- 762 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Koltuk Avcısı
Her sabah henüz gün ağarmadan uyanırım iş yerimin evime yaklaşık 35 km olmasından dolayı. Uyanır uyanmaz ilk işim otobüsün geliş saatine bakmak olur. Hemen hiç oyalanmadan kıyafetlerimi giyer evden çıkıp durağa doğru yürümeye başlarım. Otobüsün her sabah olduğu gibi dolu geleceğini bilmeme rağmen yine acaba bugün oturarak gidebilir miyim diye yersiz bir ümit taşırım otobüs gelene kadar. Bugün yine erkenden uyandım yol gözümde büyüse de mecburen gitmek zorunda olduğum için isteksizce birazda ağırdan alarak üzerimi giyinip her zaman yaptığım gibi oğlumu öpüp evden çıktım. Hava ayaza çekmişti yerler kayak pisti gibi olmuş küçük ama seri adımlarla her zaman ki durağa doğru yürüdüm. Otobüsün gelmesine henüz üç dakika vardı. Hayret bugün durakta bir ben bir de durağa yaslanmış ayakta uyuklayan kırk beş elli yaşlarında siyah deri eldivenli ve kahverengi kabanlı bir adam vardı. Ben yine her sabah olduğu gibi oturarak gitmenin hayalini çoktan kurmaya başlamıştım. İçimden hesap yapıyordum; Eğer bugün durakta sadece bir kişi varsa otobüste de en fazla on beş yirmi kişi vardır neticede burası dördüncü durakta ben bunları hesap ederken daha doğrusu oturarak gideceğimin hayalini kurarken otobüs göründü. Ben uzaktan otobüsü dikkatli gözlerle süzmeye başladım. Otobüs yaklaşınca ümidim koskoca bir hayal kırıklığına bıraktı yerini. Kahrolası otobüs yine ağzına kadar doluydu o kadar ki, eğer şoför bağırmasa biraz ileri gidin, soğukta yolcu kalmasın diye binemeye bile bilirdim. Uyuklayan adam bindikten sonra bende zorda olsa binebildim. En önde şoförün yanında yer bulabildim kendime. Otobüsün içi öyle kalabalık, öyle kalabalıktı ki değil rahat olarak durmak nefes almakta bile zorlamıyordum. İçimden otobüslere nefretimi kusarken durakta uyuklayan adama takıldı gözüm. Otobüsün ortalarına kadar gidebilmişti nasıl olmuşsa, siyah deri eldivenlerini çıkarmamış bir koltuğa tutunmuş bir yandan uyukluyor bir yandan da yakınındaki koltukları süzüyor göz ucuyla eğer biri kalkacak olursa hemen oturacak hedef bu. Aslında ayakta giden herkesin hedefi o değil mi, Mesele benim? Hemen her gün oturarak gitmenin ya da birisi kalksa da yerine otursam diye hayal kurarım. Ayakta duran herkes bir koltuk başını parsellemişti, bir ben bir de koltuklara ulaşamayıp ortalarda kalanlar hariç herkes kendi yerini garanti görüyordu. Az sonra duracak ışığı yanınca durakta uyuklayan bu uyuklamasını otobüse taşıyan adam canlanır gibi oldu, hemen etrafa dikkatli ve tedbirli gözlerle baktı. Otobüs durup kapı açılınca ayaktakilerin hepsinde acaba ben mi oturuyorum ümidi ayyuka çıktı fakat ne yazık ki inen kişi kendisi de ayakta giden bir yolcuydu, ayaktakilerin morali bozuldu benim bozulmadı mı? Elbette bozuldu hatta oturma imkânım hiç yokken. Her zaman olduğu durduğum yerde telefonumu elime alıp bir kuran uygulamasından bir sayfa kuran okudum. İçerisi o kadar kalabalıktı ki camlar buğulanmış dışarısı görünmüyordu sadece cam kenarındakiler muhtemelen nerede olduğumuzu biliyordu. Ben artık oturmaktan ümidi kesmiş bir halde amaçsızca telefonumu karıştırmaya başladım, tabi bir an önce yolculuğun bitmesi için kendimi bir uğraşa verdim; telefonda oyun oynamak… Yaklaşık on dakika hiç başımı kaldırmadan oyunumu oynadım, ne otobüsün durmasına ne de boşalan koltuklara rağbet ettim hiç umurumda olmadı on dakika boyunca otobüs ve bir türlü boşalmak bilmeyen (sanki bakan koltuğu) koltuklar. Otobüsün orta kısmından inenler olduğu için bende yavaş yavaş önlerden ortalara doğru kaymaya başladım sonunda bir koltuğun başına gelip ondan tutundum. Bir anda aklıma uyuklayan adam geldi baktım yanına bir arkadaş bulmuş tam önünde oturan iki okullu talebeye bakarak onların duyacağı şekilde konuşuyordu;
