saçkıran
Güründen çıkalı yaklaşık beş saat olmuş,güneş tam tepemize dikilmişti.Otobüste klima yada buna benzer havalandırma yok camlar kapalı iken içerde oturulmayacak hale geliyor,camları açtığınızda müthiş bir cereyan meydana geliyor belkide yıllardır yıkanmamış perdeler savruluyor içerisi toz duman oluyordu.Sıcaklığın git gide artması Adanaya yaklaştığımızın işaretçisi idi.O dağ başındaki içtiğim çay aç olduğum için iyice midemi bulandırmıştı.Çünkü sabah Dutlupınarda içtiğim bir kase çorbayla duruyordum.O nedenlede en iyisi uyumak diye düşündüm.Kafamı cama dayadım gözlerimi kapattım.Ama uykuda tutmuyordu.İçimde bir pişmanlık benzeri duygu kamaşası yaşıyordum.Bu yaşıma kadar Gürünün dışına iki kez çıkmıştım.İlki başımda saçkıran diye bir hastalık için Malatyaya babam götürmüştü,Kaladaki evin önünde oynuyordum yanıma Mevlüt ağbim koyunları sulamaya götürmek bana seslendi,ben pek oralı olmadım.Sinirlendi yanıma geldi kulağımdan tutarak ulan beni duymuyormusun dedi.O aradada şu haline bak üstün başın toprak içinde derken kafamdaki kendine göre toprak zannettiği şeyleri temizlemey çalışıyordu. Sonra kolumdan tutup ulan kafana ne sürdün yapışmış çıkmıyor dedi.Bende bir şey sürmedim dedim.Kafamı sol tarafa doğru iterek sağ kulağımın üstüne yakın olan bölümde saçların kıvrılarak bir birine yapışmış beyaz pirince benzer bir şeyler vardı.Hemen annemin yanına gittik.Yıkadık ama yine çıkmadı,annem falanca komşunun oğlundada olmuş ve o lekelerin göründüğü yerdeki saçlar dökülmüş bir dahada yerine gelmediğini duymuş hemen o komşuya sormuş onlar doktora geç gittikleri tedavi edilememiş(Doktorlar saçkıran hastalığı teşhisini koymuş)Babam eve geldiğinde annem durumu anlatmış.Güründe yeterli doktor yok doktor olsada doktora verecek para pul yok.Babam evde kış için saklanan tereyağından bir kilo kadar,ve bir kilo kadar da alabalık alarak doktorun kapısını çalıyor.Hediyeleri verdikten sonra beni içeri aldılar kısa bir muayeneden sonra burda bizim yapabileceğimiz bir şey yok bunu en kısa zamanda Malatyaya götürmeniz gerekiyor demiş.Ve babam sanırım bir kuzu sattıp aldığı para ile beni malatyaya doktora götürüyor ve erken tedavi edildiği için saçımda dökülme olmadan hastalığı atlatıyorum. Birde sürekli karın ağrısı çektiğim için Mancılığa hastanede sanırım hizmetçilik yapmış,adını şu an hatırlamadığım bir kişinin evine annemle birlikte gitmiştik.Her iki çıkışımda hastalık nedeni ile olmuştu.Mancılıktaki şahıs toprak yemiş ondan olmuş demiş anneme.Neden olarakta vücutta mineral noksanlığından olabilir gibi bir şeyler söylemiş,bu teşhisi herhangibir test tada laboratuvar ölçümüne dayanak değil tecrübelerine dayanarak koyuyordu.Bu işi yaparken belirli bir ücret almıyor kimileri sabun kimileri yumurta kimileri oğlak gibi çeşitli şeyler veriyorlarmış annemde sabun götürmüştü sanırım.Şimdi üçüncü kez ayrılıyorum ama bu kez yanımda ne babam nede babam var.Yanımda bu sabah otobüse binene kadar hiç tanımadığım yüzü pancar gibi kızarmış,6 köşeli kasketi,göğsünde gümüş köstekli saati ve elinde sürekli şak şak diye çektiği teşbihi olan birisi vardı.Bunları düşünürken gözümü açtığımda şimdiye kadar hasta ziyaretlerinde mendilin içinde saklanarak getirilip geçmiş olsun dedikten sonra yastık altına sıkıştırılan ve onu bir an önce soyup kabuğu koklandıktan sonra birer dilim halinde ev halkına dağıtılan portakalların dalları süslediği bahçeleri gördüm.O kadar güzel görünüyorlardıki onlara bakmaktan açlığı,pişmanlığı,korkuyu unutmuştum.Otobüs ilerlerken ağaçlar camların önünden hızla akıp geçiyordu.Güneşde tepelere doğru yaslanmış son ışıklarını partakal yapraklarının arasından geçirirken zaten sarı olan portakallar altın gibi parlıyor.Tepeler sanki yok olmuş göz alabildiğine düzlükler uzayıp gidiyordu.Dışarda gürültüler çoğalmıştı.Römorklarında işçi dolu Traktörler,önde sürücüsü,arkasında kucağında çocuğu olduğu halde zikzak çizerek ilerleyen mobiletli insanlar,yanımda oturan adam karşı koltuktakine,gardaş garaj az kaldı.Arasıra gel ben konuşur hasret gideririz hemde bir çayımı içersin Nafiz yürekli şirketindeyim mutlaka beklerim ha dedi.Öteki pek istekli görünmemekle beraber olur zaman bula bilirsek gelirik gardaş senide beklerim bende garataşta plajdayım dedi..Muavin sayın yolcularımız garaja gelmek üzereyin eşyalarınızı unutmayın.Geçmiş olsun dedi.
