- 1073 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
396 - DAYAK
Onur BİLGE
Bu akşam yine dersten çıkınca kantinde toplandık. Tam altı saat aralıksız derse girmiştik, oldukça yorgunduk. Kahvelerimiz geldi, tatlı bir sohbete koyulduk.
Hasan’la Serap, hemen kapının önünde, soldaki masada oturuyorlardı. Biz kantine gelirken hararetli hararetli konuşuyorlardı. Çevrenin farkında bile değillerdi. Kendi âlemlerine dalmışlardı. Yanlarından geçtik, tanıdığımız halde selam vermedik. Çünkü çok gergindiler. Selam falan alacak durumda değillerdi. Alçak sesle tartışıp duruyorlardı.
Benim görüş alanımdaydılar. Meraklı bir yaradılışım olduğundan sezdirmemeye çalışarak onları izlemekten kendimi alamadım. Bu çift, okulun maskotlarındandı. Hiç yalnız gezmezlerdi. Onları hep yan yana, kol kola veya birbirlerine sarılmış halde görürdük. Bu akşamki halleri, alışık olmadığımız bir durumdu. Tartışmalarına ilk defa şahit oluyordum.
Hasan, etrafa fark ettirmemeye çalışarak kızın kolunu tutuyor, bileğini sıkıyor, gülümser gibi yaparken öfkeli ve tehditkâr bir ifadeyle gözlerini belertiyordu. Masamızdaki arkadaşların sesleri arasından süzülerek kulağıma gelen kesik kopuk sözcükleri beynim tamamladığında, ortaya anlamlı yarım yamalak cümleler çıkıyordu. Anladığıma göre lacivert pantolonlu, beyaz gömlekli, çatık kaşlı, uzun ve kemikli yüzlü kara kuru arkadaş:
“Neden böyle yapıyorsun?” diyordu, dişlerini sıkarak. “Kaç kere söyledim sana, onunla konuşmayacaksın!”
“Canımı acıtıyorsun, Hasan! Bırak kolumu! Bileğim!..” diyordu kız.
“Ben sana ne dedim?! Benim kafamı kızdırma! İnsana laf bir defa söylenir!”
“Sus! Duyacaklar! Yapma! Bak, sonu kötü olacak!”
“Ne olacak? Ne? Daha ne yapacaksın!? Sen benim hayatımı kararttın! Beni bitirdin!..”
“Ne yaptım ben sana, be!”
“Daha ne yapacaksın!?” Şerefimle oynadın!”
Duyabildiklerim bunlardı. Mutlaka yanımdakiler de benzer sözler işitmişlerdir. Çünkü hararet yükseldikçe, sesler de yükselmekte ve netleşmekteydi. Kantinde ses kesildi. Artık sadece dışarıdakilerin sesleri işitiliyordu.
Onları hep kuzu sarması görmüştük. Beklenmedik bir şeydi bu! Epey uğraştıktan sonra kız, nasıl olduysa kolunu kurtardı ve yerinden kalktı. Okulun kapısına doğru hızla yürümeye başladı. Hasan da arkasından… Görüş açımızdan çıkmışlardı. Hepimiz kalkıp arkalarından baktık. Kimimiz cama, kimimiz kapıya yöneldi. Fakat bahçeye çıkmadık. Onları utandırmak istemiyorduk. Aralarındaki bu tatsız olaya karışmak da istemiyorduk.
Aniden, kızın canhıraş feryadı yükseldi! Sesin geldiği taraf alacakaranlıktı. O ikisi boylaşmakta, birbirleriyle mücadele etmekteydi. Kız bağırarak yine sol kolunu kurtarmaya çalışıyor, diğeri onun kafasına yüzüne, neresine denk gelirse vurdukça vuruyor:
“Sus! Bağırma!.. Çabuk dön geri!..” diye haykırıyordu. “Beni burada böyle bırakıp gidemezsin! Müsaade edemem buna! Hele bu zamandan sonra! Serap!.. Kendine gel! Beni delirtme!”
“Bırak beni ya!.. Bırak! İstemiyorum seni! Ben seninle yaşayamam! Manyak!.. Bırak!.. Allah cezanı versin, senin!..”
