- 599 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Pazar Günlüklerim 13
PAZAR GÜNLÜKLERİM -13-
Ah bu Ben!!! İflah olmam değil mi?
Gene çok öteledim, gene çok ihmal ettim seni. Biliyorum ki, anlıyorsun. Hayatımın 2.evresini yaşadığım şu günlerde, zamanın geçmemesini diledikçe ben, sular seller gibi geçiyor günler. Dur durak yok. Dinlenmek, bir nefes almak…Olsun, güzel günler ilerde..
Eveeettt, yine bir Pazar, yine kaktüsler, yine sukkulentler. Üstelik bugün bizim, Annelerin günü. Birkaç gün öncesinden hazırlık yaptım. Renkli, şık minik sepetlere, minik deniz kabuklarına, rengarenk minik kovalara (sevgili Bot Böcüğüm aldı onları bana. Burdan öpücüklerimi yolluyorum ona :) ) kaktüsler diktim. Bakalım, hangi yüreği güzel annelere ulaşacak kaktüslerim. Umarım hepsine şans getirir, sağlık getirir, mutluluk ve huzur getirir.
Daha fazla saksı götürmek adına, taksi ile gittim pazara. Kazançdan düşeceğiz masrafları artık.
Enginarcı Sebahattin gelmiş, başlamış enginarları soymaya. Söylemiştim değil mi, günlüklerimin başındaki ‘Mısırcı’, oldu ‘Enginarcı’..
-Ne zaman başlıyoruz mısıra, diye sordum gün içinde.
2-3 hafta içinde başlarmışız.
Sağ olsun, gene benim tezgahımı da kurmuş. Komşularla selamlaşıp, günaydınlaşıp saksılarımı dizmeye başlıyorum.
-Oooo, çiçekçi abla, gene bir sürü icat yapmış, diyor Nagihan, sepetleri, minik kovaları, porselen fincanları görünce.
Cam bir tencerem vardı, dibinden çatlamıştı. Ona bir hawortia (zebra çizgili olandan) dikmiştim. Düzenlemeyi yeni bitirmiştim ki, bir baba oğul geldi.
-Al hadi, hangisinden istiyorsan, dedi baba, çok da aldırmaz bir tavırla. Belli ki, annesine hediye alacak yavrum.
Diğerlerine bile bakmadan, gitti o tencereyi aldı. Öyle bir kucaklayışı vardı ki, babası almasa da hediye edecektim. Baba yine umursamaz, ne seçtiğine bile bakmadan, -ne kadar? Diye sordu. Aldım ücretini. Çocuğun ağzı kulaklarında, tencere hala kollarının arasında. Bakımı hakkında kısa bir bilgiden sonra uğurladım ilk müşterimi.
-Yardım edeyim sana, dedim enginarları ustalıkla soyan Sebahattin’e.
-Sen var ya, bana yardım etsen, akşam nerde yattığını bilemezsin dedi.
-Niyeymiş?
-Baksana şunlara…diyerek, uzun tezgahın altındaki, koca dört çuval enginarı gösterdi.
-Yaparım ya, ne var. Evde kim temizliyor bunları sanıyorsun.
-Yok abla boşver, hiç bulaşma.
-Peki..
-Ya Hanfendi, siz nerelerdesiniz. Valla 20 lira borcun birikti, akşamüzeri alcam.
3 haftadır gitmemiştim pazara. Çaycı merak etmiş beni.
-Ne borcu ki?
-Çay borcu ya, ne olcak. Ben her seferinde sana da getirdim, gelip içeydin, benim sorunum değil. Diyerek güldürüyor beni.
Karşı tezgahtaki çocuk sesleniyor bu sefer,
-Abla ya, o ne, merak ettim. İçine arajman yaptığım, büyük deniz kabuğunu soruyor.
Alıp elime gösteriyorum. Üşenmiyor. Domates, çilek, biber, yeşil erik, malta eriği, ıspanak, maydanoz, marulların özenle dizildiği renk cümbüşü tezgahını dolanıp baştan sona, geliyor yanıma.
-Allah aşkına abla be, nerden geliyor aklına böle şeyler?
-Geliyo işte, diyorum gülerek.
-Annen yok mu bugün?
-Abla patron o. Öğlen gibi gelcek.
Gelsin de, şenlik yeri olan Pazar yeri, hepten bir şenlensin diyorum. İçimden tabii… :)
Çayımı yudumlarken, sürekli müşterim olan anne-kız geliyor.
-Hoşgeldiniz, diyerek kalkıyorum ayağa.
-O kadar güzel gülüyorsunuz ki, bir şey almayacak olan bile alışveriş yapar sizden.
