- 1045 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
394 – KADERE İMAN
Onur BİLGE
Bu cumartesi öğleden sonra Virane’de Işıl’ın doğum gününü kutladık. Sarı bir elbise giymişti ve ona çok yakışmıştı. Olayı çok önemsemiş olacak, saçlarını yaptırmış, iddialı bir makyaj yapmış. Oldukça hareketli ve neşeliydi. Oynadı, zıpladı, güldü güldürdü. Hemen hemen tam kadro oradaydık. Doyasıya eğlendik. Ne kadar da ihtiyacımız varmış!
Koca bebek yirmi bir yaşına girdi. Onca mumu bir nefeste söndüremedi bile. Belki de pasta çok büyük olduğundan her yere nefesi yetmedi ama herkes taksimattan payını alabildi. Sonradan gelenlere kalmadı yalnız. Ne yapalım! Vaktinde gelselermiş.
Kucağı hediyelerle doldu. Sonra onları masanın üstüne sıraladı ve birer birer açtı. Paketlerin içinden değerli ve gerçekten ona gerekli şeyler de çıktı, gerekli olmayanlar da… Hatta bazıları hiç olmayacak şeyler paketlemişler, espri olsun diye! Tuhaf şeyler… Onlarca belki komik ama buraya yazılamayacak nesneler…
Dede, masanın üzerindeki pasta itinayla dilimlenirken dikkatle izledi ve:
“İşte hayat da böyledir, gençler!” dedi. “Taksimata rıza…”
“Ne demek istedin, dede?” diye sordu Neşe.
“Kader… Takdir-i İlahi…”
“Yani ne? Nasıl?”
“Her birimiz için birer pay vardır. Tabağımıza ne konursa, o! Bizim yapmamız gereken, razı olmaktır. Taksimata rıza…”
“Yani kaşığımıza ne gelirse mi?”
“Evet, ya! Yapacak başka bir şey var mı!? Kader…”
“Ne zamandan beri aklımda… Bu konuyu açmak istiyorum, hiç uygun bir ortam olmadı. Sahi dede, kader nedir? Hani şu alınyazısı dedikleri… İnanmamız gereken… Bir türlü kabullenemediğimiz, zaman zaman isyana varan sesler yükselttiğimiz… Çok merak ediyorum, nasıl izah edeceğini.”
“Neşe, kızım! Kader, Allah’ın, irademizi ne yönde, nasıl kullanacağımızı, ne yapacağımızı önceden bilip, yazmış olmasıdır.” diye cevapladı, Define, piposunu tüttürerek. “Kötü bir şeyle karşılaşınca çok üzülmememiz, olayı sükûnetle kabul etmemiz için bir nimettir. Kader tesellisi, bizim ‘vah tüh’ diyerek kendimizi yeyip bitirmememiz; ‘kader böyleymiş’ diyerek, hiçbir şey olmamış gibi hayatımıza devam edebilmemizi sağlamak, yani mutluluğumuz içindir.” dedi, rahatlatıcı bir sesle. Mahir, rahatsız görünüyordu. Suratını ekşiterek müdahale etti:
“Arkadaşlar! Bu mevzu çok hassas bir mevzudur. Kader konusunun açılması ve tartışılması, itikadı zayıf kişileri kötü yöne sevk edebileceği için Peygamber Efendimiz tarafından men edilmiştir.” Işın’a gün doğmuştu. Hafif hafif kırıtarak, gevşek gevşek sırıtarak:
“Madem Allah beni böyle yarattı, benim suçum ne!? Madem yaptıklarımı da yaratıyor, neden beni yargılıyor?” der demez Mahir, daha fazla konuşmasına fırsat vermedi:
“Bu çok tehlike bir mantık yürütme!.. Kaderiye denilen fırkayı helak eden düşünce… Bir daha duymayayım!.. Allah insanı yaratır, iyiyi ve kötüyü de yaratır. İradesi ile tercihini ne yönde kullanırsa, ona o yolu açar. Kimseye haksızlık etmez, hak etmediğini vermez!” diye atıldı. Elindeki teksir kâğıdını büküyor, öfkesini belli etmemek için zoraki de olsa gülümsüyordu.“Aklını ve tüm olanaklarını kullanmayıp, tedbirini almayıp, amiyane tabirle, eşeğini sağlam kazığa bağlamayıp, sakat, eksik, hatalı iş yapan, suçu kadere yükleyemez! O, tamamen onun ahmaklığındandır. Hata yaparsa cehennemi boylayacak, yapmazsa cennete ulaşacak. Tercih kendisinin…” Işıl, tam ortamını bulmuştu. Zembereği boşalmış saat gibiydi. Susturabilene aşk olsun!:
