- 604 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
KİM, BEN, KİM
KİM, BEN, KİM
Karısı çağırınca gitti.
Kapı daha önce hiç görmediği kadar ilginçti. Demir tokmağı çekinerek çaldıysa da açan olmadı.
‘Neresiydi burası? Zili yok muydu bunun’ söylenerek biraz daha hızlı vurdu.
Bekledi. Üçüncü de kendiliğinden açılan kapıdan girdi. Loş ışıklar içerisinde koridoru geçti.
Birkaç adım sonra evinin koridorunda olduğunu fark etti. Geriye dönüp dış kapıya bir daha baktı.
Her şey evinin aynısıydı ama karısı onu eve çağırmamıştı ki. Her zamanki yerinden terliklerini aldı, salona girdi. Elinde kitap, önündeki bilgisayarda bir şeyler yazanı gördü.
-Hayırdır geç kalmazdın, diye sordu, masadaki.
Afalladı, oysa geç kalan hep kendi olurdu. Hem masadaki karısı değildi. Kimdi? Dikkatlice baktı, birine çok benziyordu. Elinde olmadan kendine döndü. Belden aşağısı etekliydi. Önü açık terliklerin arasından ayak parmaklarını gördü. Küçücüktü. ‘’Az önce giydiğim terlikler bunlar değildi ama!’’ Ellerine baktı, aynıydı. O gizemli kapıdan girmeden önce yoktu bu etek. Terlikte bu değildi.
-Hep sen haber vermeden geç kalacak değilsin ya, sözcükleri ağzından çıktığında ‘ne diyorum ben’ telaşıyla elini ağzına götürdü, kapattı. ‘Bu ses de ne böyle?’ İçinden geçirirken uzun düz kumral saçlarını fark etti. Saçlarına dolanan elleri aniden göğsüne gitti. ‘Bunlar da nerden çıktı?’ Elledi, sıktı ikisini de. Canı yanınca var olduklarını anladı. Karısına baktı. Karısı ise oralı değildi. Ona bildik gelen hareketlerle bir o kitabı alıyor, bir bu kitabı, arada da bilgisayar klavyesinde bir şeyler yazıyordu. Varlığıyla yokluğu belli değildi o an koca salonda.
-Karnımda öyle acıktı ki. Yemekte ne var canım diye sordu masadaki, kitaplardan başını kaldırmadan.
Bu sözler tanıdık geldi. Beyni, o gizemli kapıdan içeri girdiğinden bu yana ilk defa zonkluyordu.
-Evde olan sensin, bir şeyler de yapmışsındır.
-Hep aynı şeyleri tekrarlayıp duruyorsun, dedi masadaki, ona bildik gelen umarsız gülümsemeyle.
Cevap vermeden salondan çıktı. Üstünü değiştirmek için odasına gitti. Tokalar, küpeler, kolyeler… Birçok takı. ‘Bunlar da ne böyle?’ Sonra üstündeki bluzu çıkarırken aynada üzerindeki sutyeni gördü. Hızla bluzu tekrar giydi. Bir gözü aynada kendi etrafında döndü, her yerini tek tek yokladı. Farklıydı... Kadındı.... Gözlerini kapadı, içinden ‘şaka bu!’ dedi. Korka korka açtı gözlerini. Aynada gördüğü karısıydı. Arkasına baktı kimse yoktu. Odada yalnızdı. ‘Ne yani, ben şimdi kadın mı oldum? Hem de karım olmuşum.’ İyice sokuldu. Nefesiyle buğulanan aynayı silerken her şeyin düzeleceği umudu vardı hâlâ. Yüzünün her tarafını yokladı. Geri çekildi.
