tekkaş
Kısa bir molanın ardından yola devam eden bu kara tren pamuk ve ekin tarlalarını oldukça hızlıca geçtikten sonra Toroslara tırmanmaya başlayınca, Ayşe ninenin kurtuluş savaşında mühimmat taşıyan kağnısı gibi yavaşladı. Bazen tarladan dönen köylülerin atları trenden daha hızlı gidiyordu. Tren yavaş gitmesi kimseyi rahatsız etmişe benzemiyordu. Sürekli bu şekilde yolculuk yapanlar kendilerine meşguliyet bulmuşlar kimi kitap okuyor, kimisi hikaye anlatıyor. Bazı açık gözlerde Aslı ile kerem hikayelerini, Karacaoğlanın, Fuzulinin,Bakinin, şiirlerini satıyorlar. Bu satıcılar tüm marifetlerini kullanıyorlar. Karacaoğlan derki nolup nolayım ,sakal seni matkap ile yolayım ,bir kız bana emmi dedi neyleyim. Dedikten sonra hikayesini de dinlemek ister misiniz diye soruyor. Eğer hikaye dinlemek istiyorsanız bedelini ödemelisiniz diyor ve başlıyor anlatmaya; Karacaoğlan henüz 17 -18 yaşlarında sırtında sazı oba oba köy köy dolaşıyor. Tabi yolculuğun bir rotası olmadığı için beygir ne tarafa giderse o da sırtında gidiyor.Yine böyle uzun bir yolculuk sırasında tek tük çıkan sakal ile saçlar uzamış ,toz toprak içinde beygirin üstünde bir çeşmeye yaklaşıyor, evlerde bu günkü gibi çeşmede bulunmadığı için orada yaşayan tüm ahali bu çeşme-lerden genellikle kızların taşıdığı suları içerlermiş. Karacaoğlan atından inmeden kızlara bacılar biraz su verir misiniz der .Kızlardan biri toprak testisine suyu doldurup buyur emmi der. Karaca oğlan buna çok içerler ve işte o güzel şiiri yazar. Herkes çıt çıkarmadan can kulağı ile hikaye yi dinlemektedir. Satıcı toplaya bildiği paraları cebe indirdikten sonra başka kompartımanların yolunu tutuyor. O gittikten sonra bu kez de hikayeyi dinleyenler yorum yapmaya başlıyolar. Kimisi ayıp etmiş gencecik çocuğa emmi denir mi? Bir diğeri nerden bilsin canım saçlı sakallı adam derken …….sohbet koyulaşıyor uzadıkça uzuyordu. Tren ağır ağır çıkıyor bense olup bitenleri anlamaya çalışıyordum. evden ayrılalı hayli zaman olmuştu .Ne onlar bana ulaşa bilmişler nede ben onları arayıp nerde olduğumu söylemiştim. Koca ummanda bir yaprak misali dalgalar nereye götürürse oraya gidiyordum. Bu durum bende rahatsızlık yaratmaya başlamıştı. İstan-bulda dayımlar ve ağbim vardı. Ama ev adreslerini bilmiyordum.sadece kulağımda bir Gürün han efsanesi kalmıştı. Gürünlü bir zengin tarafından yaptırılmış olduğunu annem anlatırdı ona da dayım anlatmış olmalı. Ayrıca okuldan uzaklaşma çalışma fikri önceleri cazip gelmişti şimdi ise dışardaki dünyanın bizim hayatımızdan çok farklı olduğunu evde yoksulluk ve çok çalışma var ama güvende var hiç olmazsa evde rahat uyuya biliyorsun. Ama dışarısı öyle değil hem çok çalışacaksın hem de her türlü tehlike ile yüz yüze kalacaksın. Kimse kimseye acımıyor. Bunları düşünürken uyuya kalmışım. Bir gürültüyle uyandığımda tren durmuş yeni yolcular biniyor bir kısım yolcularda iniyor. Tren penceresinden dışarda bu istasyonun neresi olduğunu öğrenmeye çalışıyordum ki bir görevli bağırıyordu. Ulukışla da inecekler kalmasın! bizim kompartımandan da epey kişi inmişt,Tabi binen mi çok inen mi çok bilmiyorum ama her inen bir hikaye bırakırken her binende yeni hikayeler .Bazı yolcular ve yakınları açlıklarını gidermek için yanlarında getirdikleri çıkınları açıyor ve evlerinde nasıl yiyip içiyorlarsa burada da öyle davranıyorlar. Hele çocuklu aileler daha bir alem. Çok ra-hatlar bir elinde yufka bir elinde oldukça büyük bir domates alan yirmi yirmi beş yaşlarında bir deli kanlı bes belli acele ile trene binmiş,saç baş dağınık sıcağın çikolata rengine dönüştürdüğü poyraz yanığı yüzünde elmacık kemikleri ile boynunun görünen bölgeleri taze balık pulu gibi pul pul kir tutmuş,kocaman güzel gözler ve gözlerin üstüne ayakkabı boyası ile çizilmiş gibi bir tek kaş.Yufka ekmeği dürüm yapmış ısırıyor koparmak içinde boynunu şöyle hızlıca bir tara çeviriyor. Bir iki çiğnedikten sonra yutmadan bir ısırıkta domatesten alıyor. Dersinki kıtlıktan çıkmış. Bir yufka bir domates birkaç dakika içinde bitiriyor. Ardından bir yufka bir hıyar alıyor bohçadan yufkayı ikiye katlıyor içine biraz çökelik koyduktan sonra yapıyor dürümünü ,hıyarı soymuyor tozdan rengi bile belli olmayan gömleğinin koluna bir iki kez sürdükten sonra iştahla yiyor. Elinin tersi ile ağzını sildikten sonra cebinden üstüne bir elinde silah tutan asker resminin bulunan sigara paketini çıkarıyor. Dişleri ile sigara paketinin ön yüzünden bir ısırık alıyor paketin içindeki sigaranın uçları görünüyor, ağzında kalan gaıt parçalarını yere tükürürken paketin açılmamış tarafından tutarak diğer elinin baş parmağı ile işret parmağının arasına birkaç kez vurduktan sonra çıkan sigarayı ağzıyla çekip alıyor.Paketi gömleğin ön cebine koyduktan sonra ,ağzındaki sigarayı aline alıp burnuna götürüp şöyle derin bir nefes alıyor,ardınada bir kibrit çakıp sigarayı yakıyor, ardından camı aralayıp peş peşe birkaç kez dumanı içine çektikten sonra içine çektiği dumanı ağzından ve burnundan bir keyifle savuruyor.O zamanlar sigara yasağı olmadığından trenin içi köy kahvelerinden farksız. Belki içenler için sorun değil ama içmeyenler ve çocuklar için çok rahatsız edici. Bazen öyle bir hal alıyor ki nefes almakta zorlanıyorsunuz tabi bu arada öksürenler aksıranlar arada küçük çocukların gaz kaçırmaları ve yemeği iştahla yedikten sonra elini karnında şöyle birkaç kez dolaştırdıktan sonra geğirip estağfurullah ardında elhamdülillah diyerek yoluna devam eden yolcu-lar…………..
Her istasyonda inenler binenler,ardından el sallanan ayrılmanın verdiği hüzünle göz yaşı dökenler……Trene biner binmez hasretliği içinde hissedip, cama koştuktan sonra son bir kez bir birine el sallayan yavuklular, bu karmaşa içinde ben yine göz kapaklarımın ağırlığına yenik düşüp uyumuşum.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.