- 978 Okunma
- 9 Yorum
- 0 Beğeni
Komplo
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Kabul etmem gerekiyor ki bazı komplo teorilerini doğru çıkıyor. Dünyayı Yahudilerin, Masonların, İlluminati’nin ya da uzaylıların yönetmesinden bahsetmiyorum. Bunlar bizi doğrudan ilgilendiren konular değiller. Dünyayı Masonlar değil de uzaylılar yönetiyor olsa haftada bir gün fazladan mı tatil yapacaksınız? Maaşınız mı artacak? Trafik mi ortadan kalkacak? Karınız futbolu mu sevecek?
Benim bahsettiğim hayatımızı gerçekten etkileyen güçlerle ilgili komplo teorileri... Bir grup insan var; sayıları giderek artıyor. Her sene aralarına yenileri katılıyor, yeniler grubun öğretileri doğrultusunda yetiştiriliyorlar. Bir anlamda aralarında usta-çırak ilişkisi var. Eğitimleri bitince de bu kişiler, ki kendilerine kasap diyorlar, bir ağızdan yemin ediyorlar; öyle mırıl mırıl da değil, ciğerleri patlarcasına.
“Biz, bugün burada beratını alan kasaplar olarak hep birlikte yemin ediyoruz ki, bu işi yaptığımız, elimiz bıçak tuttuğu, beyaz önlüğümüz kanlandığı sürece asla ve asla müşteriye kalın etten biftek vermeyeceğiz. O kalınını istese de duymazlıktan geleceğiz. Eti dövmemizi engellemek için kendi elini araya soksa da eti ve gerekirse onun elini yamyassı yapacağız. Müşteri yıllarca kösele çiğneyecek ve biftek yediğini sanacak. Bunu yapacağımıza namusumuz ve şerefimiz üzerine yemin ederiz!”
İşte bu yüzden ben o toprakları ve kasapları arkamda bırakıp Yeni Dünya’ya göçtüm. Önce kendime bir ev aldım. Evin kocaman bir arka bahçesi ve o bahçeye bakan terası olmasına dikkat ettim. Sonra terasa bir mangal aldım. Öyle komşum Benny’nin gibi altı ayrı gözlü, iki dev ekran televizyon fiyatına olanlardan değil. O canavarlara göre kalender ama memleketten gelen eş dost karşısında beni utandırmayacak bir mangalım oldu.
Sonra sıra eti seçmeye geldi. Bunun için de önceden bir takım kurallar koymak zorundasınız yoksa et seçerken dikkatiniz dağılıp kötü bir tercihle eve dönebilirsiniz. Benim kurallarımiki tane: En az üç libre ve yağlı olacak. Ne kadar büyük, ne kadar kalın, ne kadar ağır, o kadar iyi. Geçenlerde markette elime altı buçuk librelik bir et geçince gözlerimden yaşlar süzülmüştü.
Eti alınca iş bitmiyor haliyle. Terbiye edilmesi gerek o parçanın. Yoldan geçen insan sayısı kadar terbiye şekli var ama ben kendimden başka kimseye kulak asmıyorum. Öncelikle eti delip, üzerinde öğütülmiş karabiber gezdiriyorum. Sonra sarımsak, sonra da Worcester sosu... Bu noktadan sonra hem etin, hem benim dinlenmeye ihtiyacımız oluyor. İdeali geceyi geçirmek ama bu her zaman mümkün değil.
Etin yanına bir şeyler hazırlanması gerektiğini düşünüyorsanız kalkın gidin masamdan. Et söz konusuysa zengin sofra yoktur; sadece et vardır. Eğer yanına bir şeyler istiyorsanız bu etin iyi yapılmadığını gösterir. En sevdiğiniz yiyeceği yerken niye iştahınız ikinci sınıf yiyeceklerle kapayasınız ki? Sadece et ve yanına iyi bir şarap. Sör Charles mesela...