Bileğini kurtarmaya çalışırken, bir taraftan da gören var mı diye etrafındakilere bakıyordu. Kimsenin olanları izlemesini istemediği, kaçıp kurtulmak ve hemen oradan uzaklaşmak için elinden geldiği kadar gayret sarf edişinden anlaşılıyordu. Sesinden ağlamakta olduğu belliydi. Boğuk boğuk ve kesik kesik çıkıyordu. Kız::
“Yapma ya! Bırak beni!.. Bırak diyorum sana!” diye, saçlarını o korkunç pençelere kaptırdığı için başını geri atarak acısını azaltmaya çalışıyordu. Hasan, kızın bileğini bırakmış, sağ elini vuracakmış gibi kaldırmış, sol koluna kumral dalgalı uzun saçları dolamış, yere doğru çekerken:
“Bağırma! Hem suçlu hem güçlü!.. Sus! Milleti başıma toplama!..” diye haykırıyordu.
Derken kızı pataklamaya başladı. Neresine rastlarsa vuruyor, vurdukça öfkesi artıyor, bir türlü hırsını alamıyordu. Kontrolünü kaybetmiş, tekme tokat girişmişti. Ters bir tarafına vuracak, sakat bırakacaktı. Bütün bunlar kaşla göz arasında oluvermişti.
Kızcağız, aralarındaki anlaşmazlığın nedeninin anlaşılmaması için olacak, canının yanmasına aldırmadan onun elinden kurtulmak için kendisini paralıyordu! Ok gibi fırlayan erkek arkadaşlar elinden zorla aldılar. Önce Orçun koştu, onları ayırmaya… Mahir’le İhsan da arkasından… Gözü dönmüş sevgiliyi zapt etmeye çalışırlarken birkaç darbe de onlar aldılar.
Kız, o yardımla bileğini zar zor kurtardı, savrulan ve bir kısmı Hasan’ın avuçlarında kalan saçlarını, ter ve gözyaşıyla ıslanan yüzünden güçlükle aralaştırıp arkasına atmaya çalışırken koşar adım oradan uzaklaşmaya kalktı ama nafile! Oğlan da aynı çeviklikle, bizimkilerin ellerinden sıyrılmış, aynı hızla peşine düşmüş, beş on adım atmadan kırmızı ceketinden yakalamıştı. Sonra ceketi bıraktı, yine saçlarından tuttu, başını arkaya yatırdı. Bizimkiler de anında aynı sürat ve atiklikle koşarak onu yakaladılar. Mahir çok kızmıştı! Öyle bir zıpladı ve kafasını yakaladı ki, az daha Hasan’ın boynunu kıracaktı! Orçun, arkasından yaklaşıp kollarına kollarını geçirmiş, tamamen hareketsiz bırakmıştı. Bir taraftan da:
“Oğlum, ne yapıyorsun sen ya!? Karşındaki savunmasız bir kız! Utanmıyor musun!? Erkekliğinden utan ya!.. Kendine gel!..” diyordu. Mahir de:
“Yakışır mı delikanlıya arkadaşım!? Bana vur, bana! Haydi vur! Madem dövüşmek istiyorsun…” diye sarsıyor, azarlıyordu.
Yavaş yavaş aklı başına gelmeye, yaptığının ne kadar çirkin ve utanç verici bir şey olduğunu idrak etmeye başlamış olmalıydı ki Hasan direnmeyi bıraktı ama bu defa da savunmaya geçti. Sözlerine onları ayıran arkadaşlar cevap veriyorlardı. O mütemadiyen şikâyet ediyordu:
“Delirdim artık delirdim ben ya! Delirdim! Delirtti en sonunda beni! Ben onun için nelere katlandım! Bir dediğini iki etmedim! Şimdi de beni bırakmaya kalkıyor ya! Bırakmaya kalkıyor! Bunca fedakârlıktan sonra… Yapılır mı bana bu ulan! Yapılır mı!..”
“Dur hele ya! Bi dur! Bi sakinleş! Gel şöyle! Gel, otur bakalım!.. Konuşalım! Dinleyelim, anlayalım! Ne oluyor?”
“Abi gidecek ya! Gidecek! Her şey bitecek! Ne olacak benim hayallerim, geleceğim?”
“Her şeyi sen bitireceksin! Sakin ol! Gitmez bir yere o! O da seni seviyor. Yoksa bunca zaman beraber olabilir miydiniz! Bak, Mahir var yanında! Salmaz onu bir yere. O da sakinleşmeden bir yere gidemez! Belki konuşur, anlaşırsınız. Barışırsınız. Bu akşam olanları size hiç mi hiç yakıştıramadım!”
“Barışmaz o! Bitti! Her şey bitti! Aileme ne diyeceğim şimdi ben, Orçun Abi!? Onun yüzünden ailemi karşıma aldım ben! Hem okuyor hem çalışıyorum, biliyorsun! Her şeyi onun için yapıyorum.”
O sırada kantinci bir bardak su götürdü, Serap’a. İhsan da Hasan’a… İkisinin de yüzlerini yıkamalarına yardım ettiler. Ateşe su gerekiyordu. Sonra birer bardak da içmeleri için getirdiler.
