- 380 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
BELLEĞİMİZ KİMLİĞİMİZDİR
BELLEĞİMİZ KİMLİĞİMİZDİR
Hayat bir öyküye benzer, önemli yanı eserin uzun olması değil iyi olmasıdır. Seneca
Yeryüzünde doğan her çocuğun bir kimliği vardır. İlkel toplumlarda gayet tabiidir ki yazılı kimlik söz konusu değildir. Onlarda her çocuğun bir ismi vardır ve bu isim onun kimliğidir. Günümüzde kimliksiz kalmanın ne denli problemler yarattığı hepimizce bilinmektedir. En basitinden, kimliğinizi kaybettiğiniz zaman, kim olduğunuzu kanıtlamak oldukça zordur. Acaba kimliğimiz sadece bize verilen isim ve nüfus kâğıdından mı ibarettir ?
Belleğimiz kimliğimizdir, ya da kimliğimiz belleğimizdir. Doğduğumuz andan itibaren, belleğimize herşey kaydedilmeye başlar. İstesek de istemesek de belleğimize girdiler, girer de girer. Muhteşem bir depolama sistemine sahip olan belleğimiz, zamanı geldiğinde, gereksinim duyduğu anda, bu bilgileri ya olduğu gibi; ya da üzerinde değişimler yaparak daha başka bil-giler üreterek kullanır. Bu kullanma sonucu çeşitli davranışlar gösteririz. Bir süre sonra, davranışlarımıız belli bir tarzda sergilenmeye başlanır. Nasıl düşünüyorsak, o şekilde davranırız. Bizler yaptığımız şeylerizdir: Yaptığımız bu şeyler – her ne olursa olsun- artık bizi tanımlar. Biz yaptığımız şeylerizdir artık; yaptığımız şeyler belleğimizin ürünüdür. Düşünceler ve davranışlarımız bizim kimliğimizi yansıtır. Hatırladığımız şeyler ise, bizim kim olduğumuzu bize anımsatır, bizi âdeta tanımlar.
Belleğimizdekilerin silindiğini veya karıştığını; zaman ve mekân kavramını yitirdiği durumda ne olur dersiniz ? Biyolojik olarak yaşarsınız, ama artık size ait bir belleğiniz yoktur. Bellek karman çormandır! Kim olduğunuzu bilemezsiniz. Bu durumda, varlığınız ölümünüzden önce sona ermiş olmuyor mu? Bellek yitimi durumunda, yakınlarımız tarafından hâlâ o kişiye ait anılarımızla ona kimlik sağlama gayreti içerisine giriyoruz. Böylelikle o kişinin hâlâ aramızda olduğu yanılgısı ile sanal bir reddediş sergilemeye çalışıyoruz; ancak hep kendimizi aldatmadayızdır.
Korkuyorum! Belleğimi, kimliğimi kaybetmekten korkuyorum. Evde her gün babamı ziyaret ederken, “sen kimlerdensin, söyle bakayım” diyen babam olmaktan korkuyorum. Hâlâ kendini lise son sınıfta zanneden annem olmaktan korkuyorum. Bunamanın pençeleri arasına düşünce, ağza alınmayacak seks hikayeleri anlatan, aslında son derece kibar meslektaşım olmaktan korkuyorum. Bir kanepenin ardına geçip, pantolunun indirerek tuvaletini yapan am-cam olmaktan korkuyorum. Kim olduğumu ve ne yaptığımı bilememenin kaderinden kor-kuyorum. Kendi varoluşumdan emin olmak istiyorum. Ancak, belleksiz, varoluşumun bir anlamı da kalmıyor ne yazık ki. Bizler öyle bir yaşam istiyoruz ki; konuşamazsak da, işitemezsek de, göremezsek de sonuna kadar hep kendimiz olarak kalmak istiyoruz.
Düşüncelerimiz duygularımızın da yaratıcısıdır. Düşünce sisteminin bozulması, yani bel-lek yitimi, duyguların da yitimi demekse; duygusuz bir canlı haline gelen insanı, ne kadar insan olarak tanımlayabiliriz? Düşüncelerine hâkim olmayanlar, davranışlarına da hâkim ola-mazlar. Bunun sonucunda akla hayale gelmeyen davranışlar yapmanın dayanılmaz acısı! An-cak bu acı, belleksiz olan kişi için bir anlam taşımaz, onu tanıyan yakınları, dostları tarafından hissedilir.
İşin garibi, bu şekilde bir bellek kaybına her yaşta yakalanabiliriz; maalesef bir tedavisi ve geri dönüşü de yok. Korkmakta haksız mıyım? Herkesin hepimiz korkuyoruz dediğinden eminim. Bu şekilde bir yaşamın, yani belleksiz, yani kimliksiz bir yaşamın sürdürülmesi gerekli midir ? İnanışlar ne derse desin, ne kadar karşı çıkarsa çıksın, belleksiz bir yaşam, yaşam değildir: Sonlandırılması gerekir. İnsanlar düşünceleri ile insandırlar.
Düşünce, yani bellek yitimi, aynı zamanda kimlik yitimidir. Bunun sonucunda, sadece biyolojik işlevlerini yerine getiren bir robot haline dönüşür. Dünyaya isteğimiz dışında geliyoruz: Hiçbirimiz dünya yaşamı için dilekçe vermedik. Bari, belleksiz ve kimliksiz olarak kaldığımız zaman, bu dünyadan ayrılma zamanı hakkında izin verin, sağlığımızda verdiğimiz kararlar, uygulansın. Bu dünyada, düşüncesi ile tüm canlılardan üstün olduğunu iddia eden insanoğluna, düşünme, bellek yetisinin kaybolduğu, dolayısı ile insani özelliklerinin geri dönülmez bir biçimde yok olduğu zaman, bu özgürlüğü ona tanıyalım. Yukarıdaki Seneca’ya ait veciz cümleyi tekrarla-makta yarar var: “Hayat bir öyküye benzer, önemli yanı eserin uzun olması değil iyi olmasıdır.”
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.