Geçenlerde tabağındakileri bitirip, kadehinin de dibini bulan eşimin soracağı tuttu:
“İşin kolayına mı kaçıyoruz dersin? Gidip marketten et alıyoruz. Eskiden kendi yakaladığımız av etlerini yerdik. Bu kadar yağlı değillerdi, hem de biraz hareket ediyorduk.”
İtiraf etmeliyim, Amerika’ya göç etmeden önce kasaplar beni o kadar hayal kırıklığına uğratmıştı ki dayanamayıp kendi etimi kendim sağlar olmuştum. Her hafta bir dana almaya can dayanmayacağı için avcılığa merak sarmıştık. Başlarda bunu pek kotaramadığımızı kabul etmeliyim. Şehir insanısın, masabaşı adamısın, nereden gidip avcı olacaksın?
Kulağa geldi kadar kolay değil: Arayıp, tarayıp sahipsiz birilerini bulacaksın, biçimli şekilde öldüreceksin. Bütün bunları da kötü kokan, yağsız, yaşlı ve etten çok kemik taşıyan bir beden için yapmış olacaksın. Vazgeçmeye çok yaklaştığımız oldu.
Neyse ki zamanla evsiz, barksızlar yerine gelir düzeyi belli olan, sağlıklı, genç, hamur işi sevenleri nasıl bulacağımızı öğrendik. Böylece çok daha başarılı sonuçlar aldık. Evet, ot yemeyen bir canlının et tadı da farklı oluyordu ama en azından kasapların eti dövmesinin önüne geçmiştik.
Hikayenin geri kalanı oldukça tanıdık. Bir işi iyi yapmaya başlayınca giderek kanıksıyor, dikkat etmeyi bırakıyorsun. İster istemez izler kalıyor, insanların dikkatini çekiyorsun. Bir gün birileri yakın civarda kalıntıları buluyor, vs. Çok geç olmadan tası, tarağı toplayıp taşınıyorsun. Uzaklara gidiyorsun, izini kolay kolay bulamayacakları yerlere, kasapların etleri rahat bıraktıkları diyarlara.
Eşimin canı ara ara av eti çekiyor ama ben artık yeminliyim: Üzerinde etiketi olmayan hiç bir şey yemeyeceğim.
YORUMLAR
Bir yemin seansından sonra beklediğim düş, sıradan bir yazıya dönüşmüş. Sanırım sizden beklentim daha farklıydı. Diğer öykülerinize göre çok yavan kalmış. Selamlar.
İlhan Kemal
Atlantik ötesi uçuştan inen, yanında canlı doku taşıdığı için acele eden biri. Havaalanında kendisini ambülans beklemiyor; bir taksiye atlıyor. Taksiye yüklüce para teklif ediyor: Şahin'i Ferrari kıvamında kullanması için. Yolda aklından şu andaki öykünün girişi geçebilir, yemin törenine kadar olan bölümü. Sonunda soluğu Anadolu yakasında alıyor. Otuz iki yıldır bu anı, Erdoğan'la karşılaşmayı beklemiş. Erdoğan çocukluğunda onu yamyassı bifteklerle tanıştıran kasap. Ona Amerika'dan getirdiği kalın bifteği gösterecek. ''Bir genç vardı, kağıttan biftekler yediriyordun, hatırlıyor musun?' diyecek.
Bu noktadan sonra ister Erdoğan'la yapılan bir mangal başı sohbeti (Sohbette Erdoğan'ın bizimkini alt etmesi beklenir) olabilir, ya da Erdoğan'ın kasap dükkanını kapanmış bulabilir. Finalde uçmak istenirse vejetaryenliği benimsemiş bir Erdoğan'la bile karşılaşabilir. Saygılarımla.
İlhan Kemal
Ama başlık için ister istemez sormak durumundayım: Neden kaygı yaratıyor? Komplo teorilerini ciddiye almayan biriyim. Bu öyküyü de aynı ciddiyetsizlik üzerine kurdum. Bir grubun (Kasapların) olumsuz bir davranış üzerine (Eti döve döve kağıt haline getirmeleri) ağız birliği etmiş gibi durması bana komplo teorisi gibi geliyor. O yüzden de adının sorunlu olmaması gerektiğini düşünüyorum.
