar dolusu.
Dışarıdaki işlerimizi bitirip benim eve geçiyoruz. Her zamanki gibi kahvaltıyı birlikte hazırlayıp kahvaltı sofrasına oturuyoruz vişne reçelini eksik etmeden elbette.
Bu kez garip bir haller var yine sende. Ağzında bir bakla, dudakların tatsız bir konuşmayı açmaya hazırlanıyor, eğilip büzülüyor, belli ki moralimi bozacak bir konuşma hazırlamışsın yine.
Tabii ne olabilir bu konu, “Seni sevmeyi denedim, ama olmadı, ben bir ilişki istemiyorum.” olabilir.
Neyin var, diye soruyorum. Kahvaltıdan sonra konuşuruz diyorsun, tabii sen demeden ben senin neler diyebileceğini ve uygun bir ortam - her zaman dediğin gibi beni kırmadan bir yolunu- bulup söylemen gerekenleri söylemeye hazırlandığını hissediyorum.
Kahvaltıdan sonra film izleyelim mi, diyorsun her zaman dediğin gibi. Olur, diyorum ve film izlemeye başlıyoruz sendeki karın ağrısı devam ediyor. 1984’ü izliyoruz ve yarım kalıyor. Ben kötü bir ütopyaya hazırlanıyorum, sen de bu kötü ütopyayı bana yaşatmaya.
Filmi bırakıyoruz, konuşmak istediğin bir şey mi var, diyorum başka olasılıkların doğmasını umut ederek. Evet, ben de seninle bir şeyler konuşmak istiyorum, diyorsun ve kara haberi veriyorsun.
Seni sevemiyorum mu, diyorsun; ilişki istemiyorum mu? Sözcüklerin uçuşmaya başlıyor içimdeki fırtınada. Kulaklarım çınlıyor, boyut değiştiriyorum. Sancılar içinde kıvranıyorum, içimdeki fırtınalarda kayboluyorum. Kendimden geçiyorum. Gözyaşlarımı tutamıyorum avuçlarıma damlıyor, ağlıyorum, ağlıyorsun; sen niye ağlıyorsun onu da anlamıyorum.
Şiirsel yalvarışlarla gitme diyen gözyaşlarıyla…
“Tamam.” diyorum kendime geldiğimde bitti, bittim. Gözümden akan onlarca seni silerek yüzümü yıkıyorum, ayrılan biz değilmişiz gibi elele tutuşarak sahile iniyoruz, biraz yürüyüş yaptıktan sonra ardından seni evine, bir bilinmezliğe bırakıyorum, aklımı da sende.
Bitti, diyorsun. Bitmiyorsun ama ben gidiyorum.
Bir aşkın bilmem kaçıncı cenaze namazıdır birlikte kıldığımız ben de anlayamadım ve de sayamadım. Ne sevilmez adammışım, deniyorsun deniyorsun bir türlü sevemiyorsun, tam seviyorsun bu kez ilişki istemiyorsun, ilişki istiyorsun bu kez başka bir şey istemiyorsun. İnan yoruldum.
Yine “Görüşürüz.” diyorsun. Görüşmek istemediğini bilmenin acısıyla “Görüşürüz.” diyorum görmeye doyamadığım şeysin, bunu da bilmiyorsun.
Ertesi gün oluyor bana bir veda hazırlamışsın, seni hiç unutmayacağım diyen mesajlar ve fotoğraflar, öldüm ben yahu, bu neyin vedası, daha dün el ele kol kolaydık, burun buruna, dudak dudağaydık, ne çabuk öldürdün beni de matemime başladın.
Ben de üzülüyorum ölümüme, herkesten çok ve en çok da senden, daha çok üzülüyorum beni öldürmene, bizi öldürmene. Bir cenaze merasimi hazırlıyorsun bana dillere destan, sevgi sözlerine bezenmiş bir yas.
İkimiz el ele verip beni kandırmaya çalışıyoruz. Başarıyoruz da bunu çoğu zaman. Kalbinde öldürmeye karar verdiğin beni, kalbinde yaşatacağını söylüyorsun. Söyler misin sen kimi kandırıyorsun? Ya da biz kimi kandırıyoruz Bayan K? Sen resmen bizi öldürüyorsun ve ben sana mani olamıyorum, kararlısın, sevgisizsin, öldürüyorsun ve ben izliyorum bizi katledişini gözyaşlarına boğularak.
Zifiri karanlık gecelerimin tek ümidiydin, ümit var hala içimde, umuyorum acaba sende azıcık sevgi kırıntısı kalmış mı, diye.. Sen yaşıyorsun ve biz aynı şehirdeyiz, aynı dünyadayız. Bir yolu olabilir belki katı yüreğini yumuşatmanın, o yol var ise ben onu bulacağım ve bizi yaşatacağım.
Suskunluk ve yalnızlık köşeme çekiliyorum. Yüzümden mutsuzluk akıyor oluk oluk. Yatağımın karşısındaki endam aynasına bakıyorum istemeden, birden irkilerek uyanıyorum seni görerek. Utanıyorum, daha önce o aynalara birlikte ve mutluluk içinde bakmıştık. O aynalar ki aşkımızın en mahreminin tek gizli tanığı... Utanıyorum dosttuk ikimiz de aynalara, şimdi nasıl da düşman gibi bakıyorlar senin gibi bana. Utanıyorum…
Utançlar içinde uykulara sarılıyorum.
Uyutmuyor aynalar…
“Sözcükler yetmiyor.” diyordun, bana olan duygularını anlatmaya
Yetmeyen sözcükler miydi, sen miydin duygularıma?
Yalancı birisine yalancı demeyecek kadar yalancı
Ve gördüğünde beni tanımayacağın kadar da yabancıyım artık sana
2014-İstanbul
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.