- 600 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Malta'yı Almadan İnmesin Sancaklar!
St. Jean şövalyeleri için adeta kâbusa dönüşen bir gündü. Sert kayalıkların yeşil çimlerle kaplı sahasında etrafında ufak tefek ağaçların bulunduğu bir çadırın önünden Orta Akdeniz’in uçsuz bucaksız sularına bakakalmıştı. Bu dalgın düşünceler içerisinde gözlerini kıyıda bulunan ufak limana çevirdi. Askerlerin kimisi savunma pozisyonu alırken, kimisi de kale kapısına daha önceden dağınık halde bırakılmış savaş malzemelerini limana taşıyordu. Birbirleri ardında sıralı halde koşarken hiçbir şekilde düzeni bozmamaya özen gösteriyorlardı. Morgan, askerlerinin bu düzenlerine kendisini hayran bırakmıştı. Vücutlarını çepeçevre saran büyük pelerinleri zırhlarının sadece ön bölmesini gösteriyordu. Üzerinde Katoliklerin dini simgesini taşıyan demir kalkanları vardı. Ayakuçlarından boyun kısmına kadar komple zırhlıydılar. Bir nevi Katolik kilisesinin onurlu şövalyeleriydiler. Haçlı seferlerine katılmaya çalışırlar ve bir yandan haçlı ordusuna yol arkadaşlığı yaparlardı. Malta adasına sıkışıp kalan bir grup onurlu şövalyelerdi. Başlarında Morgan Black isimli şövalye; şimdi Osmanlılara karşı adayı savunmak için kıyıya asker yığıyordu.
Miğferini, yanın da duran silah arkadaşı Victoras’a uzattı. Gözlerini bir an olsun denizden ayırmıyordu. Osmanlıların adaya doğru geldiklerini biliyordu ama ne zaman gelecekleri hakkında hiçbir bilgisi yoktu. Osmanlıların nereden çıktığı belli olmazdı onun gözünde. Her an bir kâbus kopabilir endişesi ile akşam karanlığına kadar uçsuz bucaksız denizi gözledi. Hava karardığında yerini Victoras’a bırakarak sabaha kadar denizi gözetlemesini emretti. Kaleye doğru çekilirken, surların bitişiğinde ki dev ağaçların birbirine kenetlenircesine çarpmasından yağmurun yaklaştığını fark etti. Kale kapısında ki nöbetçileri de yağmur konusunda uyararak gereken tedbirleri almalarını söyledi. Kale fazla büyük değildi. Ama düşmana karşı sağlam bir savunma hattı oluşturulmuş gibi Malta dağlarının yamaçlarında duruyordu. Bir kale için en ideal ve yapılması en güç olan konumdaydı. Büyük havan toplarının bile dayanabileceği dev surlarla çevriliydi ve sadece tek bir patika yoldan kaleye ulaşma imkânı vardı. St. Jean şövalyelerinin son kaleleriydi. Küçücük bir adaya sıkışıp kalan şövalyeler şimdi Osmanlılara karşı savaşıyorlardı. Osmanlı donanması yaklaşık 70 torpido gemisiyle Malta adasına doğru yola çıkmıştı. Kandiye adasının yakınlarında karşılaştıkları şövalyelerin gemisinden birini ele geçirmişler ve ne kadar asker varsa hepsini esir almışlardı. Gemi Osmanlılar tarafından yağmalanırken bir şövalye denize atlayarak yarım mil uzakta olan Kandiye adasına kadar yüzmüş ve oradan bir tüccarın yardımı ile hızlıca Malta’ya geçmişti. Durumu Morgan Black’a anlatınca St. Jean şövalyeleri kıyıda büyük bir savunma hattı kurarak gereken tüm tedbirleri almışlardı. Bir haftadır savunma hattı oluşturmakla meşguldüler. Morgan, bu günde gelmeyeceklerini anlamıştı ve kıyıda ki karargâhı Victoras’a bırakarak kaleye çekilmişti. Kalenin içerisinde büyük taş parçalarının üzerine oturtulmuş kulübe tarzı evler vardı. Sıralı halde parke bir yolun iki tarafından da tepeye doğru uzanıyorlardı. Morgan düzene çok önem veren bir şövalyeydi. Kalenin yapımıyla baştan sona bizzat kendisi ilgilenmiş ve her şeyin bir düzen içerisinde olmasını sağlamıştı. Gereken tüm ihtiyaç ve gereksinimleri adadan karşılayan Morgan kısa sürede kendilerini koruyacak bir kale yapmıştı.
Morgan Black, Kutsal Lord Alain Magnan’ın emrindeydi. Alain, bütün St. Jean şövalyelerinin başkomutanıydı. Kalıcı yaşam sürdükleri topraklardan baskı zoruyla uzaklaştırılarak Malta adasına ayak basmışlardı. Yıllardır burada yaşam mücadelesi veren şövalyeler, bir yandan Orta Akdeniz’in acımasız korsanlarıyla, bir yandan İspanyollar ve bir yandan ise Osmanlılar ile savaşmaktaydılar. Sahip oldukları bu toprakları Orta Akdeniz’i hâkimiyetine almak isteyen düşmanlara karşı savunmak zorundaydılar. Yeryüzünde başka sığınacakları veya sahip olacakları toprak yoktu. Bu yüzden Malta adasını kendilerinin kutsal toprakları ilan etmişlerdi. 16. Yüzyılın ortalarına doğru Malta adasına yerleşmişler ve kalıcı bir hayat sürmeye adım atmışlardı. Birçok zorluklarla mücadele ederek adanın tamamını ele geçirmişler ve kendilerini barındıracakları küçük ama bir o kadar da sağlam bir kale inşa etmişlerdi. Şimdi hem bu kaleyi hem de atalarının son şövalyeleri olan bu orduyu korumak için canlarını feda etmeye hazırdılar.