Yorumunuz için çok teşekkür ederim. Saygılarımla.
Bir göç hikayesinde henüz başkahraman olamasakta göç etmek için yaşadığım şehrin bitmek bilmeyen kasvetli kışı ve arkasından gelen yaz ayının göz açıp kapayana kadar geçmesi bile hatırı sayılır bir göç sebebi olabilir.Bir adaya düşseniz yanınıza alacağınız üç şeyden biri eti bu kadar sevmenize rağmen mangal olma ihtimali düşük olsa bile vazgeçilmezlerin arasında tadı kaçan mangal keyfininde göç nedenleri arasında yer alması ve bir mangal sevdasının insanın yaşam akışında ne gibi değişimlere yol açabileceği üzerine yine size özgü,ana fikri esprisinde saklı bir yazıydı.Saygılarımla.
İlhan Kemal
Ne zaman ki göçtüm, ne zaman ki imkanlarımız el verdi, eşim tüm itirazlarıma rağmen bana bir mangal aldı (Resimdeki). Artık ateşin başında, kendi etimi yapmak zorundaydım. Uzun sözün kısası ıssız bir adaya düşersem yanıma bir mangal, bir de mangalcı alacağım.
Serhat Bey'in yorumuna yanıt verirken 'Gidişimde kasapların payı büyük' demiştim. Sonra payı olan diğerlerinden bahsetmiştim ama o bölümü çıkarmak daha uygun geldi. Siz sözünü etmişsiniz, bari ondan da bahsedeyim:
Sonsuz süren kışların, gri gökyüzünün, gri asfaltın, beton yığınlarıyla kaplı şehrin, daha da betonlaşacak olmasının da payları var göç etmemde. Saygılarımla.
Eskıden kekik ile beslenirdi hayvanlar. Şimdi hormonlu ilaçlarla besliyorlar ve ağızda lokmalar büyüyor.
Kasapların çoğu eğitimsiz. Eti dövmeyi bile bilmiyorlar. Hem insanları eğitmek hem iyi hayvan yetiştirmek galiba en iyisi. Sevgilerimle...
İlhan Kemal
Siz "Eskiden kekik ile beslenirdi hayvanlar" deyince aklıma Acaba bizim kendimizin etimizin tadı ne yönde değişti? sorusu geldi. Daha az hareket ediyoruz (Etimizi yumuşatır), fast food sağolsun, daha yağlıyız (Ette yağ her zaman artıdır). Bakalım bu konuda yapılmış bir çalışma bulabilecek miyim? Sevgilerimle.
Hikayenin içine gizlenen espriyi bulamadım ama Türkiye'deki et fiyatlarını düşünürsek yakında insanların kösele yemeye kalkacağını sanmıyor, biliyor gibiyim :( çünkü atalarımızdan kalma av yapma tekniklerini bilmiyoruz. Bilsek bile avlayacak av yok, her şeyin olduğu gibi onların da neslini tüketmek üzereyiz.
İlhan Kemal üslubu ile yazılmış güzel bir öykü
tebrik ederim.
İlhan Kemal
Et her yerde pahalı (Daha bugün 33 dolar verdim) ama kişilerin alım gücüne oranla Amerika'da görece ucuz (Mesela benzin nispeten değil, gerçekten ucuz: Şu aralar litresi 1 lira 70 kuruş)
Asıl sorun verilen paranın karşılığını alabilmek. 2002 yılında bir belgesel çekimi sırasında yemeklerde kullanılmak üzere kesilmiş köpeklerin kemiklerine denk gelmiştik. Bazen paramızın karşılığı o bile olabiliyor.
Beğendiğiniz için teşekkür ederim. Saygılarımla.