-Oyyy, çok teşekkür ederim. O sizin güzel bakışlarınız diyorum anneye, biraz da gururlanarak, hoşuma giderek ve gülümsememi büyüterek :D
Kızı direkt lithopslara yöneliyor. Geçen haftalarda da lithops almışlardı.
-Su vermeye korkuyorum, hassas dediğiniz için. Gidip gelip bakıyorum. Daha değişikleri de gelmiş. Aaaa, şu kaktüsler de çok değişik. Astrolar ve lithopslar arasında kararsızlık yaşıyor.
-Alın hepsini ;) Biliyorum ki, bu hafta almazsanız, haftaya alacaksınız :)
Hepsini değil ama, bir astro kaktüs, bir lithops alıyor. Bu arada Nagihan, bozuk para istemek için yanıma geldiğinde, lithopsları fark ediyor.
-Aaa, keçi ayağı gibi, bu ne böle ya, hiç görmemiştim, diyerek bu sefer o güldürüyor bizi. :)
Limoncu Emine Abla dan da bahsetmiştim daha önce. (aslında küçük benden, ama herkes Emine abla deyince, ben de öle diyorum. O da bana Abla diyor) Fotoğrafını çekmek, ve göstermek istiyorum sizlere de aslında. Önümüzdeki haftalarda inşallah. Temiz yüzlü, hafif kilolu, kısa boylu, gülüşü güzel, fıkır fıkır bir kadın.
-Abla yoktun sen ne zamandır?
-Rahatsızdım biraz, gelemedim. Nasılsın? Eşin nasıl?
Evde yatalak bir eşi var onun. Aynı zamanda ruhsal problemleri olduğunu da anlatmıştı.
-Nasıl olsun be güzelim, aynı işte. Uğraşıp duruyorum. Adam da aynı. Allah seni inandırsın, evdeki bütün bıçakları saklıyom. Zarar vercek bize diye korkuyom. Terketcem ama bu vicdan var ya, bu vicdan!!! Ah be Ablam. Ama devam ederse böle, bırakcam mecbur.
Bana bunları anlatırken, Sebahattin;
-Emine abla, sarımsak da satmaya başlamışın, nereye koycan paraları? diye takılıyor.
-Ah be Cüneyt’im!! (Ona Cüneyt arkın diyor).
Tek bir cümle, ne kadar çok şey ifade ediyor.
9-10 yaşlarında bir oğlu var. O da kışın balıkçının yanında çalışıyordu. Şimdi annesine yardım ediyor, sarımsak satarak. Çokk güzel gözleri var.
-Çok yakışıklısın biliyomusun dediğimde ona,
-Ah be güzelim, huyu güzel değil, kendi güzel olmuş nolcak, diyor Emine. Limonlarını doldurup önündeki önlüğe, yeni bir Pazar turuna çıkarken, sormuyorum daha fazla bir şey.
Ah be Hayat!!! niye bize çektiriyorsun bu kadar? İmtihansa imtihan..Ezberledik, yedik yuttuk dersimizi, geçirsen ya artık...
Saksılar eksiliyor teker teker, ikişer ikişer. Taksi parası çıktı bile çoktan.
-Bir kahve alıp geleyim, dönerim hemen. Saksıların üstünde etiketleri var. Sen de istermisin?
İstemiyor Sebahattin.
Çay ocağındakiler hazırlarken kahvemi, mevsim çiçekleri satan, önceden kestaneci olan Bey’e selam vermek üzere yanına gidiyorum. Aman allahım ne güzel sardunyalar. Siyahından beyazına her renk sardunya ile süslemiş tezgahını. Hayran hayran bakarken hepsine tek tek, kendimle mücade ediyorum bir taraftan. ‘Hayır Serap alma, ev taşımayı düşünüyorsun hem, nasıl taşıyacağını düşün’ diyor içimdeki ses. ‘Ev bulamadın ki daha, sardunyasız bir yaz mı geçireceksin? Bir eksik, bir fazla, ne var taşımaya’ diyen yüreğimin sesini dinliyorum.
-Her renkden birer tane istiyorum. Eminim bunu derken gözlerim parlamıştır ;)
-Ohooo, sen şimdi sardunya da yetiştirmeye ve satmaya başlarsın, diyor Çiçekci..
-Ah bir bahçem olsa, bir de arabam. Neler yapacağım ama….
Yüzümde koca bir gülümseme, içimde büyük bir mutluluk, elimde kahve, hayalimde, açan sardunyaların süslediği balkonum, yürüyorum yerime doğru.
Hani demiş ya Şair; ‘Kahvaltının mutlulukla bir alakası olmalı’ diye, bence Sardunya nın mutlulukla alakası var. Hatta yetinmesini bilene, mutluluğun ta kendisi.
