- 995 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
‘’ATATÜRKÇÜLÜK YA DA SİSTEMSİZLİK İŞTE BÜTÜN MESELE BU! (dokuzuncu bölüm)
17 ağustos 1999 Marmara depremi resmi rakamlara göre; yirmi bin insanımızın öldüğü doğal afet olarak kayıtlara geçip hafızalarımızda yer etmişti.
Depremin ilk saatleri itibariyle ülkemizin her köşesinden milletimizin fedakâr insanları kendi olanaklarıyla depremzedelerin yardımına koşup canla başla o insanların yarasını sarmaya çalışırken O güne kadar vatan millet söylemlerinin ötesine geçemeyen ceberut devlet anlayışı, refleks olarak yerinden bile kalkamamış günlerce sosyal devletin yapması gereken görevleri ve afet koordinasyon işlerini yapamamıştı.
Marmara Depremi’nin bir başka özelliği de tarihsel olarak siyasi hayatımızda yaşanacak depremin ve radikal değişimlerin öne çıkacağı yeni bir sürecinde startını vermiş olmasıydı.
Büyük felaketin yaşandığı o güne kadar ülkeye bir çivi bile çakmayıp yıllarca ülkedeki çarpık yapılaşmaya kayıtsız kalan insanımızın milli duygularını sömürmekten başka bir şey yapmayan ve bu şekilde varlığını sürdüren yapılar Marmara depremiyle duvara toslamışlardı. Siyonist yapılar ve bu yapıların oluşturduğu ve siyasal hiçbir alt yapısı olmayan ve topluma yıllarca dikte edilip zorla dayatılan Kemalizm’in içi boş eylem ve söylemlerden başka bir şey olmadığını ortaya çıkmıştı. Maalesef Türk halkı bu gerçeği günlerce çaresizlik içerisinde enkazın altında kalarak öğrenmiştir.
17 ağustos Marmara depremi ileride Türk siyasal hayatında da yeniden yaşanacak siyasi depremlerinde başlangıcı olmuştu.
7/ yıllık görev süresi tamamlanan Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in yerine 16 Mayıs 2000 yılında Anayasa mahkemesinin başkanı Ahmet Necdet Sezer 10.cumhurbaşkanı seçilmişti.
Başbakan Bülent Ecevit’in önermesiyle ve koalisyon ortaklarının üzerinde mutabık oldukları Ahmet Necdet sezer mecliste yapılan üç turlu seçimin üçüncü turunda Cumhurbaşkanı seçilmişti.
Ancak Ahmet Necdet Sezer’in Cumhurbaşkanlığı dönemi koalisyon hükümetiyle arasında zıtlıkların yaşandığı bir dönem olmuştu.
Hükümetin hazırladığı ve Cumhurbaşkanın imzasına sunduğu hemen her kararnameyi, Sezer veto etmiş onaylamamıştı. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ile Başbakan Bülent Ecevit arasında süren gerilim 2001 yılı19 Şubat pazartesi günü, Türkiye Siyasi ve Ekonomi tarihinin en karanlık günlerinden biri olarak tarihe geçecekti. O gün milli güvenlik kurulu toplantısında Cumhurbaşkanı Sezer ve başbakan Ecevit’in arasındaki aylardır süren gerilim patlama noktasına gelmişti. Anayasa kitapçığının fırlatıldığı olaylı milli güvenlik toplantısında Cumhurbaşkanı Sezer ve Başbakan Ecevit arasında yaşanan tartışmaların sonrasında Başbakan Bülent Ecevit toplantıyı terk etmişti.
Bu olayın hemen akabinde Bülent Ecevit’in üzgün bir ses tonuyla bizzat kendisi tarafından MGK da yaşananları basına yaptığı açıklamayla kamuoyuna duyurması ülkede deprem etkisi yaratmıştı.
’MGK toplantısında yaşananların detayları gazete ve televizyonlardan ayrıntılı açıklamalarıyla kamuoyuna şöyle; duyurulmuştu.‘’MGK toplantısı başlarken ‘’Sezer, Ecevit’in devlet denetleme kurulu DDK’nın çalışmalarını eleştiren sözlerinden rahatsızlığını dile getirmişti. Cumhurbaşkanı Sezer eleştiri yaparken anayasal hakkını kullandığını vurgulaması üzerine dönemin Başbakan Yardımcısı Hüsamettin Özkan araya girip, ’O anayasayı bir de biz görelim, anlayalım’ ‘demiş ve bunun üzerine Cumhurbaşkanı Sezer de, Özkan’ın bu sözüne sinirlenip elinde tuttuğu anayasa kitapçığını Ecevit ve Özkan’ın önüne fırlatmıştır.’’