“Bu gençlik ölmüş yahu bizim zamanımızda büyük büyüklüğünü, küçük küçüklüğünü biliyordu şimdi oda kalmamış. Sabahtan beri ben ayakta gidiyorum da bana yer veren bir tane saygılı genç çıkmadı.” Diyor yanındaki de başıyla onu tasdik ediyor öyle efendim öyle gibilerinden bir şeyler söylüyordu. Oturan çocuklara baktım sonra, ikisininde kulağında kulaklık birisi başını cama yaslamış uyuyor diğeri de elindeki telefonla uğraşıyordu. Uyuklayan adamın kurduğu tuzak işe yaramamış gençler hiç onu tınlamamıştı daha doğrusu duymamışlardı. Onları izlerken epey dalmışım duracak düğmesinin sesiyle kendime geldiğimde oturduğu koltuğun başında durduğum yaşlı amca ineceğini söyleyince dünyalar benim oldu daha en az 15 dakikalık yolumuz vardı ve ben ilk defa buraya taşındık taşınalı ilk defa sabah, işe oturarak gitme imkânını yakalayacaktım. Hemen yaşlı amcaya yer verdim kimse kapmasın diye de koltuğa kendimi siper ettim ve nihayet zafer… Oturmuştum işte. Biraz önce imrenerek baktığım yerdeydim, ayakta duranlara vah zavallılar gözüyle bakmaya çoktan başlamıştım. 15 dakika zaman vardı biraz kestirmek istiyordum ama aklım, o durakta uyuklayan, otobüste oturamadığı için, yer vermedikleri için saygı tuzakları kuran edepten terbiyeden bahsederek gençleri yerinden etmeye çalışan kahverengi montlu adamdaydı acaba o da oturmuş muydu? Tam bunları aklımdan geçirirken adamın tam başımda bittiğini gördüm. Eyvah şimdi ne yapacağım? Yine bizim zamanımızda argümanını kullanarak beni tavlamaya mı çalışacaktı yoksa, yoksa yok aynen düşündüğümü yapacaktı bu sefer arkadaşı kırklı yaşlarda benim önümde ki koltuğun başında ki mor paltolu kadındı. Bende kulaklıkta yoktu ne dediyse her şeyi duyacaktım. Acaba uyuma numarası mı yapsam ölsem yapamazdım çünkü gözlerimi heyecandan kıpırdatacağımı biliyordum ne yapmalıydım. Yahu oturarak gitmenin ne çok derdi varmış, bir kere nefsinle yarış haline giriyorsun. Soldan sakın kalkma yatarak git bugüne kadar o kadar ayakta gittin geldin kim sana yer verdi diye fısıltılar duyuyorum sağa dönünce insanlık öldü mü iyilik yap ve büyüklerine yer ver yarın sende ihtiyarlayacaksın kendi geleceğini düşün diye fısıltılar geliyordu. Bu konuşanlar benim vicdanımla nefsim. Allah’ım nasıl bir ikilem de kaldım. Bir an için kendimden kurtulup içimdeki sesleri susturunca otobüsün içinde ki sesler bir kuş sürüsü gibi kulaklarıma girmeye başladılar. Kahverengi montlu adam ile mor paltolu kadın samimiyeti epeyce ilerletmişti, hatta adam kadına, gençken insanlara nasıl yardımcı olduğunu neler yaptığını herkesin yardımına koştuğunu anlatıyor kadında belki biraz bıkmıştı sadece yaa ne güzel bravo kaldı mı bu zamanda öyle gibi sözler ediyordu. Maşallah adam gençliğinde meğer bir melekmiş yardımı dokunmadığı kimse kalmamış, gah sırtında un çuvalı taşıyan bir ihtiyar teyzenin çuvalını alıp tam sekiz km uzaklıkta ki köye bırakıyor, gah çocuğunu muayene ettiremeyen kadına yardım için çocuğunu şehir şehir doktora götürüyor. Pes doğrusu bu kadar palavra olur muydu hepsi hepsi bir koltuk için mi? Bu kadar yalan, bu kadar laf, bu kadar stres, hepsi bir koltuğa oturmak için mi? Oturduğuma bin pişman oldum. Geldiğimiz durağa baktığımda henüz benim ineceğim durağa be ş durak vardı daha fazla oturmak istemedim ve günlerce hatta aylarca hayalini kurduğum oturarak gitmekten bir anda soğudum. Ayakta gitmek, oturarak gitmekten laftan, kuşkulu gözlerden, daha iyi ne diye bu kadar kasmışım kendimi acaba. Sabah sabah kendimi boş yere strese sokuyormuşum değer mi sanki? Asla hem de koskoca bir asla.
Ben yerimden kalkar kalkmaz uyuklayan adam, benim gözümde yeni ismiyle Yalancı Adam hemen büyük bir zafer kazanmışçasına yerime oturdu. Ben hiç oralı olmadım camların buğusu yeni açıldığı için dışarısını net olarak görmeye başlamıştım yasladım kafamı cama dışarıyı izlemeye başladım o anda bir ses duydum şoför beyyyy! durur musunuz ineceğim durağı geçtik?
Bu ses uyuklayan adama yeni ismiyle yalancı adama aitti. Yalandan ve camın buğusundan ineceği yeri çoktan geçmişti. Oturarak gitme hayali bana büyük bir ders verirken bu adama kim bilir neler verdi bilinmez.
YORUMLAR
Çok ilginç bir hikaye.
Gerçekten çok güldüm.
Aynı yakınmayı,
15km ilerideki okuluna toplu taşıma vasıtaları ile giden kızımdan da dinliyorum.
Onu da çok gülüyorum.
Onun, ayakta yolculuktan ziyade,
bazen dolu olan otobüsün almaması konusunda şikayetleri var.
Ama,
oturarak seyahat, onun da güncel hayallerinin başında geliyor.
Güzeldi hikaye.