Bir Memleket sabahı Öyküsü
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Herhangi bir memleket sabahının seherinde içtiğim çorbalar geliyor aklıma. Hani şu sabah namazından sonra, çarşının göbeğindeki taştan bir mabet olan, köşedeki camide kılınan sabah namazından sonra gittiğim, yılların çorbacısı Mehmet Abimin lokantasında içtiğim çorbalar. Damak çatlatır vallahi bol sirkeli, bol taneli işkembe çorbası. Sonra bir de köşedeki kahvede sabahın ilk çayını yudumlarsın. Keyfin eksik kalmıştır ama, dahası lazım ki, bir de sardığın Adıyaman tütününden derin bir nefes çeker, henüz kirlenmeye başlamamış olan havanın, sonsuzluk kadar mavi gökyüzünün ve tepende duran akasya ağaçlarının yeşilliğine bırakırsın dumanını. Sığırcık kuşları çoktan başlamış olurlar, insanı yeni güne başladığına ikna eden, o günlük sabah programı tadındaki şakımalarına.
Tam o esnada kahvenin yüz metre ilerisindeki, eski bakkal dükkânının önünden bir tıslama sesi gelir. İşçi servisi denir halk arasında ama aslı başkadır onun. Şimdi konuyu dağıtmayalım, onu da sonra anlatırım. İşçi servisinin ön ve arka kapılarına, sabahın verdiği dinginlikle, muntazam bir tek sıra halinde sıralanan işçiler göze çarpar. Bilirsiniz aslında, duymuşluğunuz vardır belki haberlerden. Geçen yıl bu zamanlar, yalnızca helal ekmek parası peşinde koşarken katledilen madenciler var ya. İşte o şerefli kabilenin, henüz katledilmemiş olanları bunlar. Maden işçileri diye de adlandıranlar var tabii. Günün aydınlığını en iyi bilenler yani. Her gün yeni doğan güneşe, bir daha görme şansı olmayacakmış gibi, doyasıya, umursamazca bakan adamlar.
Herkes için doğan güneşin, insana yaşadığını hatırlatan tatlı sıcaklığını, yalnızca o melun tıslama sesi gelene kadar görebilenler yani. Çocuklarını aydınlıkta, gerçek ışığın altında dünya gözüyle görebilmek için, odalarını evin yalnızca sabahları güneş alabilen kısımlarına kuran adamlar yani. Her gün aynı mezara tekrar tekrar girip, yalnızlık denilen şeyi hakkıyla yaşayanlar yani. İşte bu adamlar da servislerine binip gittiler mi, artık benim eve gidip yatma vaktim gelmiş demektir.
Ben mi kimim. Az önce doyamadıkları sabahı terk edip, karanlığa gömülmeye giden madencilerden, son bir sabah daya yaşayamayan, asıl güneşi görebilenlerden biriyim. Her sabah, ama her sabah küçük kızım okula giderken, yukardan onu seyreden babayım. Az önce hasretini çektiğim sabahı, bir daha yaşayamayan bir adamım. Yani hüznün parlak yüzüyüm. Yani yitip gitmişliğim. Yani, yanisi yok işte… Ben, bir yıl önce öldürdüğünüz madencilerden herhangi biriyim. Sizin unutmuş olmanız beni yok etmez. Ben hep bir vicdan azabı olarak sizin içinizde, kaybolmaya yüz tutmamış olan bir yerlerde olacağım. Ben adımı şanlı tarihimize, kömür karası bir ölümle yazdıranlardan biriyim. Siz hiç şey yapmayın, kızım başının çaresine bakar, siz daha önemli kavgalarınızla boğuşurken, o da bir nehrin akıntısına kapılır nasıl olsa.