- 390 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
BEYAZ YALANLAR, PEMBE YALANLAR, SİYAH YALANLAR
BEYAZ YALANLAR, PEMBE YALANLAR, SİYAH YALANLAR
Allah katında canlıların en kötüsü, gerçeği örtenlerdir. Bunlar iman etmezler. Enfal (8/55)
İnsanlar konuşa konuşa, hayvanlar koklaşa koklaşa anlaşırlar der halkımız: “Ağzı olan konuşuyor” diye bir reklâm vardı. Sözlerimiz çok önemlidir: ”Kullandığınız sözcükleri çok özenle seçin “ der bir düşünür. Yunus Emre’nin “Söz ola kestire başı , söz ola kese savaşı” ağzımızdan çıkan sözlerin, kelimelerin ne kadar değerli olduğunun çok güzel bir ifadesidir. Sözlerimiz bu kadar önemli ise, sözlerimiz bizim insan olarak değerimizi gösteriyorsa, ağzımızdan çıkanı kulağımızın duyması gerekir. Acaba ağzımızdan çıkan sözlere gereken önemi gösteriyor muyuz? Önemli olan, sözlerimizin gerçeklerle örtüşmesi: Yani yalandan, riyâdan uzak olması. Tüm dini inanışlarda, yalanın asla hoş karşılanmadığı malûmdur. Yukarıda ver-diğimiz ayette de gerçeği asla örtmememiz istenmektedir (Kurân-ı Kerim de buna benzer bir-çok ayet vardır).
Tüm bunlara rağmen, gelin şöyle günlük yaşamımızdan kesitleri beraberce irdeleyelim. Bakalım ne kadar yalandan, riyâ’ dan uzağız.
Bir arkadaş toplantısında, evinize gelen arkadaşınıza ikram ettiğiniz kek, tatlı, yemek hakkındaki fikrini sorduğunuz zaman beğenmese bile “Aaa çok güzel olmuş eline sağlık” demektedir. Neden yalan söylemek ihtiyacını duyarız? Hemen nezaket gereği der işin içinden sıyrılırız. Halbuki gerçek bu değildir. Şu kek biraz tatsız veya tuzlu olmuş vs, gibi bizim ağız tadımıza uymayan hususları belirtsek daha samimi olmaz mı? Bu şekilde davranırsak; beğen-diğimizi söylediğimiz zaman karşımızdaki kişi gerçekten beğendiğimize kalben inanacaktır. Yoksa herşeyi beğendiğimizi söylersek sözlerimizin inandırıcılığı kalmamaktadır. Herkes yalan söylediğimizi bilir, ama gene de kabullenir nezaket adına. İşin garibi ev sahibi sunduğu yiyeceğin tenkit edilmesini hiç istemez, hep takdir bekler: Yani yalan her iki taraf içinde kabul edilebilen bir husustur. Fikrimizi yapıcı, kibarca, tam açıklığı ile beyan etsek daha güzel olmaz mı ? Her şeyiyle yapmacık, yalan dolan bir ilişki nasıl oluyorda insanımızı tatmin ediyor anlayamıyorum doğrusu. Sanal bir yaşam yaratıyoruz.
Yolda bir kişiye adres sorduğunuz zaman, karşımızdaki kişi adresi bilmiyorsa “Bilmiyorum” demek sanki onu utandıracakmışsına; düşünür, taşınır, yalan yanlış yer tarif eder. Neden gerçekleri söylemekten korkuyoruz?
Bir kişiye yemek /tatlı/kek...vs tarifi veya herhangi bir el sanatları ile ilgili yaptığı bir yapıt hakkında soru sorarsanız; size kesinlıkle tam açıklığı ile tarif vermez. Sanki devlet sırrı! Tamam siz buradan para kazanıyorsunuzdur, sizin ürettiğiniz bir eserdir, bu bir ticari sırdır; gayet tabii ki başkaları ile paylaşmayabilirsiniz: Bu ayrı bir konu. Benim kastettiğim arkadaş toplantıları. Arkadaşımıza rahatlıkla “ Bu tarif bana mahsus, kimse ile paylaşmak istemiyorum” deme cesaretini neden göstere miyoruz? Neden yalan söylemeyi tercih ediyoruz? Tarif vermeyince arkadaşımızın bize darılacağından korkuyoruz. Yalan dolan üzerine kurulu bir arkadaşlığı tercih ediyoruz. İşin ilginç tarafı bu yalanlar o kadar kanıksanmış durumda ki; yalan her iki taraf tarafından meşru, normal bir olaymış gibi kabul görmektedir.
