5
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
1526
Okunma
Efendim hoş geldiniz, sefalar getirdiniz öncelikle.
Evet evet doğru okudunuz , emin olunuz. Biz de ilk duyduğumuzda böylesine hayretler içinde kalmıştık. Ne demekti “Köpezisyen Heyven Köpezisyen!”
Otuz beş yıl boyunca hiç unutamadığımıza göre, bu söz bu yazıyı hak ediyordur diye düşünüyorum. Kimden mi bahsediyorum burada, Ebüş’den elbette. Haklı olarak kim olduğunu da merak etmişsinizdir eminim.
Aslında Ebüş’ü değerli , unutulmaz kılan Türkçe öğretmenimiz Mithat Hocaydı.
Allah’ım tüm Mithat Hocaların şerrinden cümlemizi koru! . Aminn!
Şu kompozisyon yazma derdinden çekmeyenimiz olmamıştır okul yıllarında.
Anlı şanlı Türkçe öğretmenimiz Mithat Hocayı ise unutulmaz kılan pedagojik bilgisi yanında, disiplini sağlamadaki başarısıydı biraz da. Çıt çıkaran öğrenciyle başlayan tek taraflı hoş sohbeti en az yirmi dakika kazandırırdı zati şahaneye! Kalan yirmi dakika için de elbette ki sohbet edecek en az kırk kişiden bir şanslı daha bulmak işten bile değildi O’nun için. Verilen cezaları sayarak zamanınızı almayayım isterseniz.
Okula kaydı yapılan öğrenciler , “Eti sizin kemiği bizim” denerek teslim edilmişlerdi ya bir kez emin ellere, işte olay orada bitmişti bence.
Mithat Hoca dudaklarının iki yanından sarkmış ince kamçı şeklinde bıyıklarıyla gelir, gözlerimizin içine bakarak o korkunç gözbebeklerini büyülterek ve üst dudağını alt dişleriyle ısırır vaziyette bakışlarını üzerimize adeta mıhlardı. Hiç birimiz onunla hiçbir konuda sohbet etmek istemediğimizden olsa gerek, bakışlarımız hep yerde, kırk beş derecelik açıyla sıralara kilitlenirdi.
Henüz okulun ilk günleriydi, O’nunla ve “köpezisyen” le tanışmamız. Mithat Hoca tahtaya yazmıştı açıklayacağımız kompozisyon konusunu. “ Sakla samanı gelir zamanı” atasözünü açıklayan bir kompozisyon yazmamız emredilmişti dersin başında. Bu nefeslerimizin kesildiği andı. Mithat Hocaya yazı beğendirecektik. Sanki O biliyormuş gibi. Bu konuda hâlâ ciddi şüphelerim vardır.
Süre başladı ve “Kırk küp kırkının da kulpu kırık küp” misali, kimsede tık yok, Mithat Hocada da… Bekliyoruz… Baykuş bakışlarının üzerimizde bir bir gezdiğini bilerek. Kalemler elimizde, ellerimiz defterlerimizin üzerinde, başlar eğik. Yüzümüze sıçrayacak kedi gibi öyle dik bakıyor ki.
“Ebüş”, bu adı da Mithat Hoca takmıştı Abdullah’a. Ufak tefek, çelimsiz, sarışın bir arkadaşımızdı Ebüş. Kırk dakika boyunca giriştiğimiz yazma denemeleri, yazar gibi yapıp silmelerimiz, arada birbirimizle kurduğumuz göz temasları arasında süre bitmişti. Mithat Hoca tek tek yazdıklarımızı okumaya, okudukça da gözbebekleri büyümeye başlamıştı. Tabi bıyıklarının bir tarafı presten geçip diğer tarafına başlıyordu. Hayret, bir tek Ebüş açıklayabilmişti kompozisyonu koca sınıfta.
Hocanın “Oku!” komutuyla okumaya başlamıştı yazdıklarını. Yazdıkları tek bir cümlecikti. “Köpezisyen heyven köpezisyen”. Hepsi buydu. Sınıfça Ebüş’ü alkışlamaya hazırdık o an. Neden mi, Mithat Hocanın tüm dikkatlerini üzerine çektiği için elbette.
Mithat Hoca ağzını açıp gözünü yummuştu o günden sonra. “Siz hiç hayatınızda kompozisyon görmediniz mi, hiç hayatınızda okula gitmediniz mi”
Siz hiç…
Siz…
Siz…
…