Gece karanlığına misafir olan sert rüzgâr kale surlarının ardında ki ağaçları savururken Victoras ve şövalyeler sessiz bir şekilde bekliyorlardı. Kıyıda bulunan ufak çaplı limandan kıyı şeridi boyunca yarım mil kadar kazık dikilmişti. Osmanlılar her an gelebilir endişesi ile pür dikkat konumlarını bir an olsun bozmuyorlardı. Her birinin gözlerinden akan uyku yaşı onları bir hayli yormuştu.
‘’Aziz Morgan Black! Bu gece bana yol arkadaşlığı yapmanızı neye borçluyum?’’
‘’ Asıl sizin gibi asilzade bir Lordum ’un buralara kadar gelmesini neye borçluyum efendim?’’
‘’ Papa’nın kilise işlerinden kendimi biraz uzak tutmak için bir süreliğine burada kalmaya karar verdim. Tapınak şövalyelerinin bir rütbelisi olarak Tanrı yolunda ilerlemenizi engelleyen bazı sebepler olduğunu öğrendim. Bindiğim ilk tüccar gemisi ile Marsilya’dan buraya kadar geldim.’’
‘’ Lordum, Osmanlılar yaklaşık 70 torpido gemisi ile Malta adasına doğru geliyor. Kıyıda bulunan Liman’ın etrafına kolay alt edilemeyecek şekilde bir savunma hattı kurduk. Umuyoruz ki Tanrı’nın da yardımı ile bu savaşı kazanacağımızı ümit ediyoruz.’’
‘’ St. Jean şövalyelerinden tam da istediğim şekilde bir kale yaptırmışsınız Morgan. Sizi bu dâhiliğinizden dolayı kutluyorum. Tanrı her zaman bizimledir. Osmanlıları geldikleri gibi geri sürmesinin bir yolunu bize elbet gösterecektir.’’
‘’ Lordum, Victoras’a bıraktığım gece nöbetinde herhangi bir durum oluştuğunda hemen rapor verilecek.’’
‘’ Güzel, şimdi benimle bir kadeh kaldırmaya ne dersiniz Morgan.’’
‘’Elbette efendim.’’
***
Şaraplar art arda tokuşmuş ve boş bir şekilde masaya konmuştu. İki şövalye de sarhoşluğun etkisiyle aralarında oluşturdukları sohbet ortamında kahkahalar atarken, Victoras kapıyı hızlıca açarak;
‘’ Efendim. Buradalar! Dalga gibi geliyorlar!’’
‘’ Kalede ki tüm şövalyeleri haberdar edin. Çanı çalın, askerleri harekete geçirin çabuk!’’
Morgan Black, Alain Magnan’ı bir grup şövalye ile güvenli bir noktaya bıraktıktan sonra hızlıca kıyıya yöneldi. Bir yandan şövalyelere bağırıyor, bir yandan sol eliyle kılıcını tutuyor, bir yandan da kıyıda ki limanı top yağmuruna tutan Osmanlı donanmasına bakıyordu. Karargâh çadırına geldiğinde tepeden kıyıda ki acı manzaraya baktı. Osmanlıların savaş gemileri çoktan kıyıya asker çıkarmaya başlamışlardı bile. Nasıl oldu da o dev savunma hattını geçmeyi başardılar? Hayretler içinde bakakalırken denizde yüzen cesetler gözüne ilişti. Ağır ağır geri çekilen şövalyeler bir yandan savaşmaya devam ediyorlardı. Duruma hemen el atmazsa kıyı Osmanlıların eline geçer ve kısa sürede kaleye ulaşmayı başarırlardı. O sırada gün yüzünü göstermeye başlamıştı. Morgan, beraberinde iki yüz elli atlı şövalyesi ile Malta kalesinden aşağıya doğru hızlıca indi. Kıyıda onları yeniçeriler karşıladılar. Kanlı bir savaştan sonra Morgan elindeki adamları tek tek yitirmeye başladı. Savaş meydanında iken gözleri sürekli Osmanlılara komuta eden adamı aradı. O’nu kıyıya topçu birliklerinin çıkarıldığı büyük torpido gemisinin ön direğinde gördü. Sürekli bağırıyor ve elleriyle askerlerine komuta ediyordu. Kıyıya çıkarılan topçu birliklerinin kendilerine büyük zarar vereceğini biliyordu. Onları engellemek neredeyse imkânsızdı. Elinde çok az adam kalmıştı ve dalga dalga gelen yeniçerilerle mücadele ediyorlardı. Morgan, hayatı boyunca hiç bu kadar kanlı bir muharebede bulunmamıştı. Kılıçlarını sağa sola savuran yeniçerilere, şövalyeler uzun saplı tırpanları ile karşılık veriyorlardı. Morgan birkaç süvariyi yanına alarak kahramanca bir saldırıya kalkıştı ama başarısız oldu. St. Jean şövalyeleri tek tek düşüyorlardı. Bu kanlı savaşı kalenin surlarından seyreden Alain Magnan duruma hemen el atması gerektiğini düşündü. Hayatı boyunca zaferden zafere koşan, onlarca savaşta bulunan Morgan Black’ı bu halde kaybedemezdi. Elinde ki son çarenin de tükendiğini anlayan Morgan, ardında bıraktığı birkaç askerin de yardımı ile kaleye doğru at koşturmaya başladı. Osmanlıların topçu birlikleri çoktan menzillerini almış, kalenin surlarına doğru yaklaşıyorlardı. Kıyı şeridinde ki savaştan geriye kalan, bedenlerden ayrılmış kol ve bacaklar, kafalar, eller…
YORUMLAR
İhsan Çardak
Teşekkür ediyorum ilginiz için.