“Her şeyi yapan eden Allah’tı hani!? O’ndan habersiz, O’ndan izinsiz yaprak bile kıpırdamazdı… Beni böyle yaratan da O, yapacaklarımı daha aklımdan geçirmeden bilen de yaptıklarıma izin veren de…”
“Kaderi Yaratan, cüz-i iradeyi de vermiş. Kader gümrah bir ırmak, çavlan ya da... İnsan, çoğu zaman aciz bir yonga parçası gibi… Adeta küreksiz kayık, bazı hallerde... Kadere ‘doğmam’ diyemez, ecele ‘ölmem’ diyemez. Onun dışında, Sırat-ı Müstakim’de dümdüz gidecek. Sağı solu uçurum, karşısı cennet!” diye söze girdim. Bu konuda epey kafa yormuşa benziyordu. Hemen itiraz etti:
“Cüz-i İrade nedir, Külli İrade karşısında? Biz neyi, ne kadar yapabiliriz, O dilemezse? Tedbir neyi engelleyebilir, ’Ol!..’ emri gelirse? O istemeden yaprak oynamıyorsa, kim ne yapabilir!? Yeter ki karar çıkmaya görsün!..” O zamana kadar keyifle çayını yudumlamakta, konuşulanlarla alakadar değilmiş gibi durmakta olan İhsan da ona iştirak etti:
“Yoksa biz riya mı yapıyoruz? Amentüde eksiklerimiz mi var? Kollarımızı sıvayıp geçiveriyoruz işin başına, bir şey yapabilecekmişiz gibi. “… ve bil kaderi, hayrihi ve şerrihi min Allah-ü Teala…” demiyor muyuz? Biz kadere inanan insanlarız. Hayır da şer de Allah’tan… Sebep halk ediyor, olması veya olmaması için. Başında da sonunda da hep O’nun dediği, dilediği şekilde oluyor. Her olmuş olacak O’na bağlı...” Işıl daha da güçlenerek, iddiasını ispatlama hamlelerine devam etti:
“Allah-ü Teala: "Cennetliklerin yaptıklarını yaparlar, cehennemlik olarak; cehennemliklerin yaptıklarını yaparlar, cennetlik olarak ölürler!" diyor. Bu ne demek? Neticede sevdikleri, seçtikleri kurtulacak, yine O’nun yardımıyla... Affederse O affedecek, affetmezse helak edecek! “Benim iznim olmadan kim şefaat edebilir!?” demiyor mu!.. O zaman… Birer zavallıyız, deli deli akan kader ırmağında. Boşu boşuna kulaç atıp yorulmak, akıl kârı mı?”
Define kızmaya başlamıştı. Az daha masayı ters çevirecekti! Hızlı hızlı nefes alıyor, burnundan soluyordu! Bir tatsızlık olmasından korkuyordum. Işıl’ı aforoz edecek diye ödüm patlıyordu! Zaten kader vurmuş! Psikolojik yardımla ayakta duruyor… Zaman zaman akıl hastanesine yatıyor. O da istemezdi o hale gelmeyi ama kader! Belki de gerekli ve yeterli tedbiri almadığı için… Her nedense işte, başından o menhus olay geçmiş, ruhunu allak bullak etmişti! Onu o talihsiz olay böyle isyankâr yapmıştı zaten. Ya o sorumsuz gençler!.. Bir genç kızı harcayıveren, hayatını birkaç dakikada mahveden canavarlaşmış insanlar!.. Allah onlara, öyle yapmalarını mı söyledi! Hayır!.. Onlar, yapılmaması gerektiğini bile bile yanlış yaptılar! Hem varsa vicdanlarını karaladılar hem de büyük günahlar yüklendiler. Bu kızcağızın vebalini mutlaka çekecekler!