“Ya arkadaşım, iç şu suyunu! Sakinleş ve anlatacaksan yavaş yavaş anlat, çaresine bakalım! Böyle olmaz! Medeni insanlarsınız! Cahil cühela değilsiniz. Allah Allah!.. Allah Allah!..”
“Çok sevdim Orçun Abi ya! Bütün suçum bu! Kurallarımı baştan koydum. Ben kıskanç bi adamım! Elimde değil! Bunu biliyor. Yine yapıyor yapacağını...”
“Her seven sevdiğine böyle yaparsa dünya tersine dönmeye başlar! Seven sevdiğini döverse, sevmeyen ne yapmaz! Sen kendinde misin şimdi? Bana onu söyle!”
O sırada okuldan bir bayan asistanla bir erkek asistan geldi. Bayan, Hasan’la Orçun’un masasına oturdu. Diğeri de Serap’la Mahir ve İhsan’ın oturduğu masaya... Her ikisi de olayı onların ağızlarından dinlemek ve çözüm bulmak istiyorlardı. Yaklaşımları arkadaşça, tavırları dostçaydı. Bir de onlar gerginlik yaratmak istemiyor, aksine ortamı sakinleştirmeye çalışıyorlardı. Her iki tarafın konuşmaları da duyuluyordu. Çoğu zaman cümleler çarpışıyor, tam anlaşılamıyordu ama anlayabildiklerimiz bize yetiyordu. Zaten sus pus olmuştuk. Kulak kesildik.
“Ne oldu Hasan? Anlat bana bakayım! Ben burada böyle şeyler istemiyorum ama bu ilk yanlışın… Seni dinlemek istiyorum. Şayet hazırsan…”
“Çok sevdim, hocam! Çok! Bu hep benim çok fazla sevmemden ileri geldi! O bana yanlış üstüne yanlış yaptı. Ben bütün bunları hak etmedim.”
“Bak oğlum! Çok sevmiş olabilirsin. Sevgiye saygım var. Ben de sevdim! Sorun ne? Tam olarak sorunu anlat bakayım! Nedir bu şiddetin sebebi? Olan ne?”
“İki senedir mahvetti beni, hocam! Bitmedi tükenmedi! Yeter artık, yeter!.. Benim de tahammülümün bir haddi var!”
“İki sene nasıl geçti? Böyle mi geçti?”
“Hep böyle… “Yapma!” dedikçe inadına yapar gibi yine yapıyor!
“Erkeklerle konuşma! Kıskanıyorum!” diyorum… Sanki inadına yapıyor! Beni takmıyor! Deli oluyorum! Elimden bi kaza çıkacak!..”
“O ne biçim söz! Ne hakkın var senin ona vurmaya!? Elinden bir kaza çıkacakmış! Daha neler!.. Canını sen mi verdin!.. Ayrılırsın en fazla! Ona vurmaya ne hakkın var!..”
“Kıskanıyorum! Elimde değil! Kıskanınca kendimi kaybediyorum! Ne yaptığımı bilmiyorum!.. Ben vurmak ister miydim ona!? Kontrolümü kaybettim!..”
“Vurmak mı!? Öldürecektin, elinden almasalardı! Yukardan gördüm her şeyi ben! Hukuk okumadın mı burada sen!? Senin hakkın ne kadar? Nereye kadar?"
“Elimde değil! Kıskanıyorum. Yapmasın! Yapma dediklerimi yapmasın! Ben onu deliler gibi seviyorum!..”
“Zaten akıllılar gibi sevmediğin belli! Deliler gibi hatta katiller gibi seviyor olmalısın! Bana söyler misin, bu kıskançlığının sebebi ne? Onun başkalarıyla ilgilenmesi mi, başkalarının ona ilgisi mi?”
“O ilgilenmese de onunla ilgilenenler oluyor. Konuşmasın ya! Konuşmasın!.. Kaç kere uyardım!”
“Bırak gitsin, o zaman! Zorla değil ya…”
“Seviyorum, hocam! Bırakamam! Asla!..”
“Bırakamazsın! Fakat bu şekilde de asla elinde tutamazsın!..”
İpek Hanım, yan dönerek iki çay söyledi. Çantasını açtı ve bir sigara çıkarıp, yaktı. Sohbet, daha yeni başlıyordu. Çaylar hazırdı. Hemen geldi, önlerine kondu. Hasan perişandı. Elleri titriyordu. Bardak, elinde yalpalayıp duruyordu. Erkekler ağlamaz mıydı!?
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 396
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.