Hocam;Göç etmekte bir tercih tabii ancak kalıpta kasapları adam etmek sanırım daha önemli biraz zaman alır ama eti döverek lezzet katamayacaklarını öğretmek gerekir.
Güzeldi yazınız
saygılarımla
İlhan Kemal
Acaba böyle şeyler gerçekten yaşanıyor mu? Avcılık yaşanmıyor olsa bile, kasapların zulmü sanırım yaşanıyor... Kasapların ettiği yemin sanırım uygulanmakta, marketlerden aldığımız etler gerçekten kösele... Sıradışı bir öyküydü. Keyfederek okudum.SAYGIYLA
İlhan Kemal
Kasaplarımıza gelince. Yirmi yıl önce Amerika'da öğrenci iken etlerle fotoğraf çektirirdim, sırf bizim kasaplara etlerin nasıl olabileceğini göstermek için. Olumsuz meslekler arasında benim için taksiciler bir, kasaplar iki. Saygılarımla.
Bir kaç yıl önce Miami'de sokak ortasında kurbanını mideye indiren bir yamyam vurulmuştu. Adamı 12 kurşunla ancak etkisiz hale getirebilmişlerdi. Kurbanı ise uyuşturucu bağımlısı bir evsizmiş. Yazınız bana bu olayı hatırlattı. Fakat yazıdaki espriyi yakalayamadığımı hissediyorum. Benim gördüğümden farklı bir şey anlatılmak istenmiş, kesin. Bunun yanında, illuminati ile ilgili bir şeyler okumadığıma çok sevindim.
Saygılarımla.
Aynur Engindeniz tarafından 5/19/2015 2:24:05 AM zamanında düzenlenmiştir.
İlhan Kemal
Temelde sorun Türk kasaplarının belirli bir çerçevenin dışına çıkamayışları. Öyle ki sırf istediği türde et vermedikleri için anlatıcı istediği eti kendi bulma durumunda kalıyor. Sonunda da yurtdışına kaçmak zorunda kalıyor. Kasaplar şu kalın etleri en baştan sağlasalardı bütün bunlar olmaz, birçok kişi de hayatta olurdu mesajıyla bitiyor.
Yazdığımdan kesinlikle gurur duymuyorum. Belki 'Sör Charles mesela' deydiğim noktada bitirmeliydim ama o zaman da ''Adam kalın et bulamadığı için Amerika'ya göçmüş. Ee yani?'' denecek bir öyküye dönüşecekti. Bu yüzden de yamyam bölümü eklemek zorunda kaldım.
Normalde çok da bilinmeyen bir konudan bahsedeceksem bir miktar konu üzerine okuma yaparım. Bu sefer tembelliğim tuttu, yapmadım. Yamyamlık da bir iki cümleyle geçiştirilmek zorunda kaldı; kavram öyküde yama gibi durdu.
Öykünün konusu, et yemeyi çok seven ama mangal yapmaktan hazzetmeyen biri olarak mangalın başında dikildiğim günlerden (genellikle gece oluyor) birinde aklıma geldi. Karanlıkta, sağnak yağmurda, kış soğunda, hatta yıldırımların ard arda çaktığı gecelerde mangal yaptım; sırf et yemeyi sevdiğim için. Kalın etleri yapması zaman aldığı için ister istemez açıkhavada uzun süre tek başınıza kalıyor ve hayal kuruyorsunuz. Her hayal de başarılı bir şekilde öyküye dönüşmüyor. Bu değmeyen metne zaman ayırdığınız için teşekkür ederim. Saygılarımla.
Aynur Engindeniz
Hala bir roman yazsanız nasıl olurdu diye düşünüyorum. Anlatım nasıl olurdu?
İlhan Kemal
Roman anlatımım nasıl olurdu? Bilmiyorum. Roman yazacak sabrım yok. Elimdeki tek roman konusu da kendi yarattığım bir komplo teorisine dayanıyor (Ciddi bir teori, kasaplarla ya da taksicilerle ilgisi yok) Ama dediğim gibi yazabileceğimi sanmıyorum.