Define, başka zaman olsaydı hemen feveran ederdi. Demek ki o davranışı bugüne yakıştıramadı, ağzımızın tadının bozulmasını istemedi. Önce piposunu masanın kenarına bıraktı. Derin bir nefes aldı. Sandalyesinin arkalığına yaslandı, umduğumdan da büyük bir olgunlukla, sükûnetini muhafaza ederek, ağır ağır, tane tane cevaplamaya başladı:
“Işıl, evladım! Kader tartışılmaz! İmanın esaslarındandır. Savaşları çıkartan da bitirecek olan da Allah’tır. Kuşkuları veren de hakikati bulduracak olan da O’dur. Her şeyi ezelde takdir etmiştir. Bakarsın adam günahkârdır, cehennemliktir, bir tövbe eder, anasından doğmuş gibi olur, günahları da sevaba döner, cenneti kazanır; diğeri cennetliklerin yaptıklarını yapmıştır, son anda isyan eder, cehennemlik olur! İsyan etme!.. Allah’ın izni olmadan kimse kimseye şefaat edemez! Herkes kendisini kurtarmaya çalışacak! Doğru yolda yürüyecek, yanlışa sapmayacak! Yapacaksın edeceksin, sonra suçu kadere mi yıkacaksın!? Allah akıl vermiş fikir vermiş, Peygamberler, kitaplar göndermiş, yol göstermiş, uyarmış…”
“Ya başımıza gelenler, dedeciğim? Ya başımıza gelenler?”
“Takdir-i İlahi, evladım! Böyle dememiz istenmiş. Aksi halde geriye döner döner kahrolursak, bugünümüzü yaşayamayız. Ruhumuz huzura kavuşamaz. Seni çok iyi anlıyorum. Hepimizin hayatında inişler çıkışlar olmuştur, olacaktır da… Dün, dünde kalmıştır. “Kader!” deyip geçmeli, fazla irdelememeliyiz. Yapacak bir şey yok! Şimdi elimizde bugün var. Bu zaman, bu an var. Bu anı yaşamaya bakmalı, gelecek eğer varsa, ne tür güzellikler oluşturabiliriz, onu planlamalı, gerçekleştirmeye çalışmalıyız. Yapılacak başka bir şey var mı! Geriye dönüp bir şeyleri düzeltmemiz mümkün mü! Allah, unutma nimetini de bahşetmiş. İyi şeyleri capcanlı tutmaya çalışabilir, onları tekrar tekrar hatırlayarak avunabiliriz. Kötü şeyler aklımıza gelse de hemen uzaklaştırmaya çalışmalı, unutma ilacını kullanmaya gayret etmeliyiz. Hatasız kul olmaz. Bilerek bilmeyerek yaptığımız hatalar varsa, tövbe silgisini kullanmalı, aynı deliklerden yılanlara parmaklarımızı ısırttırmamaya dikkat etmeliyiz. Allah bizi iyi veya kötü olaylarla karşılaştırır ve dener. Nefislerine yenilenler yanlışa saparlar, cüzi iradelerini kullananlar dosdoğru yolda ilerlemeye devam ederler. Bu yolun bize açılması, kötü yolların kapanması için dua ederek Allah’tan yardım talep ederiz. O da bize yardımcı olur.”
“Neden başımıza geldi o olaylar?”
“Başımıza gelenler bizim ihmalimizden hatamızdan da olabilir, hiç hak etmediğimiz halde de olabilir. Olacağı varmış, olmuştur. Neticede olayda suçu olanla olmayan bir değildir. İyilik de kötülük de hardal tanesine kadar kayda geçmektedir ve mutlaka ama mutlaka karşılığı verilecektir. Biz, sabredersek kazananlardan oluruz, kötülük eden kendisine etmiş olur. Nedir, biz bu dünyada biraz üzülür, sıkıntı çeker, orada mutlu olanlardan oluruz. Onlar da vicdanları varsa burada da azap çekerler orada da cezadan kurtulamazlar. Başımıza ne gelirse gelsin, hatalıysak tövbeyle, değilsek sabırla yolumuza hiçbir şey olmamış gibi devam etmeye çalışmalı, asla geriye bakmamaya gayret etmeliyiz.”