01/05/2015
Sofraya yeni oturmuştuk ki bahçe giriş kapısı açıldı ve hayati ağbi elinde kocaman bir karpuzla içeri girdi.Güssü diye seslendi.Güssü abla hemen damdan aşağı indi kocasını karşıladı elindeki karpuzu alıp dama çıktı.Hayati ağbide elini yüzünü bahçedeki çeşmede yıkadıktan sonra üzerindeki işçi tulumunu çıkarmış atlet ve kısa şortla dama çıktı.Beni görünce bir şaşırdı.Hafif boğuk bir sesle hoş geldin dedi.Hayati ağbi kısa boylu oldukça kilolu omuzları geniş ensesi bir güreşçininki kadar kalın,fazla kilolarından ve yaz sıcağından dolayı nefes alırken boğazından hışırtılı sesler geliyordu.Hayati ağbi belediyede temizlik işçisi oalrak çalışıyordu.Maaşı ne kadardı bilmiyorum ama bizim 25-otuz dönümlük bağ bahçeden aldığımızdan daha fazlasını aldığı kesindi.Çünkü bizim ektiğimiz ürünlerden çeşitli nedenlerden dolayı bazen çok az verim elde ediyoruz.Bazende ürün fazla oluyor para etmiyor.Sonuç azda olursa az kazanıyoruz,çok olursa.Ama maaşlı insan ay başı geldiğinde parasını alabiliyor.Annem sürekli onları örnek göstererek devlet kapısında bir işiniz olsunda istersen kapıcılık olsun derdi.Bu ozamanın şartlarında gerçektende doğru idi ama günümüzde devlet kapısında çalışanlar ne uzuyor nede kısalıyor.Yani ne onduruyor,nede öldürüyor.
Biraz konuştuktan sonra karpuzuda kesip yedik.Bir ara ablamla hayati ağbi bahçeye indiler aralarında birşeyler konuştular.Konuşmalarından hayati ağbinin neden geldiğimi sorduğunu duydum.Güssü ablada bibisi gilin çocuklarının yanına çalışmaya gelmiş diyordu.Daha sonra yukarı geldiler.Ben hiç bir şey duymamış gibi davrandım.Ve Nafiz yürekli şirketinin yerini sordum.Bana tarif ettiler ama ben hiçbir yeri bilmediğimden birşeycik anlamamıştım.ablam hayati seni götürür meraklanma işe başlayıncaya kadarda burda kalırsın dedi.Dünyalar benim olmuştu.Sağolasınız dedim.Yorgunluktan gözkapaklarıma taş bağlamışsın gibi kapanıyordu.Ablam içerde bir döşek sermiş üzerinede bir çarşaf koymuş,hadi sen yat yoldan geldin dedi.Ben allah rahatlık versin diyerek kendimi yatağa zor attım.Hemen uyuya kalmışım.Ertesi sabah kalktığımda nerde ise öğlen oluyordu.Ablam benim uyandığımı görünce yanıma geldi çok güzel uyuyordun kıyamadım kaldırmaya dedi.Beraber bir kahvaltı yaptıktan sonra Hayati ağbin birazdan gelecek seni götürecek meraklanma dedi.Söylediği gibi saat 11.30 gibi hayati ağbi geldi hadi bakalım gidelim dedi.Kapıdan çıkarken ablam görüştükten sonra gel tamammı dedi.Bende olur gelirim dedim.Bir minübüse beraberce bindik paraları hayati ağbi ödedi.yaklaşık 20 dakika kadar gittikten sonra indik.Etrafı örgü tellerle çevrili içinde yol yaparlarken gördüğüm koca makinalar sıra sıra dizilmiş,bazılarının başında insanlar var.Sanırım bakım yapıyorlar.Bizim köyden gidenlerin çoğunluğu bu makinalara yağcı olarak giriyor sonra da makine operatörü oluyorlardı.Yağcıları bilmem ama operatörle iyi para alıyorlardı sanırım.Benimde kafamda yağcılık vardı.Şoför olamam diye düşünüyordum.Bana vites değiştirmek çok zor gibi geliyordu.