- 614 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
Aşk ve Yaratıcılar
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Aşkın neden bir zorunluluk olduğunu ama artık bir karşılıklılık
olamayacağına dair biseyler konusmakta fayda var. Insanlar sevgilerini bir felaket olarak yaşayamıyor çünkü çok hesaplılar sevgilerinin kaynağında modern dünyalarının ya da organik yapılarının optiği var. Işte gündelik hayat denilen hep bu optikten geçiyor. Kişiler de bir şey yok ustelik bu istekler onlara ait şeyler olmadigi icin başları belada çünkü. bunlar onlara verili şeyler zira eğer bu verililik durumuna mecbursak o halde işin içine biraz metafizik katmalı ve hayata yeni ritim sunmalı yoksa kulübedeki hala saraydaki gibi düşünmeye mecbur olacaktır ve sonra marks gibi birileri çıkıp şöyle diyecektir: "burada anlatılan senin hikayen" ama işte aslında bu hikayeyi oluşturan kişiler olmalı vs
Bir ara gece gündüzün içine düştüğü uçurumdur demiştim. Sinemada ya da gözde durum böyle. Eğer gündüze dair bir bakışımız olacaksa bu uçuruma daima ihtiyacımız olacaktır. Gece, senin yaratimindir ve eger senin bir yaratımın yoksa zaten bir çekiciliğin de olmayacaktir. Gecesi olmayan kişiler artık ne hisseder bilmiyorum ama günümüzde insanlar bir şeyler üretemedikleri için çok konuşuyorlar üstelik bu isi çokta saldırarak yapıyorlar. Bence bu kisi icin cok vahim bir durum. Oysa yaratıcı kendi sessizliği içinde kendisine yeten bir çekiciliğe sahiptir. Malesef diğerleri sadece onlara bulaşıp onlardan bu cekiciliği kapmak isterler. Fakat işler biraz karışık bu konuda çünkü birlikte bir şey yapmak daha çekicidir lakin becerebilene. Ozetle biraz dinlemesini ve bakmasını bilmek gerekiyor. Sanırım ayrımlar yapmalı ve bunları beslemeli tabi insane birazda sadık olmalı yoksa zaten yeterince bakış zevk vs var bizlere sunulan.
Ayirimlar yapmali, beslemeli ve bunlara sadik olamli derken hayata sıkı bağlı olanların özelliklerini sıralamak istedim. Ilki, hayattaki var oluş tarzlarına dair kendi inşa ettikleri ayrımlarin olmasidir. Godard için tv ve sinema arasındaki ayrım Virginia için meslekler cinsiyetler ve moleküler oluşlar arasındaki ayrım gibi. Ikincisi, bunları sağlam atomarla besleyebilmek ki bu biraz zor çünkü direnmeyi ve çok çalışmayı gerektirir. Uçüncüsü ise eyüp sabrıdir. Bu kanaatkar olmakla ilgili. Yani aç gözlükten uzak durup kendi inşaa ettiğin ayrımlar için hayatta sabretmektir. Bu üçlü insanı kaostan ya da dışarının gevezeliğinden koruyan güçlerdir. Bunlar varsa zaten özel bir zaman-mekan blokun da var demektir yani her yaratıcının içinde nefes aldığı frame i vardir. Mesela biz bu yaratıcıları anlamak istersek ilk olarak onların bu zaman-mekanlarının ritmini yakalamaya çalışmaliyiz tabi en zorlarının içine girmek daha zordur. Sıradan insanları elde etmek bu yüzden basittir. Cünkü kendileri için hayati bir çaba gerektirmezler hemen elde edilirler. Iste bu tipler tam da senin sözünü ettiğin korkakca düşünme tarzıyla hayati yasayanlardir. Yani gribal bir enfeksiyonu olan ve hayatı da öyle algılayanlardir. Zira ben tamda algımızı-bakışımızı nasıl celestral yapabiliriz ile ilgileniyorum bu da duygulanımların yorumlama gücünden geçiyor zaten.
