- 1331 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
NEF'İ, Türk Edebiyatının İlk Dalgıcı…
Nef’î, asıl adı Ömer’dir. 17.yy. da yaşamış, kasideleri ve hicivleriyle nam salmış ünlü bir Divan şairidir. İyi eğitim görmüş ve genç yaşta şiir yazmaya başlamıştır. Şiirlerinde ilk mahlası ise Zari “zararlı”dir. Daha sonra Erzurum Defterdarı ona Nefi “yararlı” mahlasını vermiştir. Nef’î güçlü bir edebiyatçı, kıvrak zekalı ve keskin dillidir.
Nef’î, hiciv (yergi, eleştiri) tarzında yazdığı şiirleriyle tanınır, Divan Edebiyatı’nda hicvin en büyük şairidir.
Nef’î ’nin şiir sanatındaki ünü, kısa sürede, bütün Osmanlı ülkesine yayılır.
Çeşitli devlet memurluklarında bulunur, fakat hicivleri nedeniyle bunların hiçbirinde tutunamaz. Hicivleriyle bir çok devlet adamının nefretini üzerine çeker, ona beslenen bu ortak düşmanlık onu öldürtünceye kadar da devam eder.
Gericilikten duyduğu rahatsızlığı aşağıdaki beytinde dile getirir:
"Zahit bize peymane yeter sanma tehi-dest
Lazım mı hemen suphe-i mercan elimizde."
“(Ey sofu!.. Bizi eli boş belleme... Elimizdeki kadeh bize yeter. Hep elimizde mercan teşbih olacak değil ya !..)” diyerek dönemin kaba, softa din adamlarını eleştirmiştir.
O sıralar usta şairi kıskanan Şeyhülislam Tahir Efendi, Nef’î’ye kelp (köpek) diye hakaret eder. Bunun üzerine şair aşağıdaki dörtlüğü yazar.
“Tahir efendi kelp demiş bana.
İltifatı bu sözde zahirdir.
Maliki mezhebim benim, zira
itikatımca kelp tahirdir.”
“(Tahir efendi bana köpek demiş. İltifatı bu sözde aşikardır. Benim mezhebim Maliki’dir. İnancıma göre, Maliki mezhebine göre kelp (köpek) tahirdir (temizdir.)” diyerek şiirdeki ustalığını gösterir. Edebi sanatları yönünden zengin olan bu dörtlükte kinaye (ima etme), tevriye (her iki anlamda kullanma) görülür. Köpeğin kendi inancına göre temiz olduğunu anlatırken de aynı zamanda Tahir Efendi’nin köpek olduğunu da ima eder.
Yine, şeyhülislamın kendisine “kafir” şeklinde hakaretine, şair yerinde bir cevap vererek onu ustalıkla susturur.
’’Müftü efendi bize kâfir demiş.
Tutalım ben O’na diyem müselman (müslüman).
Lâkin varıldıktan ruz-ı mahşere (mahşer günü),
İkimiz de çıkarız anda (orda) yalan."
(Müftü efendi bana kafir demiş. Ben de ona Müslüman, demiş olayım. Mahşer günü geldiği zaman ikimizde yalancı çıkacağız.)
Bu dörtlük üzerine şeyhülislam ona bir daha sataşmaya cesaret edemez, ama ona karşı öfkesini de içinde büyütür.
Aydınlara karşı öfke besleyen gericiler, onları bazen “kafirlikle” bazen de “vatan hainliğiyle” suçlamışlardır.
Oysa en büyük vatan haini, toplumuna kendi aydınını “vatan haini” olarak gösterenlerdir.
** ** ** ** ** ** ** ** ** ** ** **
Nef’î’nin, hicivlerinde kullandığı dil, neşter gibidir.
Bir şiirinde ise "peder değil başıma bela-yı siyahtır bu" diyerek babasını bile hicvetmekten geri kalmaz.
Nef’î, çağı yozlaştıran bazı devlet adamlarını hicvetmiştir ve bunları, "Siham-ı Kaza" (Alınyazısı Okları) adlı hiciv kitabında toplamıştır.
O, korkusuz ve gururlu bir şairdir. Hiç kimse onun şiirlerinin muhatabı olmak istemez.
** ** ** ** ** ** ** ** ** ** ** **
IV. Murat bir gün Beşiktaş’taki sarayında Nef’î’nin Siham-ı Kaza’sını okurken tahtın yakınına bir yıldırım düşer, bunun üzerine, padişah Nef’î’nin şiirlerinin uğursuzluğuna inanır ve Nefi’ye şiir yazmayı yasaklar.
Bunda Vezir Bayram Paşa için yazmış olduğu hicivlerin de etkisi vardır. IV. Murat, Nef’î’yi huzuruna getirterek artık hiciv yazmaması yönünde şairi tövbe ettirir. Nef’î, bu yasağa çok üzülür, ama ferman padişahın diyerek boyun eğmek zorunda kalır.
IV. Murat, yine bir gün Nef’î’yi huzuruna çağırtır, yeni bir hicvi olup olmadığını sorar, şairimiz de utana sıkıla Bayram Paşa hakkında yazdığı hicvini cebinden çıkarıp padişaha gösterir. Sultan IV. Murat önce hicviyesini keyifle dinler, ama hicvi Bayram Paşa’ya gösterince, Paşa öfkeden kas katı kesilir ve Nef’î’nin ölüm izni için padişaha yalvarır. Padişah, onun yalvarmalarına dayanamayarak, Nef’î’nin öldürülmesi için ferman verir.