Önce iyi bir yağcı olursam şoförden bu işin inceliklerini öğrene bilir bel birgün bende kepçeci olabirim diye aklımdan geçiriyordum.Hayati ağbinin işte geldik demesiyle uykudan uyanır gibi uyanarak çevrede ne var ne yoksa incelemeye başladım.Bir barakanın önüne doğru ilerledik.Bibim oğlu bir çay ocağının önünde duruyordu.Beni gördüğüne hiç sevinmiş gibi görünmüyordu.Usulden bir hoş geldin dedi.Ben çalışmaya geldim dediğimde dayıoğlu burası elma altında yatmaya benzemez dedi.Ben tabi hayal kırıklığına uğradım.Başkaça bir şey konuşmadan kepçeye binerek çalışmaya başladı.Ya bir memlekette nevar ne yok dese ya dayım nasıl dese gam yemeyeceğim.Hayati ağbimle birlikte ordan ayrıldım beni bir minübüse bindirdi parasınıda ödedi sen eve git sana başka işler buluruz dedi.Ben üzgün biçimde eve döndüm.Güssü abla sağ olsun beni karşıladı sıkma canını sana işmi yok dedi.Ben biran önce iş bulmak istediğim için ablama halirfan emminin oğlu rüstemde burada imiş birde onun yanına gitsem belki beraber çalışırız dediğimde güldü.O yorgancılık yapıyor.Kendini zor geçindiriyor ablan gurban ola dedi.Ben israr edincede tamam onada gideriz dedi.Ertesi gün erkenden kaltım.Hayati ağbi işe gitmeden beni Rüstemin yorgancılık yaptığı küçücük camlarında kağıt yapıştırlmış dükkanın önüne bıraktı.Sen burda bekle o birazdan gelir akşama ben seni alırım dedi gitti.Ben dükkanın kapısının önüne oturdum beklemey başladım hayli bir zaman geçti ne gelen var ne giden.Ben hep yola baktığımdan dönüp dükkana bakmak aklıma gelmiyor.İyice sıkılmıştım.Dükkana döndüğümde kapının açık olduğunu gördüm.Kendi kendime allah allah nezaman geldi ben görrmedim diyordum kendi kendime.Kapıdan içeri girdiğimde beni tanımadı ne istediğimi sordu.Ben emmioğlu beni tanımadınmı ben gala gilin derken ya emmi oğlu kusura bakma kırk yıl düşünsem sen aklıma gelmezdin.dedi.Elindeki iğneyi ipliği bir tarafa bırakarak kalktı sarıldık.Her yanı terden sırıl sıklam olmuş çok fena ter kokuyordu.Hemen kapının önüne iki sandalye koyup oturduk köyde olup bitenleri sorduktan sonra hayırmı kuzuları koyunları kim otlatıyor dedi.Ben durumu anlattım.Bu işte para olup olmadığını sordum.Bana görüyorsun emmi oğlu dükkanda yatıp kalkıyorum ev bile tutamadım,eskisi gibi işler nerde diye dert yandı.Kapının önünden sırtında kocaman ibrik önünde bardak sıralı kafasında beyaz mendil bağlı adamlar gelip geçiyor arada birde buz gibi salgam suyu diye bağırıyorlardı.Rüstem dükkanın kapısını çekti hadi sena adanayı gezdireyim hemde birşeyler yeriz dedi.Bir iki sokak geçtikten sonra yol kenarında el arabaları sıra sıra dizilmiş arabaların üstünde benim şimdiye kadar görmediğim yiyecek satılıyordu.Rüstem heme arabanın birinin yanına varıp orda satılanlardan iki tane alıp geldi.Biraz önce dükkanın önünden geçek buz gibi şalgam diyen dende iki bardak aldıktan sonra yanıma geldi.Al emmioğlu adananın barsak dolması meşhurdur ye bakalım beğenecek misin dedi.Aldım bir ısırdım ağzım yanmıştı ancak belli etmedim şalgam suyundan bir yudum aldım o da zehir gibi acı idi.Bunu yerken yüzümüzden aşağı doğru terler akıyordu.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.