...
Öğrenciyken kaldığım yurdun, kantin camlarını, bembeyaz kağıtlarla kaplamışlardı.Yurt idaresi, ’kız öğrenci’lerin,dışarıyla bağlantısını kesmek için bulmuştu bu çözümü.Dışarıdan beyaz ama iç taraftan karikatürlerle, şiirlerle,bilhassa felsefi alıntılarla;düşündüren,güldüren,hüzünlendiren yazı ve resimlerin etkisiyle cam duvar,uzaktan bakınca lekeli gibi görünürdü .O karalamalardan bazıları hala ezberimdedir.Kime ait olduğunu bilmediğim bu üç dize gibi:
’Ne kadar zalimsin papatya
Ne olurdu sanki bir yaprak daha açsaydın
Bak,senin yüzünden sevmiyor çıktı işte’
Bu naif,papatyalara danışacak kadar umuda muhtaç ve çarçabuk hüzne kapılabilen ruh hali, ancak gençlik dönemlerinde kaldı demek isterdim ama değil.Her yaş ve dönemde yaşayabiliyorsunuz, şayet yüreğinizde hala aşka,dostluğa yer varsa.
İnsan,sevdiğine; ’odaklanıyor’.Hatta göz sektirmiyor.Değerli olanın,O’nun, en ufak durgunluğu bile içinizde çırpınan bir hüzne,asabiyete dönüşebiliyor.Net olarak anlam veremediğiniz şeyler için yüreğinizin derinliklerinden en olumsuz olanın korkusuyla başlıyorsunuz papatya ya da -ne fark eder?- ihtimallerin yapraklarını koparmaya;
Seviyor,sevmiyor,seviyor,sevm...
Her şeyinizi paylaştığınız,’dostum’ dediğiniz,’sırdaş’ yaptığınız birinin,yanlışında; yalnızca çıkar sağlayabildiği insanların peşinden koştuğunu,sizden sakındığını fark ettiğiniz şeyi,ulaşamadıklarına adeta savurduğunu görünce örneğin,içinizdeki kırgınlığın en keskin tarafıyla bütün bağları tam ortasından kesip atabiliyorsunuz bir anda.Tekrar bağlansanız da aranızda buz gibi sert ve soğuk bir düğüm...Hep kalıyor...Yara gibi.
Ya sevgili? Ya o ciğerimizin köşesi olarak tarif ettiğiniz?
Sen bir yana bir yana
Ben bir yana bir yana
Kaşuv garadır,gözüv eladır
Benzirsen ceylana...
O dost,o arkadaş,o ebeveyn,o evlat...Bütün sevgileri üzerinde topyekün yaşadığınız o insanı, bir çırpıda kesip atabilir misiniz?
Hem en kötü ihtimali düşünür,parçalanır ama en iyisine;umuda,inanca hizmet edersiniz.Yüzleşmek nasıl da zordur var olanla.Bazen ortada yatan koskoca bir cesettir aşk;bir çiçeğin, eksik yaprağı tarafından hançerlenen...Ve sizin bir türlü görmeye yanaşmadığınız bir cesettir sadece.Ah o zalim papatyalar..!
Özellikle de yolunda gitmeyen durumlar için,suçu başka yerlerde,kişilerde arama psikolojisi hangimizde yok ki? Bilirsiniz bunun, savunma mekanizmaları gibi bir çok sebebe bağlı olduğunu.Acı olanla yüzleşme anına kadar suçu canlı ya da cansız varlıklarla paylaşmak,yükünüzü hafifletir,size zaman kazandırır.Aptalca da olsa, bu; bilincin,kendini koruma,bir nevi uyum için hazırlama yöntemidir.İyi bir şeydir.
Zamanla papatyalar, fallar,tüm failler aradan çıkar ve yüzleşme anı gelir:O dost,o sevgili sizden vazgeçmiş,belki de sıkılmış ve gitmiştir.Daha da açıkçası, sizi sevmiyordur,gözleri ve aklı başka yerlerdedir,ya da hiç sevmemiştir...Doğrusu budur.Kaçışı yoktur artık...
Birden ’hiç’ gibi görürsünüz, kendinizi kandırdığınız o gözlerin aynasında . Nasıl da güven vermişti size ! Ahhh..nasıl da inanmıştınız o ’ilah/e’ tarafından önemsendiğinize,sevildiğinize...
Gerçekten inanmış mıydınız peki? Yoksa duygularınız gerçeklerle gözleriniz arasında bir sis perdesi oluşturdu da,baktınız ama göremediniz mi? O ceset, ne zamandan beri oradaydı? Düşünün.Ne zamandan beri...
O her şey,o herkes;o dost,o arkadaş,anne-baba,sevgili...bağlarını teker teker koparırsınız.Öyle birdenbire olmaz.Yavaş yavaş.Birilerini sorumlu tutarsınız yine .’Yoksa; ’O böyle yapmazdı...Yapmazdıııı...’
Ama gitmelisiniz artık.Bitmelisiniz.İçinizdeki akıllı olanın sesi rahat bırakmaz sizi.
’Zaman.
Sadece birazcık zaman...’
Bir biçim gerekir bu gidişe.Bir eda,bir nokta...Bir mazeret.Daha acımasız olan...Acısız olan...
Şöyle olabilir mi:
’Onu, bazı kararlarından ötürü eleştirebilirim ama insan olarak anlaşıyoruz,çünkü benziyoruz...Onu çok seviyorum’ dedi kadın.
’Onu tanımıyorsun da ondan...’ diye cevapladı öteki.Arkasından,çoktandır boşluğa diktiği gözlerini adama çevirdi; aşkla.
Adam,uzun zamandır özlediği ilgiye kavuşmuş olmanın sarhoşluğuyla adeta unuttu çevresindekileri.
Kuş sesleri,ağustos böcekleri eşlik etti bu dansa.
Kadın,anlam veremedi olanlara.Sarı beyaz bir nergizin yapraklarına tutundu acıyla:
Seviyor,sevmiyor,seviyor,sevm...
Işığı kapattı,kapıyı çekti ; sessizce çıktı gitti kadın.
Ya da:
Adam , hayatı boyunca hayalini kurduğu kariyerinin gereği olarak özgür olması gerektiğini savunuyordu.Her insan gibi, onun da sevmek,beğenilmek arzusu vardı gerçi ama hiç biri kariyerinden önemli değildi.Bunu anlatmaya çalıştı kadına.
’Seni seviyorum ama sevgim neye yeter, bilmiyorum’dedi.
Kadın,saygıyla ve iyi dileklerle selamladı adamı.Hüznünü takvimin yapraklarına asıp gitti.
Ya da:
Kadın,öteki olmak istemiyordu.Gitti.
Belki de:
Kadın; hırsın, bencilliğin,kapışmanın, erdem sayıldığı bir meydanda,riyakarlığı düstur edinmiş daha da ’öteki’lerle muhattap olmak,aynı kefede olmak istemiyordu...
Nasılsa öyle...Dem,bu demdi.Kadın bir gün gidecekti,kapıya Ziya Paşa’dan hatırladığı bir beyiti yazdı ve gitti.
’İdrâk-i meali bu küçük akla gerekmez
Zîrâ bu terâzû o kadar sıkleti çekmez’
rejeton
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.