Garip hareketler yaptı. Aynadaki tekrarladı hareketlerini. Görmemeye çalışarak hızla üstünü değiştirdi. Salon kapısına gelince durdu. ‘Eğer ben karım olmuşsam salonda masada bir şeyler yazan da kocam, yani ben olmuştur.’ Şimdi daha iyi anlıyordu masada ki karısının niye kendisine benzediğini. İçeri doğru usulca kafasını uzattı. ‘Evet, o bendim, pardon o kocamdı. İlk girdiğimde gördüklerim aynı mıydı? Hafızasını yoklarken, ‘bunlar da ne demek oluyor ki böyle?’ düşüncesinden kendini alamadı.
Gerisin geri mutfağa gitti. Yemek yapmaya koyuldu. Bir şeyler burada da tersti, hatta yanlıştı. Eline ne alıyorsa yakıştıramıyordu ama içinden bir ses de ‘yemek yapmak asli görevim’ diyordu. ‘Asli görev mi?’ diye sorguladı. Bir yandan yemek yapıyor diğer yandan ‘bunların hepsi kadınlara farz olmuş görevler mi?’ diye söyleniyor, sonra bir an durup ‘neler söylüyorum ben’ diyor ama bir türlü ‘koca’ olduğunu dilinin ucuna gelse de söyleyemiyordu.
Yemek kokuları arasında gittikçe kadınlaştığını seziyordu. İşlere, geçen her dakika yabancı olmadığını görüyordu. Bir ara akşamın karanlığında ayna etkisi yapmış mutfak penceresine baktığında kendini güzel bile buldu. ‘Ne güzel kadın! Çirkin kadın yoktur, boşa dememişler.’ ‘’aman Allahım’’ diyerek bu düşünceleri kafasından atmaya çalıştı.
-Akşam çayı içeriz değil mi, dedi yemekten sonra karısı, pardon kocası.
-Kıçını kaldırıp demlersen, çayları da sen getirirsen, içeriz tabii.
-Aşk olsun hangi akşam demledim de ben hizmet etmedim karıcığım, diye cevap verdi masadaki.
-Karıcığım mı?
-Öyle ya pardon! Sen karı lafını sevmezdin. Aşkım üzüldüğün şeye bak; hem demlerim hem de ben getiririm çayları…
Alaycı alaycı baktı, ‘Pardon muş, aşkım mış, yemek yap, bulaşığı, çamaşırı yıka, evi temizle, bir sürü ütü, beyefendiye bak bir çayımı getirmiş de büyük iş yapmışmış.’ Bu sözleri kocasının yüzüne tam söyleyecekti daha önce duymuş gibi geldi. ‘Kafayı mı yedim? Ne oluyorum böyle?’ İç konuşmaları ardı ardına dökülürken, başını iki yana sallayarak yukarı kalkan elleri yorgunca iki yana düştü. ‘Çıldırıyorum’ sözlerini yarım yamalak duyan kocası başını bilgisayardan kaldırmadı.
-Bugün kendimi iyi hissetmiyorum erkenden yatacağım.
-Dizin başlıyor seyretmeyecek misin? Diye sordu kocası.
-Dizim mi? Benim dizim mi var?
-Var ya. Geçen gün seyredemeyeceğim, izle de bana anlat’ bile demiştin ya.
Başı, ağrılardan zonklamaya başladı yine. Sahi ya izlerken sıkıntıdan patladığını, sonrada üzerine bir şeyler katarak anlattığını belli belirsiz hatırladı. ‘İyi de ben kocayım, izledim. Şimdi karısıyım. Yok, ben benim. Ben neyim, kimim, haline baksana sen kadınsın, onun karısıyım’.
-Hayatım sen izleyip yine bana anlatırsın, gerçekten başım çok ağrıyor.
-Bu gece olmaz, bir kaç bardak çay içecek kadar boşluğum var. Öykümün üzerinde çalışmam gerek. Çayı yalnız mı içeceğim?
- ...
-Hem öpücük yok mu?
Dönüp, kocasına baktı. Hafızası, bu sözleri söylediğini hatırlatır gibi oldu. Gitti, kocasına doğru uzandı. Öptü. Bir şey anlamadı öpücükten. Odasına giderken panikledi. Erkekti, erkeği mi öpmüştü? Ne erkeği tastamam kadındı işte. ‘Yok canım daha neler’ dedi, istemsizce dudaklarını silerken hissettiği neydi? Bilemedi.