“İyi ama dede…”
“Dedesi medesi yok, Işıl!.. Ne olursa olsun, biz kötülüğe, günaha, harama, kine öfkeye değil, iyiye güzele doğru direksiyon kırarak yaşamak zorundayız. Kendimizi nefsimize bırakırsak, nefsimiz hayvanlarını üstümüze salar, kolayca fetheder benliğimizi. Ameller, niyetlere bağlıdır. Niyetlerimiz halis olsun, günaha batmamaya çalışalım, Allah’tan bizi doğru yola iletmesini isteyelim, mutlaka yardımını ulaştıracak, bizi koruyacaktır. Dua edelim, Allah’a sığınalım! Allah kimsesizlerin kimsesidir. Kötü durumda olanların hayatlarını güzelleştirmelerine yardımcı olur, işleri güçleri rast gider, yüzleri güler.”
Nazan’ın derdi eşiyleydi. Onu bir türlü gözü tutmamıştı ve her fırsatta yerden yere vurup duruyordu. Onun eline de fırsat geçmişti:
“Ya evliliklerimiz, dede? Onlar da kader, değil mi?”
“Evet, Nazan. Onlar da kader… Allah kime kimi yazdıysa… Ben de ablasına niyetlenmiştim, o fabrikatörün oğluyla evlendi, bana kardeşi kaldı. Allah onu yazmış. Ondan da üç çocuğum olacakmış. Evliliğimiz de bir zamana kadar sürecek ve bir yerde bitecekmiş. Birleştiren Allah, ayıran Allah! Dilediğinde beğendiriyor, seçtiriyor, dilediğinde yolları ayırıveriyor. Vardır muhakkak bir hikmeti… “Hayır gibi görünenin içinde şer, şer gibi görünenin içinde hayır vardır ama siz idrak edemezsiniz!” demiyor mu! Belki evliliğimiz devam etseydi sizlerle bir arada olamayacaktık. Çünkü bir bilseniz ne kadar kıskançtı!”
“Ayrılık, kendi irademizle olmuyor mu? Yani bu kararı biz almıyor muyuz?”
“Ayrılmayı tavsiye etmiyor, ona engel de olmuyor. Fakat haksız yere yuvayı yıkan sorumluluktan kurtulamaz! Aile içindeki bir takım olumsuzluklara tahammül edebilene de büyük sevap vardır.”
“Herkes evleniyor, ya sabrediyor ya ayrılıyor. Evlenmek önce çok cazip geliyor da…”
“İnsanlar, nesil oluşturmaya programlı... Kimin kiminle evleneceği, ne kadar evli kalacağı, beraberliğin ölümle mi boşanmayla mı biteceği, her şey Levh-i Mahfuz’da yazılı… Her hadise için bir vakit tayin edilmiş. Zamanı geldiğinde, bizi, ezelde tayin ettiği kişiye yönlendirilerek evlilikle iki yarımın birleşimini sağlıyor. Böylece nesil devam ediyor. Karşılaşmalar, arkadaşlıklara, beraberliklere, dostluklara temel olabiliyor. Böylece insanlar birbirleriyle deneniyorlar. Ezelde takdir edilen kader tıkır tıkır işliyor, işlettiriliyor. Hiç aklımızda olmayan biri, aniden hayatımıza giriyor ve gelecek canlar dünyaya geliyor. Hayatın başında bu... Üretim aşamasında… Bakım aşamasında da yardımlaşma ile canlı varlıklar büyüttürülüyor. Bütün bunların oluşmasında sevgi, tutkal olarak kullanılıyor. Eşleri birbirine ve onları evlatlarına o nimet bağlıyor. Sevginin bittiği yerde kopuşma başlıyor. Onu hep capcanlı tutmaya çalışmalıyız. Hayatın bu çağında, ileri safhasında ahiret yolculuğu hazırlığı hızlanıyor. Mesela ben artık o aşamadayım. Ecelim için de bir zaman tayin edilmiş. Ne bir saniye öne alınabilir ne de bir saniye ileriye atılabilir. Bilmem anlatabildim mi?”