Yokluğumda, iki saksı daha satmış Sebahattin. Bugün satışlar iyi olacak inşallah.
Genç bir hanım geliyor tezgaha. Bana bakmıyor. Ama burnu büyüklüğünden değil, (öyle kadınlar da var çünkü, ve ben sinir oluyorum onlara. Anlatacağım), gözünü alamıyor sukkulentlerden. –Hoşgeldiniz derken ben, şöyle göz ucuyla bir gülümseyip, dalıyor yine sukkulentlere.
-Bundan var..bundan var..aa bu çok değişik..aman allahım ne kadar güzel şu…
diyerek, hepsini tarıyor şöyle bir.
Sukkulent sevenlerin yüzlerinde böyle bir değişiklik var, nur var sanki. Gülmeyin… :D Valla öyle..Onlardan bir şey kopuyor ve bana anında ulaşıp, yürğimi ısıtıyor, gözlerimi ışıtıyor.
-Siz ne zamandır burdasınız?
-Yaklaşık 8 aydır geliyorum her hafta.
-Nasıl görmemişim ben sizi. Gelirim her hafta.
Safiye gibi, Sabiha gibi, güzel yüzlü, güzel yürekli bir dost daha kazanacağım galiba.
Karşı tezgahın annesi de teşrif etti.
-Kolay gelsin diyerek, yanıma geliyor.
-Versene bi sigara be Serap.
İçerken, arkama saklanıyor. Eşi ve oğlu kızıyormuş içmesine. Bir sigara içimlik sürede, yeni bir tarla alacağını, noter ve banka işleri olduğunu, eltisiyle ilgili sorunlarını, çok yorulduğunu, evdeki çiçeklerini anlatıverdi. Alem kadın..Ama şeytan tüyü var sanki bunda. Seviyorum Nevriye’yi. (İsmini anca öğrenebildim)
Oğlu Yunus bağırıyor;
-Yediğinize pişman olmayacaksınız, yerli bu çilekler. Bilecik’den geldi…
Sebahattin’e dönüp,
-Allah allah çıktımı ki gerçekten Bilecik de çilek?
-Yok be abla, yalandan kim ölmüş :v
Dünyalar Güzelim geliyor. Önceki gece arkadaşında kalmıştı. Öpüyor, Anneler günümü kutluyor.
-Hediye alamadım, kusura bakma..
İstemem ki hediye falan. Sağlıklı ve mutlu olman, bana en güzel hediye. Yüzündeki gülümseme dünyalara bedel..Varlığın, yaşama sebebim. Hep böyle gül, hep böyle mutlu ol, canım kızım. İyi ki senin annenim.
O eve giderken, aldığım sardunyaları da tutuşturuyorum eline. İyi oldu, düşünüyordum, nasıl götürcem diye hepsini birden.
Hee, şu suratsız kadınları anlatacaktım :)
Öyleleri var ki, Kraliçe edasıyla yaklaşıyorlar tezgaha. Sanırsınız, bütün pazar yeri, hatta dünya onların. Güneş gözlükleri kafalarında ya da gözlerinde. (onlarla iyi göremezsiniz bu güzelleri, çıkarın şu kara gözlükleri diyesim geliyor ama, çıplak gözle de göremeyecekleri geliyor aklıma, susuyorum) ’Hoşgeldiniz’ ime değil cevap vermek, yüzüme bile bakmıyorlar. (Ben size çiçek falan vermem. Çiçekleri de küçük görür, ne büyütebilir, ne açtırabilirsiniz diye içimden geçiriyorum) Zaten bu tiplerin çoğu almadan gidiyor.
Akşam oluyor.
İlk defa bu hafta 2 kutu saksı sattım. Her zamanki müşterilerim, yeni keşfedenler, anneler günü sebebiyle gelenler…
Ama geriye kalanlar da, tek başıma, dolmuşla taşıyabileceğimden çok. İmdadıma bu kez, Safiyecim yetişiyor. Sağolsun, hem de gelip alıyorlar kutuları. Kaptüslerim (çocukların hepsi kaptüs diyor) bir hafta, sukkulent kaptüs aşkıyla yanan birinin evinde misafir olacaklar.
Tatlı bir yorgunlukla, bugün de bitti be Günlüğüm. Gelecek günler ne getirir bilemeyiz. Ama yoruldum biliyormusun? Çalışmaktan değil de, mücadele edip, elde avuçta olmamasından yoruldum
Elbette biliyorsun.
Yazamazsam uzun süre yine, affet beni.
Güzel günler geldiğinde, sayfaların yetmeyecek kelimelerime....
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.