Bu açıklamanın sonrasında ülkede büyük bir ekonomik kriz dalgası başlamıştı. Borsa çökmüş, döviz fırlamış, iş piyasaları kilitlenmiş ve ülkede üretim durmuştu. Ülkede tüm bunlar yaşanırken her fırsatta vatan millet edebiyatı yapan Siyonist yapılardan oluşan faiz lobisi ve rantiyecilerde bir yandan da ülkeyi soymakla meşgullerdi. Bu işleri de ülkenin önemli kurumlarında en üst mevkilere gelmiş emekli asker ve bürokratlardan oluşan insanların aracılığıyla yapıyorlardı.
Ara not; ( ‘’vatanının ve milletinin çıkarlarına bilerek ve isteyerek zarar vermeyecek asker ve bürokratlar müstesna’’)
‘’Demokratik kültür seviyesi düşük ve insan hakları bilinci gelişmemiş, iki kere ikinin beş ettiğini sanan, sorulduğunda iki kere ikinin kaç ettiğini biliyoruz. Üç eder diyen, beş yaşındaki çocuğun zekâ düzeyine sahip emekli paşaları ve bürokratları ülkenin bankalarının ve finans kuruluşlarının hatta büyük kumarhanelerinin başına imza yetkisine sahip genel müdür olarak getirmişlerdi. Askeri vesayete dayalı siyasetin sürdürüldüğü ülkemizde o paşaların ve bürokratların sadece imzasından ve devlet içinde ki nüfuzundan faydalanıp millete ait paraların olduğu ülkenin bankalarının ve finans kuruluşlarını hortumlayıp içini boşaltmışlardı. İçleri boşaltılıp batırılan banka ve finans kuruluşlarının ülkeye yani millete maliyetinin 80 milyar dolar olduğu açıklanmıştı. Hortumlanan bankalardan dolayı devletin iç borçlanması artmıştı. Millete ait olan hazine de tam takır bırakılmış, devletin kasası boşaltılmıştı.)
……….
DSP-ANAP-MHP koalisyon hükümeti oldukça sıkıntılı bir dönemden geçiyordu. Yaşanan ekonomik krize çare bulmak amacı ile dünya bankasında görev yapan Kemal Derviş alelacele Amerika’dan getirilip ekonominin başına geçirilerek devlet bakanı yapılmıştı.
Kemal Derviş, göreve başlar başlamaz bir dizi ekonomik programın uygulanmasın istemiş ve hayata geçirilmişti.
Siyonist yapıların işbirlikçileri olan (mutlu azınlık)statüsündeki çakma ulusalcıların yıllardır yaptıkları demokrasi dışı pislikler yüzünden ülke iflasın eşiğine gelmişti. Fakat buna rağmen maalesef hayata geçirilen derviş’in ekonomik önlemlerinin faturası on yılardır olduğu gibi yine her kesimden halkın omuzlarına yüklenmişti.
Ülke bu denli zor zamanlardan geçerken, onlar bir taraftan da halen korkulu rüyaları olan İslami kesimlerle uğraşıp İslam düşmanlığı yapıyor ve ülkede yeni krizler çıkarmaya çalışıyorlardı. Nede olsa ellerinin altında on yıllar boyu çıkardıkları krizlerin sosyal ve ekonomik bedelini ödeyen masum ve sindirilmiş bir halk vardı.
Mutlu azınlık statüsündeki Siyonist kesimlerin işbirlikçileri olan çakma ulusalcıların bir başka kâbuslarıysa yaklaşan genel seçimlerdi. Çünkü son yapılan ‘’yerel seçimlerde Fazilet partisi 1.parti çıkmış ve Türkiye’nin hemen her bölgesindeki önemli il ve ilçe belediyeleri almışlardı. Bu nedenle Siyonizm’in işbirlikçileri var güçleriyle fazilet partisinin kapatılması için uğraşmışlardı. Adeta şuursuzca İslami kesimlere saldırıyor, Fazilet partili belediyelerin halka dönük her türlü sosyal faaliyetlerine bile bir bahane bulup ‘’laik Cumhuriyet ilkelerine ters diyerek Cumhuriyet Savcılıklarına suç duyurusunda bulunuyor ve Anayasa mahkemesine dava açıyorlardı. Öyle ki, Buna Fazilet Partili belediyelerinin sınırlarında olan camilerde kandil gecelerinde okutulan mevlidi şerifler bile dâhildi.
