- 582 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
BALERİN...
En aziz en kutsal varlık bildiğimiz hayattaki Annelerin önünde saygıyla eğilirken. Ebediyete kavuşmuş olanların toprağının Rabbin rahmetiyle çiçeklenmesini diliyorum yine Rabbimden.
Sevginin kutsiyetinin önemi ve değerinin insan hayatındaki yeri asla tartışılmasa da, bu eşsiz ve bu nadide hazine, kim olursa olsun bunu hak edenlere armağan edilmelidir yine de.
O şu sıralar elli beş yaşını sürmekte. Yüzü hala çok güzel ve çocuksu masum bir ifadeye sahip.
Kendisiyle tanışıklığım eşinin ailesini yakından tanıyor olmama dayanır.
Dadaşlar diyarı diye de bilinen Erzurum’un bu çok saygın ve itibarlı ailesinin benim gönlümdeki yeri de çok değerli ve özeldir.
Üçü kız dördü erkek yedi çocuğa sahip olan, bu aydın bilinçli ve yüksek ahlaklı karı-koca Erzurum’un eski taş konaklarından birinde sürdürüyordu imrenilesi yaşamlarını. Böylesi bir anne-babaya sahip olan bu yedi kardeş bu şanslarının hakkını dolu dolu verdiler her daim.
Kızların üçü de eğitim camiasının fedakar ve yılmaz neferleri olarak sayısız fidanlar yetiştirip şekillendirmiş ve topluma yararlı idealist bireyler kazandırmışlardı tıpkı olması gerektiği gibi.
Erkek çocuklar ise; Mimar-ressam. Mühendis. Eczacı ve tıp dallarında öğrenim görmüş. Branşlarının önde gelen değerli ve başarılı insanları olarak kendilerini yine insanlığın hizmetine adamışlardı çok uzun yıllar.
Çoluk çocuk hatta torun sahibi olduklarında bile baba ya da annelerinin odaya her girişlerinde ayağa kalkar onlar yerlerine oturmadan oturmazlardı.
Gelen konuk veya konuklar içeriye girer girmez televizyon kapatılır gençlerin cep telefonlarının sesini duyan olmazdı hiçbir zaman.
Yararlı hoş ve tatlı sohbetlere dalınır, hem misafirliğin hem ev sahipliğin tadına varılırdı doyasıya.
Önce çok sevgili annelerini bir süre sonra da çok kıymetli babalarını yitirdiler.
Benim asıl sözünü etmek istediğim konu, ailenin oğullardan birinin yaşamış olduğu derin ve gerçek bir aşkın, sonsuz bir vefanın hikayesidir.
O aşk ki; hücreleri yenileyen. En zor günlerde insana yaşama gücü veren. Umutsuzlukları umudun zirvesine taşıyan. Acıları tevekküle dönüştüren. Başarının ve güzelliklerin anahtarını elinde tutan. İnsanlara gönül gözüyle bakmanın anlamını hatırlatan. Ve mutluluğun resmini çizen aşk!
Ankara’da yaşayan mütevazı bir ailenin iki kız çocuğundan biriydi Beril.
Baleye yatkınlığını önce ailesi sonra yuva öğretmenleri fark etmişti.
Dört yaşlarında başlayan bale eğitimi konservatuardan başarıyla mezuniyetine kadar sürmüş ardından Ankara Devlet Opera ve Balesinin çeşitli temsillerinde baş balerinliğe kadar ilerlemişti.
Arkadaşlarıyla birlikte gittikleri gösteri sırasında onu sahnede gördüğü an oturduğu koltuğa mıhlandığını hissetti mühendis Muzaffer Bey.
Bir yolunu bulup kendisiyle tanışmış ve onun en hararetli izleyicisi olmuştu.
Onunla evlenmenin yolunu bulmaya gelmişti sıra. Aralarında yirmi iki yaş fark vardı.
Muzaffer Beyin planları tutmuş. Kurduğu hayaller gerçeğe dönüşmüştü. Beril’in de gözü ondan başkasını göremez olmuştu. Evlendiler.
Yedi yıl bir masal bir rüya yıldızlara yolculuk gibi sonsuz bir mutlulukla geçti. Ta ki Beril’in MS (emes) hastası olduğu anlaşılıncaya dek.
Hastalık hızla ve hasarlar bırakarak ilerliyordu. Muzaffer Bey adeta deliye dönmüş genç karısını götürmediği hekim ve çalmadığı sağlık kapısı bırakmamıştı. Ama nafile…
O günden sonra bir an olsun yanı başından ayrılmadı. Özel yatak özel oda ve iki sağlık hemşiresinin yanı sıra karısının bakımını daha çok kendisi üslendi.
Özel bir araba dizayn ettirip karısını seyahatlere çıkardı.
Uzun yıllar süren bu özenli bakıma rağmen genç kadında hiçbir iyileşme olmadı. Artık yalnızca gözlerini oynatabiliyordu.
Muzaffer Beyin ise önce fiziksel yapısı bozuldu ardından bağırsakları iflas etti. Üç zorlu ameliyatın ardından torbayla dolaşır olmuştu. Olanca gücüyle direniyordu hastalığına. Karısını kimseye emanet etmek niyetinde değildi. Bu inanç onu ruhen öylesine beslemiş olmalıydı ki doktorların tahmininden çok daha uzun süre yaşadı. Puslu bir Ankara sabahında gözleri canından öte sevdiği karısının bir noktaya bakan gözlerinde ona veda ettiğinde yetmiş altı yaşındaydı.
ESENLİKLER
YORUMLAR
Yazınız çok güzel ifadelerle dolu. Çok başarılı. Insan hayatı ve hayat kesitleri çok güzel kaleme alınmış. Bu hayatı yaşayanlar kadar yazıda anlatımda güzel.
Ahlak tek başına bir yasa değil, insanın içine yazılmış en değerli rol. Roller güzel oynanırsa insan hem insan hem de dünyaya ayrı bir değer katan her şey ! Kadın ya da erkek diye bakmıyorum, insan insan !
Tebrikler
Saygılar, sevgiler
DEVRİM DENİZERİ
Hiç kuşku yok ki mesele öncelikle insan olabilmekte...
Sevgi selam ve teşekkürlerimle.