Sabah erkenden kalktığında ilk işi aynaya bakmak oldu. Oldukça güzel kadındı. ‘Aaa!’ gözleri de yeşildi. Dün, dün yeşil değildi ama. Her yerini tekrar yokladı. Kadındı ve geçen on, on iki saatlik zamanda iyiden iyiye kadınlaşmıştı. Kocasına döndü, horluyordu. ‘Horluyorsun,’ diye uyandırmak için dürtecekti, vazgeçti. ‘Küçücük gövdede kocaman burun horlar tabii!’ Sözleri kendisine söylenmiş tekrar gibi çınladı kulaklarında bir an. ‘Bir şeyler yazacağım diye kim bilir kaçta yattı yine bizim büyük yazar adayımız’ diye geçirdi içinden. Mutfağa giderken yürüyüşünün narinliğiyle pembeleşti dünyası.
Akşamın bulaşıkları öylece duruyordu. ‘Mendebur adam, ne olacak. O da çalışıyor bende… Eşitlikten, kadın haklarından bahseder, yıkayıp yatsaydın ne olurdu?’ diye söylenirken, bu sözlerde daha önce kendisine söylenmiş gibi geldi. Elini alnına götürdü. Ateşi yoktu ama her yeri, en çok da başı bir tuhaftı. Sanki dünyanın yükü tam tepesinde baskı yapıyordu. Kahvaltıyı hazırlamaya koyuldu. Uyanan kocasına;
-Bulaşıkları yıkamamışsın, dedi.
-Geç saate kadar yazdım.
-İşin olmasaydı yıkayacaktın sanki de, kızgınlığına kocası cevap vermek yerine.
-Oğlumuz kalktı mı? diye sordu.
-Oğlumuz mu?
‘Öyle ya bir oğlumuz vardı. Ben şimdi anne miyim?’ ‘’Anne. Anneee. Aaaannnneeee!
-Sen yattıktan sonra geldi. Erkenden yattı.
-Böyle babaya böyle çocuk.
Kocası susmakla yetindi.
-Bir de bu susman yok mu? Görende...
Ağzından çıkan her kelime önceden duymuş gibi gelmeye devam ediyordu. Elleriyle zonklayan başını mengene gibi sıkıştırdı. Hızla oğlunun odasına gitti. Uyuyordu. Uyandırıp mutfağa döndü.
Kahvaltıdan hemen sonra ‘Evi süpüreceğim’, dediğinde, ‘Ben süpürürüm,’ diyen kocasına sevgiyle baktı. ‘İyi o zaman bulaşıkları yıkayıp ardından silerim’ dedi kocasına. Silerken sıktığı her bezde kollarından başlayarak vücuduna garip bir ağırlık çöktü. Hiç yapmamış gibiydi. Yatak odasına girdiğinde toplanmamış yatağı gördü. Sinirlendi, bağırdı. Süpürgenin sesinden kocası duymadı.
Çamaşırlar yıkanmıştı. Sepete koydu balkondan astı. Yirmi beş yıldan fazladır evliydi ama bütün işlere nedense yabancıydı. İçinde bilemediği bir dürtü, bir gizli güç bütün işleri yaptırıyordu. ‘Of! Ooofff’ çekmesi de rahatlatmadı. Geldi salondaki kanepeye uzandı. Kocası yine kitaplarına gömülmüş bir şeyler yazıyordu. Uzun uzun baktı. ‘Bari bir kitap çıkaracak kadar bir şeyler yaz bilse yanmayacağım.’
-Canim, bir şey mi dedin? diye sordu kocası.
-Yooo, diyebildi sadece
-‘Yazdığı da bir şeye çıksa bari’ dedin gibi geldi de.