Ara not; fakat Siyonist yapıların ve onların işbirlikçilerinin bütün bu uğraşları boşunaydı. Bir atasözünde olduğu gibi ‘’Ecel gelmişse cihane (bu cana) baş ağrısı bahane’’ ya da başka bir atasözünde olduğu gibi’’Göz çıkmışsa kısmetten, toz gelir Bağdat’tan (bu sözün orijinali biraz müstehcendir.) İşte Siyonistlere uşaklık yapanların o günlerde ki durumu tamda böyleydi. Yani ırak’tan gelecek şeyin canlarını yakacağını iyi bildikleri için paranoyak olmuş her şeyden nem kapıyorlardı.
O dönem muhafazakar kimliğiyle tanınan İstanbul’un belediye başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı istiklal marşımızın şairi merhum Mehmet Akif Ersoy’un bir şiirini okuduğu için deliye dönmüş çok korkmuşlardı. o şiirde geçen ‘’camiler kışlamız minareler süngümüz’’ sözlerini tehdit olarak algılamış ve TRT’ de yayınlanan Herodot Cevdet’in repliğinde ki gibi (aman sabahlar olmasın kardeşiiim) deyip akabinde ve detayında Siyonizm’in uşakları son bir çırpınışla ve can havliyle Anayasa mahkemesine başvurup şiirde ki o sözleri gerekçe göstererek ‘’Erdoğan’a mahkûmiyet aldırtıp 10 ay, hapis yatmasın sağlamışlardı. Aslında, o olay Siyonist yapıların işbirlikçileri için sonun başlangıcı olmuştu.)
………
Kemal Dervişin, dalgalı kurla birlikte 15 Mayıs 2001’de ‘’Güçlü Ekonomiye Geçiş’’ programı, uygulanacaktı. Ancak önemli bir sıkıntı söz konusuydu.Merkez bankası yeterli finans stokuna sahip değildi ve acil paraya ihtiyaç vardı. Çünkü kamuda çalışan memurların ve emeklilerin maaşlarını ödeyecek para devletin kasasında yoktu. Üstelik daha, çakma ulusalcıların hortumlayıp içini boşattıkları bankalara müdahale gereği ‘’Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF) bünyesine alınan bankalara da trilyonlarca liralık kaynak aktarımı yapılması gerekiyordu.
Kemal Derviş’in 3 ay içinde ekonomik büyüme başlayacağına ilişkin açıklamaları maalesef gerçekleşmemişti. Derviş daha sonra "Krizin derinliğini görememiştim" şeklinde açıklamalar yapmak zorunda kalmıştı. Yani bir bakıma sözde vatanseverlerin bu ülkeye verdikleri zararın nedenli büyük olduğunu ilk başlarda göremediğini de böylece itiraf etmişti.
Yeni ve ikinci stand-by anlaşmasına yönelik hazırlanan ekonomik önlemlerle ilgili açıklamaların yer aldığı iyi niyet mektubu IMF’ye sunulmuş ve IMF’den gelece yüksek faizli kredinin onaylanması bekleniyordu. O dönem Türkiye genelinde tüm piyasalar kilitlenmiş iş dünyasından insanlar adeta dünya kupası futbol maçının final sonucunu bekler gibi IMF’nin 00.16 ya kadar açıklayacağı Türkiye’nin kredi talebini onaylama kararını gün boyu radyo ve televizyonları başında heyecanla bekliyorlardı. Nihayet beklenen açıklama yapılmış ve IMF’ yetkilileri talep edilen kredinin onaylandığını ve 3.9 milyar dolarlık dilimler halinde ödeneceğini Türk ve dünya kamuoyuna duyurmuştu.
Türkiye’nin kredi talebinin onaylanması ülke genelinde piyasalarda kısmi bir rahatlama yaratmışsa da IMF’nin damgasını vurduğu 3 yıllık Kemal Derviş döneminde Türkiye 40 milyar doların üzerinde bir parayı daha mevcut borcuna ilave olarak borçlanmış ve toplumun borcu 200 milyar doların üzerine çıkmıştı. O dönemin Son verilerine göre, iç borç toplamı 122 katrilyon TL, dış borç toplamı 115 milyar dolara yükselmişti. Buna karşılık (‘’Bu gün,yıllık 10 bin altı yüz dolar olan ‘’Kişi başına düşen milli gelir ) o gün maalesef 2 bin üç yüz dolardan 2 bin 167 dolara gerilemişti.