Toprağın bazı hastalıkları var ve bizlere daima bulaşıyorlar işte bunu görelim derim ben. Ben buna bazen optik yanılsama derim tam olarak kast ettiğim de budur. Bizler bu toprağın ürünleri olarak toprağı analiz edemezsek bizleri dünyaya açan bakış bize ait olamaz o zaten bize verilidir ve bizlerde isi daima bunun etrafında döndürüruz. Demem su ki gribal enfeksiyonun senin hayatla aranda nasıl bir uçurum yarattığını görmen gerekiyor ve konuşurken de bu enfeksiyonun etkisi ile işleri yürüttüğünü vs
Yaratıcılar asla enfeksiyon halinde iken konuşmazlar bu onların hayata inancından ve üyüp sabırlarından kaynaklanır. Eğer konusulacaksa gökyüzüne dair şeyler söylene bilecek düzeye dek beklemeli. Cünkü hayatın yaratıcılar için değeri budur. Bazen "neden yaratmak" derler işte bu sadece hayata olan inanç ve bunun gerektirdiği etik ile ilgili aciklanabilir. Yaratıcılara sorarlar hep -neden yaratırsınız ki? –vs. Onlar susarlar çünkü başka işleri vardır ki sadece edebiyatta bu yaraticilarin yuzlerce ornekleri verilebilinir. Hepsi de olağanüstü yaraticilardir. Orneğin Samuel Beckett kazandığı nobel ödülünün parasını bankadan ceker-hiç partiye gitmeden- güneye tatile gider ve sonra da şöyle der evet dolaşıyoruz ama o kadar da aptal değiliz yani turistlerin aptallığına değiniyor evet kıpırdıyorum ama bunu yaparken labirentlerim dehlizlerim ile yapıyorum vs.
Samuel Beckett hayatı boyunca kimse ile çok konuşmamis hep reddetmistir. Uzun zaman once okudugum bir roportajinda gazeteci şöyle yazıyor: yarım saattir ağlıyor. Şimdi gitti.10 dakikadır gülüyor.sessiz. Gazeteci bir sure diretiyor bu işi ya halletmeliyiz ya da çekip gitmeliyiz diye O da ikincisini tercih ederim diyor. Ancak gazetecinin isi bu oldugu icin cekip gitmesine izin vermiyor konuşmaya başlıyor ve resim üzerine şahane bir eser çıkıyor ortaya. Işte ben de kendi adıma bu ayrımları koyan adamlar üzerine çalışıyorum; kim bunlar, bu işleri nasıl yaptılar vs. O yüzden bir sürü gizli bağlantım var edebiyat matematik resim sinema felsefe vs yani tek bir beyin değil beyinlerle işleyen bir beyin diyelim buna. Bir çok insanın beyni yoktur. Asıl ayrım tek beyinli ve çok beyinli olanlar arasındadır. Bak mesela sen tek beyinlisin ama ben çok beyinliyim Aslinda bu hayatta var olma tarzı ile ilgili. Cok beyinlilerin bir özelliği beyinlerin verili bir şey olmadığını bilmeleri ya da beyinlerin her an kendilerinde var oldukları ve düşündüklerini kestirmiş olmalarıdir. Mesela tek beyin şöyle düşünür: ben seni düşünüyorum ama çok beyinli ise: sen bende düşünüyorsun. Bu ciddi ve keskin bir ayirım bence.
Cünkü birini düşünmek fantastik bir şey tıpkı otuzbir çekmek gibi yani var olanı yeniden üretirsin ya da daha kötüsünü yaparsın ama birinin sende düşünmesi demek çıkıp onun kucaklanması, ona dair etinde izlerin bulunması gibi olaysal bir şey. Olaya birde Kant açısından bakalim. Kant imajinasyonun iki türü var; ilki, pasif olanı yani birini hayal etmek gibi sadece ; diğeri, aktif ki bu Kantın yaratımı, birini hayal etmezsin gidip onu kucaklar, öper, konuşrsun yani zamansal-mekansal olarak deneyimlersin. Işte bu ikincisi çok beyinlilerin tarzı. Kant buna yaratıcı imajinasyon diyor. Yani gülü koklamazsın ama o sende koklar aynı zamanda. Dikkatini cekerim bu oldukca dinamik bir düşünce. Sen bende düşünürsün gibi. Iste bu noktada işler değişiyor ve artık özne-nesne ikilisine ihtiyacımız bile kalmiyor. Gül bende koklar, sen bende bakarsın, ot inekte görür, keman kadında ağlar vs. Bu vitalist bir bakış açısıdir ve aynı zamanda "ben" kültürünü de yıkıyor. Cünkü artık "ben düşünüyorum" diyemem zira birlikte olduğum çokluklar, kabileler, labirentler ile düşünüyorum. Virginia nın dalgaları gibi bu yedi karakterin içinden geçen dalgalar onların bizler tarafından yani bizim optiğimiz tarafından mesleki, cinsel ayrımlara tabi tutulmasına engel olur. Bu çok önemli. Cunku bu optik sağlam değil. Soyle ki bu bizim enfeksiyonumuz dalgalar ile bizler artık daha moleküler daha cinsiyetsiz bir boyut yakalarız. Işte orada bizi artık evrendeki diğerlerinden bu derece ayıran optik silinmştir artık "ben ne oyum ne de şuyum" denilir.
bu düzeyde artık ben de herşeyde ve herşeyde bende düşünür fakat asla sadece ben düşünmem.
22-06-2008 (04.00 am)’Ankara
Kamuran Çakır
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.