“Anlıyorum, dede. Ayıla bayıla evleniyoruz, sonra vaktiyle fark etmek istemediğimiz ya da fark ettiğimiz halde önemsemediğimiz aksaklıklara tahammül edemez oluyoruz, ayrılmak için planlar kurmaya başlıyoruz.”
“Ayrıldığımızda sınavlarımız bitecek mi, güzel kızım? Yani bir daha denenmeyecek miyiz? Ya da İlahi Planda başka roller verilmeyecek mi! Hayatlarımız güllük gülistanlık mı olacak! Gelen gideni arattırır! Bunu kulağına küpe et!”
“Annem diyor ki: "İnsan kaderinden kaçamaz! Sen gitmeden, kaderin gider oturur, gideceğin yere!.. Fakat ben yine de gelecek için güzel hayaller kurmaya devam ediyorum. Gerçekleştirebilecek miyim, bilmiyorum."
“Yapmak istediklerimizi tasarlamak bazen yeterli olamıyor. Biz tek başımıza değiliz trafikte. Dilediğimiz yoldan gitmemiz her zaman mümkün değil. Yol kapalı olabilir, biz hatalı seyretmesek de biri bize çarpabilir. Çevirme olabilir. Hedefe varmak, yalnızca bize bağlı değil. Bizim dilediğimiz, bizi istemeyebilir. Yapacaklarımız için başkalarının da katılımı gerekebilir ve onlar bunu kabul etmeyebilirler. Bizler, bütünün parçalarıyız bir yerde. Dilediğimiz kişiyi ikna edemeyebilir, dilediğimiz konuma gelemeyebiliriz. Birimiz birimize, hepimiz birbirimize bağlıyız. Cemiyet içindeki fertleriz. Yonga parçaları gibi değil de iyi kötü yüzme bilen kişiler gibiyiz, hayat ırmağında. Hep beraber akıntıya kapılmış, gidiyoruz… Zaman zaman seninle tanıştığımız gibi birbirimize takılıyor, birlikte devam ediyoruz. Sonra bir dalgalanma oluyor, mesela bir kayadan sekiyor su, ayrılıyoruz, birimiz birileriyle, birimiz başkalarıyla... Her şey değişebiliyor, bir şey hiç değişmiyor. Zamanın akışı… Zaman hızla aynı yere akıyor… Bazen değişiyor akıntının hızı; yolu, yönü bile değişiyor. Yine de çabalıyoruz bize bahşedilen yetenek ve kuvvetle, o nehirde... Kader birleştiriyor, ayırıyor, dağıtıyor, topluyor; eritiyor, çürütüyor, yok ediyor. Külli İrade diyoruz. Her şeye rağmen, sona kadar cüzi irademizle kendimizi ve yakınlarımızı korumaya kollamaya, başkalarına zarar vermemeye çalışarak ilerliyoruz. Gemisini kurtaran, kaptan!..”
“Planladıklarımızı neden tam anlamıyla uygulayamıyoruz?”
“Planladıklarımız, İlahi Plana uygunsa onaylanıyor, değilse beklemede kalıyor. Belki hak edecek, ahrette ulaşabileceğiz belki de asla gerçekleşemeyecekler. Neyi ne kadar değiştirebiliriz ki? Sistem kurulmuş, işlemekte… En büyük şans, iktidar dahi elimize geçse, başka engeller Çin Seddi gibi önümüzde… Her halükârda Allah’ın dediği olur! Sadece diler, dua eder, çabalarız. Başka ne yapabiliriz!?”
“Bu beni çok üzüyor, dede! Eli kolu bağlı hissediyorum, kendimi! Bunalıyorum!..”
“Taksimata rıza!.. Buradaki hayat, evcilik oyunu gibi oynatılıyor. Dünya hayatı, örümceğin en dayanıksız ağdan evine benzer. Üflemeyle bile yıkılır gider. Tercih edilecek bir şey değildir! Önemli olan, gerçek hayatlarımız… Ahiret yurdu… Bakalım orada rıza kapısından girebilecek miyiz!?”
“İnşallah, dede! İnşallah!.. Hep beraber..”
“Kader, beyaz kâğıda sütle yazılmış yazı;
Elindeyse gel de beyazdan, sıyır beyazı!..”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 394