Ara not; O yıllarda Türkiye, kişi başına düşen milli gelirde dünyanın en fakir 13 ülkesi arasındayken yaşanan son siyasi ve ekonomik krizlerden dolayı kişi başına düşen milli gelirin 2 bin 167 dolara gerilemesiyle birlikte büyük bir başarıyla(!) 11.sıraya düşmüştü. Sanırım Atatürk’ün ülkemizin ‘’mubassır medeniyetle seviyesine çıkarılması hedefini başka yerlerinden anlayan Siyonizm’in güdümünde ki çakma ulusalcılar sondan birinciliği kapmak için ellerinden gelen çabayı sarf etmiş ülkede istikrarı bozmak krizler çıkarmak adına var güçleriyle çalışmışlardı. ve artık sondan birincilik için Türkiye’nin önünde çoğunluğu fakir Afrika ülkelerinden oluşan sadece on ülke kalmıştı.)
Siyonist yapıların ülke içerisinde ki işbirlikçileri olan çakma ulusalcıların menfi başarıları bununla da sınırlı değildi. Örneğin; insan hakları ihlalinde ülkemizin Rusya ve kuzey Kore’nin de olduğu dünyanın ilk üç ülkesi arasında olmasını sağlamışlardı.
Aslında bu durum farklı bir bakış açısıyla değerlendirilirse şöyle bir sonuçta çıkıyordu; Rusya ve kuzey Kore’nin komünist blok ülkeleri olduğu düşünüldüğünde NATO ülkeleri arasında birinci ve tek ülkenin Türkiye olduğunun sonucu net olarak ortaya çıkıyordu. Son olarak ta o yıllarda ülkemizi gelir dağılımı bozukluğunda ve kalkınmışlık seviyesinde ki düşüklüğüyle dünyanın en kötü altı ülkesi arasına sokmayı da başarmışlardı.)
………..
Başbakan Bülent Ecevit 17 Mayıs 2002 de rahatsızlanarak hastaneye yatmasıyla siyasetin ibresi başka bir yöne dönmüştü,. Siyaset çevrelerinde ve kamuoyunda ’Seçim ne zaman olacak?" sorusu sıklıkla konuşulmaya başlanmıştı.
21 Mayıs 2002 - Liderler zirvesi Ecevit’in devam eden tedavisi nedeniyle Başkent Hastanesi’nde yapılmıştı 77. doğum gününü de hastanede kutlayan Ecevit taburcu olmuş ve evinde istirahata çekilmişti.
30 Mayıs 2002 de milli güvenlik kurulu MGK tarihinde ilk kez ‘’Başbakansız olarak Cumhurbaşkanı Sezer başkanlığında toplanmıştı. Daha sonra başbakan Bülent Ecevit’in sağlık durumuyla ilgili kamuoyunda artan spekülasyonlar sonucu da 9 Haziran 2002 de haftalardan sonra ilk kez kameralar karşısına çıkan Ecevit gazetecilerin sağlık durumu ve güncel siyasi konularla ilgili sorularını yanıtlamıştı.
7/ Temmuz 2002 yılında hükümet ortağı MHP’nin lideri Devlet Bahçelinin koalisyondan ayrılmaya dönük söylemlerinden sonra 16 Temmuz 2002 de Koalisyon ortakları bir araya gelerek 3 Kasımda erken genel seçim yapılmasına karar verdiler.
Ara not; Üç tarafı denizlerle çevrili, dünyanın en değerli coğrafyasında yer alan, müthiş bir turizm potansiyeline sahip ülkemizde. Çok yönlü tarıma elverişli, bereketli toprakları, yer altı ve yer üstü maden ve su kaynakları olmasına rağmen, ülkemizi siyasi ve ekonomik olarak dünyanın gerisinde bırakmışlardı. Üstelikte, çok önemli bir avantajı olan zengin kültürü rengârenk güzel insanları ile birlikte genç nüfusa sahip ülkemizi Cumhuriyet tarihi boyunca gelişmişlik seviyesi en düşük ve çok sınırlı imkânlara sahip dünya ülkeleri arasında tutmayı başarmış ve sondan ilk sıralara taşıma konusunda da önemli bir çaba sarfetmişlerdi.
Sonuçta; Türkiye’yi dünyanın en fakir ve düşkün on ülkesi arasına katmayı başarmışlardı.