Yalan o kadar ruhumuza işlemiş ki “Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar” diye atasözü bile icat etmişiz. ”Yalandan kim ölmüş” diyerekten âdeta yalanı teşvik etmiş olmuyor muyuz günlük hayatımızda? Ne kadar acı! Ama acı olduğunu anlayamayacak kadar safız en hafif tabiriyle. Şöyle bir günlük hayatımıza bakalım: konuştuklarımızla, yaptıklarımız yani uygulamalarımız arasında ne kadar çok fark var. Dürüst davranmak, konuşmak bu kadar zor mu? Ebeveynler evde o kadar çok yalan konuşuyorlar ki, buna şahit olan çocuklar için yalan gayet doğal oluyor. İşin en acı tarafı ise, çocuklarımıza bizzat tarafımızdan yalan söylettiril-mesi. Kapı veya telefon çalar, eğer görüşmek istemediğimiz birisi olabilir endişesiyle, çocu-ğumuza bak bakalım “Ayşe teyzense veya Mehmet amcansa babam, annem evde yok de” diye tembih ederiz. Yani onları yalan söylemeye zorlarız. Ondan sonra da çocuklarımızdan yalan söylememesini bekliyoruz. Ne garip ve iki yüzlü bir anlayış!
Hele ticaret hayatında yalan o kadar kanıksanmış ki herkese çok normal olarak gelmekte-dir ; hepimiz şahit olmuş, yaşamışızdır. Satıcının yalan söylemesi, sanki ticaretin genel kuralı gibi algılanıyor ne yazık ki. Herhangi bir alışveriş yaparken içinizde hep bir kandırılma duygusu yaşamıyor muyuz? Gerek alıcı, gerek satıcı, birbirlerinin yalan söylediklerinin far-kında; ama tüm kurallar yalan üzerine çalışıyor. Yalan o kadar yaşamımıza girmiş durumda ki siyasiler bile Televizyon’da konuşuyor, dinliyorsunuz; ertesi gün çıkıp ben öyle söylemedim diyerek gözünüzün içine baka baka yalan söylüyor. Eğer Televizyon’ da söylediğini dinletir-seniz, çok sıkışınca “ben öyle demek istemedim, yanlış anlaşıldım” diyerek katmerli yalanını devam ettiriyor.
Bir arkadaşınızı bir yere gitmek için, bir ziyarette bulunmak için… vs için telefon edip aradınız ; eğer arkadaşımız o yere gitmek istemiyorsa, o kişi ile görüşmek istemiyorsa veya o gün canı bir yere gitmeyi istemiyorsa, aranan kişi hemen bir bahane bulması gerektiğini dü-şünür ve yalan söyler. ”Ah keşke dün söyleseydin, bugün bir arkadaşım bize gelecek” gibi bir mazeret uydurması şarttır sanki. Neden arkadaşıma “Bugün bir yere gitmek istemiyorum” diyemiyoruz? Neden açık olamıyoruz? Bu kadar mı kendimize güvenimiz ve de saygımız yok. Yalan söyleyerek kendi kendimize olan saygımızı yitirmiyor muyuz? Aynı şekilde bir dostumuz bizi ziyaret etmek istediğini söyler; fakat biz o gün dinlenmek istiyoruzdur. “Bugün istirahat edeceğim, misafir kabul edemiyorum” diyemeyiz. Hemen bir bahane uydurur ve onun arkasına sığınırız: Yani, gene yalan söyleriz. Bunun adına da karşımızdaki kişiyi kırmak istemediğimiz, nezaket icabı böyle davrandığımız fikrini ileri süreriz. Bu şekilde kendimize olan saygımızı kaybetmediğimizi varsayarız. Eğer karşımdaki dostum ise beni anlayışla karşı-layacaktır; yok eğer gerçek dostum değilse kırılacaktır. Zarar yok böyle dost olacağına hiç olmasın daha iyi olmaz mı?
Maddi konularda ise yalan baş tacımızdır. Hele biri bizden borç para istesin, kıvırtmaya-cağımız yalan kalmaz. Kimseye borç para vermiyorum, prensiblerime aykırı demiyoruz, hemen yalana başvuruyoruz. Çoğu kez konuşmalarımız sırasında hep bir yere borç ödemekte olduğumuzdan sözedilir. Amaç bizden borç para istenmesinin baştan önünün kesilmesidir.
Görüldüğü gibi, çok iyi tanıdıklarımıza da , hiç tanımadıklarımıza da çok kolaylıkla yalan söyleyebiliyoruz. Samimi olarak şöyle bir düşünelim; yalansız günümüz geçiyor mu hiç ? İyi niyetle söylenenler yalan kategorisine girmez (pembe-beyaz yalan ) diye hemen savunma mekanizmamızı çalıştıracağız belki. Zihin şu veya bu şekilde yalan söylemeye alıştığı zaman , bir süre sonra her koşulda yalan söylemek normal bir hâle gelir bizim için. Yaşam yalanlar üzerinde kurulduğu zaman, insan olmanın onuru ne duruma gelir. Ne yazık ki yalan söylerken artık yüzümüz bile kızarmıyor. Yüzümüz kızarmıyor ama; içimizde bir yerlerde birşeyler ko-puyor, huzursuzluk içimiz kaplıyor, kalbimizle zihnimiz arasında bir gerilim bizi içten içe kemiriyor. Şu kısacık hayat için değer mi?
Haydi artık sözcüklerimizden yalanı söküp atalım. Tüm samimiyetimizle, içtenliğimizle konuşalım. İşte o zaman insan olmanın o enfes onurunu tüm yüreğimizde hissedeceğiz. Hep beraber onurlu bir yaşam sürerek, dokuz köyü yok edelim, her yer onuncu köy olsun.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.