Şaşkın şaşkın baktı. Duydukları hiç yabancı gelmedi yine. Dişlerini sıkarak ‘Gıcık adam ne olacak, erkek değil mi işte,’ geçirirken aklından;
-Ütülenecek çok çamaşır var, dedi sadece
-Yarın iş başı var, başka zaman yazamam. Tatil bitmeden öykümü bitirmeliyim.
-Pazara da gitmemiz lazım ama. Serzenişinde bulundu karısına, pardon kocasına…
Kocasından başkaca ses çıkmadı. Konuşmaları ya söylemiş ya da hepsi ona söylenmiş gibi geliyordu. Kabullenmesi gerektiğini düşündü; kendisi karısının kocası değildi artık. Açık açık kocasının karısıydı.
Sahi yarın işe gitmek vardı. Nereye gidecekti. Karısının işine mi? Kadın kendisi olduğuna göre elbette karısının işine gidecekti. Kaç kişi onu, o, kaç kişi tanıyordu ki. İş arkadaşlarım kim? Nasıl insanlardı? Sis perdesiyle örtülüydü her şey. Peki, ben onlara nasıl davranacağım? Kendi işime gitsem arkadaşlarım bu kadın halimle kabul eder miydi?
‘Hiç olacak şey değil.’
Dünden beri yaşadığı kötü bir rüya, belki de kocasının şakasıydı. Oğlu, yanına gelip ‘anne ben çıkıyorum’ demesiyle şakadan da, rüyadan da koptu. Oğlu, ona ‘anne’ diyordu. İyi de kafasındaki bu ağrılar neydi? Ya o kendini, kadın hissetmeme halleri ama kadın gibi davranışlarına ne demeliydi? Bilgisayarda yazmaya gömülmüş kocası öylece gözünün önündeydi işte. Oğlumu ‘gerçekten ben mi doğurdum!’
Şiddetli ağrılarla odasına gitmek istedi. Vazgeçti. Oflaya puflaya Oğlunun odasını toparladı. Geldi, tepesine dikilerek, kocasını izlemeye başladı. Kendini gördü. Utandı. ‘Demek ben bu kadar bencil ve kötüyüm,’ Kirli hissetti kendini,
Banyoya gitti. Buhara boğulmuş küvete bıraktı. Gözlerini kapadı. Sıcak suyun verdiği rahatlamayla vücudunda ellerini gezindirdi sürekli. Ne kadar öyle kaldı bilmek istemedi. Saatler sonra sakalları takıldı, parmak uçlarına. Sonra ıslak göğüs kıllarını parmaklarının arasına aldı. Sevinçle çekti. Göğüsleri yok olmuştu. Küvetten dışarı çıktı. Aynaya baktı. Oydu. Giyindikten sonra ütü masasını açtı. Ütünün bitimine doğru karısı geldi. ‘Benimle her şeyi paylaştığında daha çok seviyorum seni‘ diyerek öpücük kondurdu. Masadaki kocasına ne olmuştu? Bu öpücük dünkü kendi öpücüğün hazzından çok daha farklıydı.
-Sen de gelir misin pazara?
-Duştan önce gitseydik ya, üşütmeyesin bu soğukta. Dünden beri bir tuhafsın. Hem kafana taş mı düştü, bu ne hamaratlık, bilelim? Diyen, karısının şaşkınlığına, kimseye anlatamayacağı eziklikle baktı. Karısıyla birlikte pazarın yolunu tuttu.
Bilgisayarın başına geçti. ‘Karalama Defterim’ klasörünü açtı.’ Usumdan önce insan olduğum geçti, beynimde dönüşüm oldu’ yazısına gördü. Klavyenin tuşlarına gömüldü. Sonra okudu.
Televizyon seyreden karısına baktı. Tekrar yazıya döndü.
-Bunların hepsini ben mi yazdım? Sordu kendine sevinçle gülümseyerek.
Ağrısı azalsa da bu sefer başı tatlı tatlı zonkluyordu.■
Ertuğrul ÖZARSLAN
OCAK/2015
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.