Siyonizm’in emrindeki çakma ulusalcılara bu üstün başarılarından dolayı yüce milletimiz tarafından hak etikleri madalyayı takma vakti artık gelmişti!!? )
………..
Çakma ulusalcılara madalyalarının takılacağı tarih;
3 kasım 2002 yılı genel seçimleriydi
Devam edecek
Serhat BİNGÖL 18.05.2015
YORUMLAR
Yine ibretle,
yine üzülerek okudum.
Her anını sıkıntılarla geçirdiğimiz o sevimsiz zaman dilimleri canlandı gözlerimizin önünde yine.
Ve,
bir kez daha Yüce Yaratana şükrettim bu günleri görebildiğimiz için.
Bir kez daha aziz milletime olan minnettarlığımı tazeledim.
O insanlar ki,
her şeyi,
herkesi,
her hareketi görür,
vakti zamanı geldiğinde değerlendirir.
Yapılması gerekenin de en iyisini yapar.
Eline sağlık dostum.
Çok canlı, çok akıcı, çok etkileyici bir bölüm olmuş.
Serhat BİNGÖL
Bu gün 19 Mayıs Atatürk’ü anma gençlik ve spor bayramı 2002 öncesi Siyonizm’in basın sözcüsü yapılar gazete binalarının ön yüzünü kaplayacak kadar büyüklükte bayrak ve Atatürk resmini asarken şimdi hiç ne bayrak ne resim hiç bir şey yok. Niye çünkü Atatürk’ü pazarlayacakları Atatürk üzerinden rant devşirecekleri bir ortam yok
Atatürkçülük enteresan bir durum oldu kimin Atatürkçü, kimin Atatürk üzerinden siyasi ya da ekonomik menfaat devşirmeye çalıştığı hepsi birbirine karıştı.
Daha düne kadar Atatürk adına(!)yüce milletimizin gencecik evlatlarına insanlık dışı işkence yapıp şiddet uygulayanlar oldu büyük Atatürkçü !? Durun bu işte bir yanlışlık var. Atatürk bu ülkeyi O gençlere emanet etti, ülkeyi emanet ettiği gençlere bizim gençlerimiz bu zulmü yapmayın diyen ve bu yanlışa karşı duranlarda oldu Atatürk düşmanı.
Yine bu ülkenin tüyü bitmemiş bebelerinin hakkı olan yüce Türk milletine ait paraları çalan devleti soyup soğana çevirenler ve bu işleri yaparken Atatürk’ü dilinden düşürmeyenler (!)oldu en hızlı Atatürk savunucusu !? Hey halkım bunlar düzenbazlar Atatürk’ü kullanıyorlar diyen ve gerçekleri söyleyebilen yürekli insanda oldu Atatürk düşmanı. Ve bunun gibi onlarca daha örnek verile bilinir. Gerçek ten karışık bir durum, ne zaman milli ve dini değerlerimizden sıklıkla bahseden bir insan karşılaşsam hep tedirgin olmuşumdur çünkü altında kesin bir çapanoğlu yatıyordur diye düşünürüm.
Sanırım resmi öğretinin ezberlettiğini papağan gibi tekrar eden değil Atatürk’ü doğrusuyla yanlışıyla değerlendirip bizler gibi yüreğinden seven insanlar gerçek Atatürkçülerdir.
Her zaman ki gibi ilgi ve yorumunuzla güç verdiniz sağ olun
Saygı selamlarımla
Serhat BİNGÖL
Hoş geldiniz
Doğrusu başkanlık sistemimi daha sağlıklıdır yoksa parlamenter sistem mi yeniden revize edilerek işlerlik kazandırılması mı daha sağlıklıdır onu bu işin uzmanları daha iyi değerlendirecektir.
Ancak bu haliyle mevcut siyasi yapımızın baş döndürücü hızla kalkınma yarışının yaşandığı dünyamızda ülkemizin gelişmiş ülkeler arasına girmesi çok zor gözüküyor. Örneğin; sivil Anayasa yapılması konusunda halkımızın onayı olduğu halde mecliste ki bir avuç insanın kişisel kaprisleri yüzünden beş yıldır çağın gereklerine uygun özgürlükçü bir sivil anayasa yapılamadı. Kısacası mecliste ki bir avuç insan yetmiş beş milyon’un kaderiyle istediği gibi olumsuz anlamda oynuyor.
Yorumunuza ve ilginize çok teşekkür ederim.
Saygı selamlarımla