İki kat daha hiç!
bir günaydına hasret bir sese muhtaç !iliklerime kadar doluyum aydınlığa!
sabah olmak üzereydi, kuşlar ne güzel şakıyor diye geçirdi içinden
bugünde diğer günler gibi ölümlüyüm ve hala güzelim.bir bardak su içti
sabahtı ve sakindi sessizliği dinledi yatağının uçunda otururken,ama hala herkesi
hatırlayabiliyordu.tek yeteneğimmiş gibi.soğuk kalpsiz bir insan olmak. tatsız tuzsuz
yemeğe benzetti kendini,gülümsedi.nasıl olsa hiç göremeyeceği şaşkınlık yaşamayacaktı.
yıllarca yüreğinde tasarladıklarını hayata geçiremeyeceği tam bir başarısızlık
örneği gibi sunulmuştu önüne.alın alın! işte; ben gittim siz devam edin.kalanlarla
boşuna üzülüyor,son derece mutluydu yada öyle olmalıydı,olasılısızlık insana bir parça
deneyim ve yılgınlık hissettiriyordu.işte orada dudakları büzülmüş sesinde titreme bırakıyordu
ses çıkarmadan pencereye gitti.göğü izlemek istedi nasıl olsa kendi gördüğü kadardı
herşey ve kendi yaratabilirdi aklında geçmişin izlerini.yoksa bir ölüden farkı kalmazdı.
insanın hayatında sakıncalıda olsa doğruları,değerlendirmek için çok vakti yoktu
ölecek biri için.çok fazla tasalanmamın anlamı olmadığını farketti.acelesi de yoktu.
çok suç işlemiş ve cezalandırılmıştım,görün işte isyankarlığımı,sizlerle bir oldum
öldürdüm kendimi,heryerde bulabildiğim bir kendim varken!
savunacak k- direncim kalmadı ,burada yaşıyorduk tamda üstünde durduğum bu noktada
kendimden ne çok emindim!
ne zaman ağlayıp ne zaman gülmek gerektiğini bilemedim,devin cüce olmasımı gerekliydi
kesin boynumu ’kesin’ kan akarsana namertim!
ruhumun gerceğiyle eğlenenler, yakın! beni,haritadan silin
cezalandırma yetkisi elinizdeyken bir başıma teslimim.
daha öncede olmuştu,posta kutusunda unutulmuştu,kanundışı düşüncelerim,değer yargılarım.başlangış ve yokoluş çizelgem
kayıp yitik.
yargılayın efendim!
bende sizdenim. kendinizi ne kadar hafife aldığınız kadardık. gercek şeylere bakmak
zor olsa gerek hırstan tutkudan cesaretten kötülükten beslenip el birliğiyle
yok edelim mi?ah toplu acı yaşamak ne güzel olurdu,
daha önceleride olmuştu,kabuslar devam edeken,iç patlama ,dışa vurum ne derseniz artık.
sözlerimi törpülemeden de batabilirdi.herne istemişseniz,bilmediklerimi bildirdiniz.
trenin arka koltuğunda yolculuğa çıkarıldı.bir güneşe mahkum,her kelime de idam ettiniz
peki;kazandınız!
yarın tez elden açıklıyorum,bir delinin günlüğünden bir alıntı yaptınız
kurban seçildiniz, mahkum edildiniz, kelimelerin içinde ne halimiz varsa görelim
"sıradan meşhur yalnızlığım diye söylendim kendi kendime",martılar sırtüstü ölüyordu.
saat tamda dünkü vakit.görkemli dünyada bağlantılarım kopmamıştı daha
düşünceleri okuyamazdım sorumlu hiç değildim.
görünüşte çok acı cekiyordum !öyleydim evet.
nereye dönsem karanlık,parmaklarımın ucunu hissederek yürüdüm,önceden tasarlanmış
bir hikayenin yarım kalan izlerini taşıyormuşcasına onulmaz bir duygu çok uzak değildi
sayfaların sonunda ahmaklık eden bir bitiş dümdüz hiç olmadığı kadar safi
boğulduğum şehrin tozlarını yutarak ölüyorum ölebiliyorum hiç istemediğim kadar
titrek bir yazarın ellerine bulaştı öfkesi,çok kısa zaman oldu.kördü ve karanlığa güldü!
YORUMLAR
Kırık bir gözlük ve kırık bir dünya
Yanar üzerime soğuk bir ay çırılçıplak
Çocuklar ölür büyükler susar
Tedirgin olur cümle, ihtiyar ninem
Sütten beyaz gün ve akşamlar yorgun
Kim bunlar ….
‘‘nereye dönsem karanlık ,parmaklarımın ucunu hissederek yürüdüm, önceden tasarlanmış
bir hikayenin yarım kalan izlerini taşıyormuşcasına’’
Elleri ayakları yürüyemez dilinin üzerine, yarım kalmışsa hayat hikayesi tamamdır demek. Hiç’ kimse …. Al işte benden de Hiç Bir Şey ...
Koca bir hiçlik Sartre’den, içine sığamayan Post-Modern cümlelerden arındırdığında kendini, kitaplarında çırılçıplak kalır. Bezgin ve uçları yanık cümleler son noktaya ulaşamadan kül olur. Ne kadar kurtarmaya çalışırsanız o kadar yanarsınız, ne kadar izlerseniz, kor gibi yanan ateş karşısında ter sularında o kadar boğulursunuz. Kaç cümle kaç kişide, kaç kişi bu cümlelerde, bilemezsiniz.
Arkait bir sanrı, geçmişi hüsran ve yıkık sayan üslubun çöküşüne ,yüreğimden dökülen kelimelerin hüsran oluşu ekli. Asaletten yoksun, aruza yakalanan dilim, biraz kendinden yoksun, biraz edepten yoksun. Bab diyarı hayat, her dönemi ahlak yasalarına karşı, ahlaksızca yazan, bade bir tavrı bade’li aşk sayan, hiçlik diyarından kaçan ben. Asla unutulmaz, duygu ve düşünce esiridir bu beden.
İnkar ediyorum, bedeii bir halden, harcıalem bir hayata intikal ediyorum. Dadaizm bulantısını bir gelenek kavgasına getiren yığınla edebi eser ,geçmişin dilini nasıl inkar ederler. Dün ‘’Ölü Ozanlar’’ın bestelerini çalanlar, bugün Dadaizm’e sarılanlar ,yarın bir mezar taşı olmadan edebi hayattan yoksun kalmayacaklarını mı sanıyorlar? Oysa geçmiş, hiçlik diyarından, varlık diyarına bir kapı, edebiyat ise bu kapının tek anahtarı.
Dibace’lerden yoksun tavırlarımız, duygularımızdan yoksun düşüncelerimiz, kayıtsız eylemler gibi kırılgan ve sonuçsuz. Oysa ki bütün öfkelerimizi, sevinçlerimizi, umutsuz ve mutlu günlerimizi yazarken, hep unuttuğumuz ya da sakladığımız sırları açık etmemeye çalışırız. Sıra dışı bir cümleyi yakaladığımızda ya idamını istiyoruz ya da zindanımızda saklıyoruz. Becerebiliyor muyuz kendimizi temizlemeye ? Sanmıyorum ! Her satrın ardında elleri kanlı gözleri yaşlı kelimeler yığıla yığıla cümleler ve metinler oluşturacak. Korku korkmanın içini bizden habersiz daima suret-sizce dolduracak
saygılar,sevgiler
!.sean.!
yukarıya dökmüşüm ,yanında kalacakları:)