Paşa, Çavuşbaşı Boynu Eğri Mehmet Ağa’ya, 27 Ocak 1635 tarihinde Nefi’yi sarayın odunluğunda boğdurur ve cesedini Sarayburnu’ndan denize attırır.
Şair Nef’î, Osmanlı soylularına yakışan bir infazla hayatına veda eder. Cesedinin denize atılmasından dolayı da “Türk edebiyatının ilk dalgıcı” olur.
** ** ** ** ** ** ** ** ** ** ** **
Nef’î’nin ölümünden mutluluk duyan devrin şairleri, aşağıdaki şu beyti söylemişlerdir:
“Gökten nazire indi Siham’i Kaza’sına
Nef’î diliyle uğradı Hakk’in belâsına.”
Aslında bu beyit bile bize düşünceleri ve hicivleri yüzünden öldürülen bir edebiyatçıya aydınların duyarlılık göstermediğinin açık kanıtıdır. Onun ölümü ilahi bir adaletin sağlanması olarak algılanmıştır. Nice aydına yapılan haksız muameleler gibi, toplumumuzda yetişen bu nadir çiçeğe de kıymışlardır.
Ne yazık ki bir çok edebiyat tarihçisi bile Nef’î’nin ölümü hakkettiğini söyleyerek toplumdaki aykırı seslerin yok edilişini onaylamışlardır.
Ki bunun en çarpıcı örneği şairin sağlığında yazılmış olan şu beyittir:
“Adı Nef’î olan o hicivci şairin öldürülmesi,
Tıpkı engerek yılanının öldürülmesi gibi,
Her dört mezhepte vaciptir.”
Bu beyit, şaire karşı nasıl ortak bir kinin oluştuğunun kanıtıdır.
Oysa şair öldürülmeyi hak edecek hiçbir davranışta bulunmamış, sadece sanatını icra ettiği için öldürülmüştür.
"Tuti-i mucize gûyem ne desem laf değil.
Cerh ile söyleşemem, âyinesi saf değil.
Ehl-i dildir diyemem sinesi saf olmayana.
Ehl-i dil, birbirini bilmemek insaf değil!.."
(Bir papağanım ama, herkesin söyleyemeyeceğini söyleyen bir papağan. Zemane(Zamanın insanları) ile söyleşemem, çünkü yürekleri temiz değildir. Yüreği temiz olmayana gönül adamıdır diyemem. Gönül adamlarının birbirlerini bilmemeleri olacak iş değil...)
Hepimizin bildiği yukarıdaki dörtlükte ise şair kendini mucizeler yaratan bir papağana benzetir.Gerçekten de şair hicivleriyle çığır açmış ve hiç kimsenin söylemeye cesaret edemeyeceği dizeleri, devrin padişahlarının huzurunda bağıra bağıra okumuştur. Nef’î’nin hicivlerinde, onun insani ve toplumsal duyarlılığı göze çarpar. Bu, sanatçı duyarlılığının yansımasıdır.
** ** ** ** ** ** ** ** ** ** ** **
Bazı edebiyat tarihçileri IV. Murat’ın Nef’î’yi çok sevdiğinden bahseder; ama ölüm fermanını imzalayacak kadar çok sevmesi, sevginin aşırılığına yorulabilir belki ?!
Burada da görülüyor ki edebiyat tarihçilerinin, geçmiş olaylara yaklaşımı dönemin aydınlarından pek de farklı değildir. Onlar, bilim insanı kimliğini bir kenara bırakıp zavallı bir hicivcinin ölüsü arkasından tef çalmışlardır.
O, hiciv edebiyatının bir kurbanı, mazlum bir kahramanıdır; o, edebiyatın ne ilk ne de son kurbanı olarak kalacaktır…
İşte bizlere ölmeden evvel okuduğu vasiyet niteliğinde Sözüm Kasidesi:
“En derin uykulardan kaldırandır sözüm,
Güne el koyanları yıldırandır sözüm,
Zamanı zemini daralmış olanlara,
Gönüllerince zemindir, zamandır sözüm,
Zalim beni bir işaretle kahretse de,
Onun ordusuna karşı koyandır sözüm,
Cihan saltanatı zamanla sönerken,
Yandıkça daha da parıldayandır sözüm,
Güç verir, bilinç üretir, sevinç bağışlar,
Yüzü gülmemişlere armağandır sözüm,
Ey mutsuzluk gecesinde bunalanlar,
Size müjde yıldızları saçandır sözüm,
Dünya bir benim diyenlere derim ki,
Bu sofrayı herkeslere açandır sözüm,
Varsın günün sultanları değer vermesin,
Onlar göçüp gidince sultandır sözüm.”
Şairin beyitlerinde belirttiği gibi; ‘günün sultanları’ onun canına ve sanatına değer vermez, ama bugün sultanların değil şairin bu dizeleri gönlümüzde taht kurar.
Nef’î, gönüllerimizin sultanı olarak kalır...
Söz Kasidesi, Nef’î’nin ölümünden mutluluk duyan “sözde” aydınlara ve güç sahiplerine cevap niteliği taşır.
Tabii anlayana…
YORUMLAR
Demek ki insanoğlunun fıtratında var bir şey. Yazık ki günümüze kadar değerli olana verilen değer insanoğlunun süzgecinden geçerken benliklerden kurtulamamış. Şair Nefi de hicivleri ile dokuz köyden kovularak ilk dalgıç olma şerefine nail olmuş. Güzel anlatımınız için çok teşekkürler.
Fatma Oral tarafından 5/6/2015 3:07:34 AM zamanında düzenlenmiştir.